Angoria Bölüm 83: İşe Koyulmanın Vakti


Angoria Bölüm 27: İşe Koyulmanın Vakti



Geniş şelalenin hemen arkasında uzanan iki dağın eteğinde Mirza Bo kendince meditasyonunu yapıyordu, son günlerde son derece keyfi yerindeydi. Cebine giren yüklü miktarda para’nın keyfini çıkarmış ve bizzat ‘’Boichi Ticaret Loncasının’’ talimatıyla kendisine özel hizmetler verilmişti. Nasıl olurdu da mutlu olmazdı ki? Yanına almış olduğu özel kaymak birasından bir yudum içen Mirza Bo kıkırdamış ve ‘’Kitaplarda gitti… Umarım benim bok kafalı öğrenci almıştır kitapları. Daha suratından anlaşılıyordu cahilliğin aktığı…Hık!’’

Hıçkırık ile birlikte tekrar gülmüş ve elindeki kupada kalan kaymak birasının hepsini kafasına dikmişti. Eşsiz kıvamı ile birlikte boğazı gıdıklanmış ve soğukluğu ile içi titremişti. Son derece enfes tadından ötürü neredeyse bayılacaktı. Kaç zaman olmuştu bu eşsiz lezzetleri tatmayalı? Hatırlamıyordu bile…  

Birasının bittiğini fark eden Mirza Bo kendisini bir solukta fıçıya doğru götürmüş ve fıçının içindeki biradan kendisine bir bardak daha doldurmuştu. Bir yudumda tekrar bardağının yarısını içen Mirza Bo dudağının üstüne tıpkı bir bıyık gibi yapışan beyaz köpüğü elinin tersiyle silmiş ve hafifçe sesli bir nefes bırakmıştı, işte şimdi hazırdı.

Eline son derece nadir bir şekilde geçmiş olan Köken incisini ağzına götüren Mirza Bo hiç düşünmeden tek lokmada yutmuş ve ardından ise mediatif konuma geçerek incinin içindeki Kaynak Enerjisini emmeye koyulmuştu. Çırağından ayrı geçirmiş olduğu kısacık sürede sürekli kafasında dönüp dolaşan meditasyon tekniğini ne kadar kopyalamaya çalışsa da bir türlü başaramayan Mirza Bo en sonunda kendisini geriye düşmüş hissetmş ve bildiği yoldan eğitimine devam etmek istemişti.

Gözlerini hızla kapatan Mirza Bo’nun suratında ise eşsiz bir görüntü vardı, bu nasıl olmazdı ki…

***

Kung Liu günün ilk ışıkları ile birlikte tedirgin bir halde kalkmıştı. Ruhu adeta bir şişenin içine çekiliyor gibiydi ve bunu engelleyemiyeek durumdaydı. Neredeyse bir haftadır kayıp olan oğlu ve onunla birlikte kaybolan Tengri Mei’nin vaziyetinden endişe duyuyordu. Kung Lao’ya bir şey olmayacağından emindi. Nasıl olabilirdi ki? O ki çok kısacık sürede Temel Kaynak Alemine geçmiş ve kendi rekoru olan iki döngülük zamanı bile kırarak aylar içerisinde ilerleyişini sürdürmüştü. Oğlundan ne kadar emin olsa da Kung Liu müstakbel gelini ve aynı zamanda ezeli düşmanlarının kızına bir şey olmasından korkuyordu.

Olası bir durumda Kung Liu iki klanın derhal savaşa girebileceğini çok iyi biliyordu ve böylesi bir savaştan ne gibi sonuçlar doğabileceğinin de farkındaydı. Kardeşinin ayrılması ile birlikte neredeyse bir çöp klanına dönmüş olan klanları, bir savaşa girdiklerinde ortadan kaybolacaktı.

Kung Liu kendisine bir şey olmayacağından adı gibi emindi ancak konu atalarından kendisine miras kalmış olan klanı olduğunda bu kadar emin olamıyordu. Klanı yok olursa geçmişteki büyük atalarına nasıl olurdu da hesap verebilirdi ki?

Kung Liu’nun engin düşüncelerinden ayrılmasına vesile olan şey bir kapıydı, kapı gıcırdayarak pirinç menteşelerinden açılmış ve karşısına araştırma yapması için gönderdiği kara lonca’nın adamlarından Cefer-ül Ehbab çıkmıştı.

Tüm vücudu siyahlar içerisinde olan bu adam nazikçe selam vermiş ve ‘’Raporumu sunmaya geldim klan efendisi.’’

Kung Liu bu sözler ile birlikte dalgınlığından çıkmış ve hızlıca kafasını Cefer-ül Ehbab’a çevirmişti. Koyu siyah elbisesinin altından görülebilen tek şey masmavi gözleriydi. Lakabı da bu gözlerinden gelmişti. ‘’Mavi Düş’’ insanların görmüş olduğu son şey olan mavi gözleri bütün herkesin korktuğu bir şey haline gelmişti. Kung Liu bile bazen bu gözlerinden korkuyordu.

‘’Dediğiniz gibi Kung Klanı’nın bölgesi olarak bilinen Bahçe’yi tamamen araştırdım. Ancak hiçbir sonuç bulamadım. Gözüme takılan tek şey Demir Su şehrine 1 günlük yürüme mesafesinde oraya çıkan cesetlerdi ve birde geniş bir çukurdu.’’

Kung Liu bunu diyeceğini neredeyse çok iyi biliyordu bu yüzden sadece kafasını sallamış ve ‘’Verdiğin rapor için teşekkür ederim. Lonca lideriniz olan Fen Lan’a sonsuz teşekkürlerimi sunarım…’’ demiş ve kafasını tekrar aşağıya indirerek derin düşüncelere dalmıştı. Bu cevap ile birlikte Cefer-ül Ehbab ise hiç vakit kaybetmeden ortalıktan kaybolmuştu. Loncalarının en temel yetenekleri arasında görülen ortadan kaybolma yeteneğini bütün üyeler ustalıkla kullanırdı.

Kung Liu bunları düşünerek günün öğlenine kadar hiç dışarıya çıkmadı, en sonunda kafasını rahatlatmak isteye Kung Liu ise klan içerisinde bizzat kendisinin yetiştirdiği çiçekler ile biraz sohbet etmek istemişti. Halleri son derece vahim bir durumdaydı ve iki çocuğun nereye gittiğinden en ufak fikri bile yoktu, Mor renkli karanfilinin yanına çöken Kung Liu ‘’Söyle bakalım güzeller güzeli karanfilim, bu durumdan ne zaman kurtulacağız?’’ diye acıklı bir ses tonuyla konuşmuş ve güzel çiçekten tek bir sesin gelmemesi ile birlikte daha da morali bozulmuştu.

Akli dengesi yavaş yavaş düzeliyordu ancak bu Kung Liu’nun isteyeceği son şeydi. Yıllar boyunca deli rolü yapmaktan ötürü delirmiş ve deliliği aşırı derecede sevmişti şimdi ise… Kendisini koca bir boşlukta gibi hissediyordu. Tengri Bo’nun kendisini sakatladığını zannetmesinin üstünden on döngü geçmişti ve o zamandan sonra yeni yeni düzelen kaynak enerjisi en ufak bir artış bile gösterememişti. Sınırına dayandığını düşünen Kung Liu ise daha fazla önemsememiş ve gelişimini sonlandırmıştı.

Çiçeklerine sevgisinden verip en fazla iki cümle olacak şekilde hepsiyle konuşan Kung Liu en sonunda kalkmış ve odasına geri dönmeye koyulmuştu. Bu gün de boş bir şekilde geçecekti…


***

Kung Lao kan donduran hapın etkisiyle birlikte hızlıca kendisine gelmiş ve gözlerini açmıştı. Gözlerini açtığı anda ise kendisini savunması gerektiğini anlamıştı.

Kendisine doğru hızlıca gelen Yüzerkanat gagası ile tıpkı bir oka benzemiş ve bu ok doğrudan Kung Lao’yu hedef almıştı.

Yerde hızla iki defa takla atan Kung Lao anında ayağa kalkmış ve elindeki kılıcı daha da sıkarak ‘’Ne duruyorsunuz!! Gelin hadi!!’’ diye tekrar bağırmıştı. Sanki bu bağırmayı bekliyormuş gibi hepsi aynı anda saldırıya geçen iki düzine yüzerkanatların kulak kopartan çığlıkları ile birlikte tüm şelale bölgesi yankılanmıştı.

Kung Lao’ya doğru akın eden Yüzerkanatlar ordusu ek yürek olmuş ve doğrudan aynı şekilde Kung Lao’ya doğru çakılmaya başlamıştı. Hepsinin jile gibi keskin gagası Kung Lao’nun yüreğini hoplatsa da bunu başarması gerektiğini bilen Kung Lao Döneyan’ı kuşandığı gibi hızlıca savurmuştu.

Kendisine doğru gelen rakiplerini tıpkı bir çimenmişçesine doğrayan Kung Lao rakiplerinden bir düzinesini alt ettiğinde neredeyse tükenme noktasına geldiğini hissetmişti. Ciğerleri yorgunluktan patlayacak gibi nefes alıyordu ve aynı şekilde Kung Lao’da bu durumdan ötürü görüşünün bulanıklaştığını biliyordu. Gözlerinin kenarlarında oluşan siyah noktalarda ne derece etkili olduğunu gösteriyordu. Elleri titremiyordu ancak başındaki ağrı onu delirtiyordu.

Kendisine doğru gelen bir başka Yüzerkanatı kılıcının tek hamlesiyle ayıran Lao kılıcını yere saplamış ve kısık kısık nefes almıştı. Sınırına sadece bir adım uzaklıktaydı. Ancak halen daha bir deste rakibe sahipti. Aynı zamanda yüzerkanatlarda yorulmaya başlamıştı. Hızlarındaki düşüş gözle görülebilecek düzeydeydi. Bu iki ırkın karşılaşması eğer sadece eğlence üstüne olmuş olsaydı, iki türde şimdiden pes etmiş ve bırakmıştı. Ancak kavga ölümüne olduğundan tek bir kural geçerliydi: Güçlü olan kazanırdı.

Kung Lao’nun bir sonraki savuruşu ile birlikte kendisine dalışa geçmiş olan bir kuş’un sağ kanadının yarısı kopmuş ve dengesini kaybederek havada dönerek yere doğru düşmeye başlamıştı. Bu süreç içerisinde ise ortalığı dahi görmeyen bir sincap kendisine gelen tehditten habersiz yolunu bulmaya çalışıyordu.

Kung Lao kuşun çok yakında bir yere çakılacağını gördüğü anda hemen kafasını çevirmiş ve kendisine doğru gelen bir başka yüzerkanatı tek hamlede öldürmüştü. Beceriksiz bacakları ile kaba bir dönüş yapmış ve bu esnada kendisine gelen bir başka yüzerkanadından işini geçmişte olduğu gibi sonlandırmıştı. Kung Lao bu derece sefil hale ne zaman düşmüş olsa bunun bir ilk olduğunu aklına getiriyor ve bu durumdan nasıl çıkacağını sürekli olarak düşünüyordu.

Yüzerkanatlara tıpkı Kung Lao’nun durumunda olduğu için kafalarına tek bir plan ortaya çıkmış ve uçuş düzenlerini tamamen değiştirerek tekrardan dalışa geçmişlerdi.

İki taraf da bu savaşa nokta koymaya çalışıyordu. Kung Lao ise karşısındaki Yüzerkanatların düzenlerini değiştirdiğini görmüş ve kendisi de doğrudan kılıcını aşağıya indirerek bedenindeki tüm kaynak enerjisini tek bir noktaya odaklamaya başlamıştı. Odakladığı nokta ise sağ el bileğiydi…

 Yüzerkanatlar doğrudan Kung Lao’nun gövdesine doğru bir ok gibi ilerlemişlerdi. Kung Lao ise aynı şekilde bileğine tüm kaynak enerjisini toplamış ve doğrudan kılıcını savurmuştu. Bileğinin gücü ile birlikte savurma kat ve kat daha güçlü hale gelmiş ve çıkan Rüzgar Kesiğinin gücü de son derece artmıştı.

‘’HAAAA!!!!’’

Kung Lao’nun nidasıyla birlikte kılıcın keskin yüzeyinden doğrudan fırlayan Rüzgar kesiği daha çıktığı anda büyük bir ‘’rumble’’ sesi çıkarmış ve tıpkı uykusundan uyanan ve bölgesi işgal edilmiş bir halde bulan kaplan gibi kükreyerek ilerlemeye devam etmişti.

‘’ROARRR!!’’

Kükreme yol aldıkça ilerlemeye devam etmiş ve genişlemişti. Etkisi gittikçe artmış ve en sonunda ise Yüzerkanatlara çarpmıştı.

‘’BOMM!!’’

Çarpmanın etkisiyle birlikte devasa bir bulut ortaya çıkmış ve hemen ardından ise daha bulut bile dağılmadan birbiri ardına yere bir yağmur damlasıymışçasına düşen ölü bedenler akın etmişti.

‘’Pat!’’

‘’Pat!’’

Her yeni beden ile birlikte, parçalar birbirine karışmış ve bu durumdan ötürü minik bir kan havuzu ortaya çıkmıştı. Kung Lao ise bu yeni oluşuma sadece bir kez bakmış ve zar zor kendisini taşıyan ayaklarını kılıcı ile destekleyerek arkasını dönmüştü. Ne kadar dayanabileceğini bilmiyordu ancak kendisini iyileştirebilmesi için doğadan taze bitkiler toplaması gerektiğini apaçık anlıyordu.

Her adımı ile birlikte Kung Lao bedeninin adeta çöküşünü hissediyordu ve bu durum onda büyük bir şok etkisi yaratıyordu. Adeta parçalanan bedeninden akan kan, kullanmış olduğu ilaç ile birlikte azalsa da akmaya devam etmişti ve bedeni içerisinde neredeyse kan dahi kalmamıştı. Bir adım daha atan Kung Lao daha fazla dayanamamış ve en sonunda kendisini yere bırakarak derin bir uykuya dalmıştı.

***

Bir anda oluşan kükreme ile birlikte Mirza Bo derhal gözlerini açmış ve medittasyonunu bırakmıştı. O kulakları sağır edici kükremede neydi?

Mirza Bo, etrafında yaşayan yaratıkları az çok çözmüştü ancak, Angoria denen bu dünyada sayısız canavar vardı ve kimisi daha hiç keşfedilmemişti bile…

Derhal ayaklanan Mirza Bo merakına yenik düşerek kalmış olduğu mağaradan çıkmış ve sesin geldiği yönü keskin kulakları ile taramıştı. En sonunda nereden geldiğini bulduğunda ise minik bir siluet haline gelmiş ve mağarasından aşağıya doğru inmeye başlamıştı.

Sesin geldiği bölgeye varması sadece bir tütsü süresi sürmüştü. Bu süreç içerisinde Angoria’nın bilinen en büyük şelalerinden birisinin hemen yanından geçmiş ve oluşan baskıya bizzat şahit olmuştu.

Sisin geldiği noktaya geldiği anda görmüş olduğu manzara karşısında şoke olmuş olan Mirza Bo, yerde yatan beyaz tenli, platin saçlı genci görmüş ve daha gördüğü anda ise tanımıştı. Bu kişi bok kafalı öğrencisinden başka kim olabilirdi ki?

Kung Lao’nun yanında yatan bir başka kişi ise minik bir yavruydu. Mirza Bo bu canlıyı tanıyamamıştı bile bir sincabı andırıyordu ancak göğsüne girmiş olan Yüzerkanatın gagası yüzünden büyük zarar almış olan canlıyı fark edemiyordu. Tek fark edebildiği şey ise daha yeni doğmuş olmasıydı ve kapalı gözlerinin düzenli olarak azalan bir hızda dönmesiydi. Tüyleri yeni yeni çıkıyordu ve çıkarken simsiyah olacağını belli ediyordu.

Mirza Bo bu iki neredeyse ölü cesede bakmış ve derin bir iç çekmişti. Öğrencisi ile her şekilde gururlanıyordu. Arkasında bırakmış olduğu kan gölünü kendisi yapmıştı ve hiç br yardım almadığı her halinden belliydi. Bedenindeki yaraların ise derinliğinden ölmek üzere olduğu kesindi.  

İçine çektiği nefesi bırakan Mirza Bo ellerini birbirine bağlamış ve kütürdetmişti. Bir kez daha iş başına koyulması gerektiği açıktı.
[1.700]
***
Doğru söyleyin şimdi :D Özlediniz demi bu adamı
Kung Lao iyileşecek mi?
Tengri Mei ne yapıyor?

Bir sonraki bölüme ne olacak? Merak mı ediyorsunuz, o zaman bekleyin ve okuyun hacı :D 


Önceki Bölüm | Sonraki Bölüm


Posted by
Facebook Twitter Google+

Comment Now

14 yorum

        • avatar Unknown says:

          Harika olmuş ta bu sincap o küçük piçin akrabası diil heralde dldöld o ölüme terk etmiştide dlxlslmdmd

            • avatar Unknown says:

              Eline sağlık. Bölüm için teşekkürler. He ya bıraktı kızı ortada. ...

              • avatar Lloyd Türkiye'nin en büyük yetişkin çizgi romanlarına sahip kişi says:

                Eline sağlık

                  • avatar Unknown says:

                    Küçük sincap aslında az önceki demirkuyruk bence kunglao cahilliği yüzünden onu yetişkin sandı. Mirza Bo da bir kere olsun olaysız çıksın ortaya

                    • avatar Unknown says:

                      Ustadan temiz bi dayak yerde nereye kayboldu bu savasi cikaran yaratik

                      • avatar GgK says:

                        Kung Liu nun Mirza Bo ya çırağına vermesi için verdiği bilye mi bezelyemi her ne ise işte ona ne oldu

                        • avatar GgK says:

                          Kung Liu nun Mirza Bo ya çırağına vermesi için verdiği bilye mi bezelyemi her ne ise işte ona ne oldu

                          • avatar Unknown says:

                            Halen daha vermedi mirza bo onu nezaman vereceğini bilmiyorum