Angoria Bölüm 27: İşe Koyulmanın Vakti
Geniş
şelalenin hemen arkasında uzanan iki dağın eteğinde Mirza Bo kendince
meditasyonunu yapıyordu, son günlerde son derece keyfi yerindeydi. Cebine giren
yüklü miktarda para’nın keyfini çıkarmış ve bizzat ‘’Boichi Ticaret Loncasının’’
talimatıyla kendisine özel hizmetler verilmişti. Nasıl olurdu da mutlu olmazdı
ki? Yanına almış olduğu özel kaymak birasından bir yudum içen Mirza Bo
kıkırdamış ve ‘’Kitaplarda gitti… Umarım benim bok kafalı öğrenci almıştır
kitapları. Daha suratından anlaşılıyordu cahilliğin aktığı…Hık!’’
Hıçkırık
ile birlikte tekrar gülmüş ve elindeki kupada kalan kaymak birasının hepsini
kafasına dikmişti. Eşsiz kıvamı ile birlikte boğazı gıdıklanmış ve soğukluğu
ile içi titremişti. Son derece enfes tadından ötürü neredeyse bayılacaktı. Kaç
zaman olmuştu bu eşsiz lezzetleri tatmayalı? Hatırlamıyordu bile…
Birasının
bittiğini fark eden Mirza Bo kendisini bir solukta fıçıya doğru götürmüş ve
fıçının içindeki biradan kendisine bir bardak daha doldurmuştu. Bir yudumda
tekrar bardağının yarısını içen Mirza Bo dudağının üstüne tıpkı bir bıyık gibi
yapışan beyaz köpüğü elinin tersiyle silmiş ve hafifçe sesli bir nefes
bırakmıştı, işte şimdi hazırdı.
Eline
son derece nadir bir şekilde geçmiş olan Köken incisini ağzına götüren Mirza Bo
hiç düşünmeden tek lokmada yutmuş ve ardından ise mediatif konuma geçerek
incinin içindeki Kaynak Enerjisini emmeye koyulmuştu. Çırağından ayrı geçirmiş
olduğu kısacık sürede sürekli kafasında dönüp dolaşan meditasyon tekniğini ne
kadar kopyalamaya çalışsa da bir türlü başaramayan Mirza Bo en sonunda
kendisini geriye düşmüş hissetmş ve bildiği yoldan eğitimine devam etmek
istemişti.
Gözlerini
hızla kapatan Mirza Bo’nun suratında ise eşsiz bir görüntü vardı, bu nasıl
olmazdı ki…
***
Kung
Liu günün ilk ışıkları ile birlikte tedirgin bir halde kalkmıştı. Ruhu adeta
bir şişenin içine çekiliyor gibiydi ve bunu engelleyemiyeek durumdaydı.
Neredeyse bir haftadır kayıp olan oğlu ve onunla birlikte kaybolan Tengri Mei’nin
vaziyetinden endişe duyuyordu. Kung Lao’ya bir şey olmayacağından emindi. Nasıl
olabilirdi ki? O ki çok kısacık sürede Temel Kaynak Alemine geçmiş ve kendi
rekoru olan iki döngülük zamanı bile kırarak aylar içerisinde ilerleyişini
sürdürmüştü. Oğlundan ne kadar emin olsa da Kung Liu müstakbel gelini ve aynı
zamanda ezeli düşmanlarının kızına bir şey olmasından korkuyordu.
Olası
bir durumda Kung Liu iki klanın derhal savaşa girebileceğini çok iyi biliyordu
ve böylesi bir savaştan ne gibi sonuçlar doğabileceğinin de farkındaydı.
Kardeşinin ayrılması ile birlikte neredeyse bir çöp klanına dönmüş olan
klanları, bir savaşa girdiklerinde ortadan kaybolacaktı.
Kung
Liu kendisine bir şey olmayacağından adı gibi emindi ancak konu atalarından
kendisine miras kalmış olan klanı olduğunda bu kadar emin olamıyordu. Klanı yok
olursa geçmişteki büyük atalarına nasıl olurdu da hesap verebilirdi ki?
Kung
Liu’nun engin düşüncelerinden ayrılmasına vesile olan şey bir kapıydı, kapı
gıcırdayarak pirinç menteşelerinden açılmış ve karşısına araştırma yapması için
gönderdiği kara lonca’nın adamlarından Cefer-ül Ehbab çıkmıştı.
Tüm
vücudu siyahlar içerisinde olan bu adam nazikçe selam vermiş ve ‘’Raporumu
sunmaya geldim klan efendisi.’’
Kung
Liu bu sözler ile birlikte dalgınlığından çıkmış ve hızlıca kafasını Cefer-ül
Ehbab’a çevirmişti. Koyu siyah elbisesinin altından görülebilen tek şey masmavi
gözleriydi. Lakabı da bu gözlerinden gelmişti. ‘’Mavi Düş’’ insanların görmüş
olduğu son şey olan mavi gözleri bütün herkesin korktuğu bir şey haline
gelmişti. Kung Liu bile bazen bu gözlerinden korkuyordu.
‘’Dediğiniz
gibi Kung Klanı’nın bölgesi olarak bilinen Bahçe’yi tamamen araştırdım. Ancak hiçbir
sonuç bulamadım. Gözüme takılan tek şey Demir Su şehrine 1 günlük yürüme
mesafesinde oraya çıkan cesetlerdi ve birde geniş bir çukurdu.’’
Kung
Liu bunu diyeceğini neredeyse çok iyi biliyordu bu yüzden sadece kafasını
sallamış ve ‘’Verdiğin rapor için teşekkür ederim. Lonca lideriniz olan Fen Lan’a
sonsuz teşekkürlerimi sunarım…’’ demiş ve kafasını tekrar aşağıya indirerek
derin düşüncelere dalmıştı. Bu cevap ile birlikte Cefer-ül Ehbab ise hiç vakit
kaybetmeden ortalıktan kaybolmuştu. Loncalarının en temel yetenekleri arasında
görülen ortadan kaybolma yeteneğini bütün üyeler ustalıkla kullanırdı.
Kung
Liu bunları düşünerek günün öğlenine kadar hiç dışarıya çıkmadı, en sonunda
kafasını rahatlatmak isteye Kung Liu ise klan içerisinde bizzat kendisinin
yetiştirdiği çiçekler ile biraz sohbet etmek istemişti. Halleri son derece
vahim bir durumdaydı ve iki çocuğun nereye gittiğinden en ufak fikri bile
yoktu, Mor renkli karanfilinin yanına çöken Kung Liu ‘’Söyle bakalım güzeller
güzeli karanfilim, bu durumdan ne zaman kurtulacağız?’’ diye acıklı bir ses
tonuyla konuşmuş ve güzel çiçekten tek bir sesin gelmemesi ile birlikte daha da
morali bozulmuştu.
Akli
dengesi yavaş yavaş düzeliyordu ancak bu Kung Liu’nun isteyeceği son şeydi.
Yıllar boyunca deli rolü yapmaktan ötürü delirmiş ve deliliği aşırı derecede
sevmişti şimdi ise… Kendisini koca bir boşlukta gibi hissediyordu. Tengri Bo’nun
kendisini sakatladığını zannetmesinin üstünden on döngü geçmişti ve o zamandan
sonra yeni yeni düzelen kaynak enerjisi en ufak bir artış bile gösterememişti.
Sınırına dayandığını düşünen Kung Liu ise daha fazla önemsememiş ve gelişimini
sonlandırmıştı.
Çiçeklerine
sevgisinden verip en fazla iki cümle olacak şekilde hepsiyle konuşan Kung Liu
en sonunda kalkmış ve odasına geri dönmeye koyulmuştu. Bu gün de boş bir
şekilde geçecekti…
***
Kung
Lao kan donduran hapın etkisiyle birlikte hızlıca kendisine gelmiş ve gözlerini
açmıştı. Gözlerini açtığı anda ise kendisini savunması gerektiğini anlamıştı.
Kendisine
doğru hızlıca gelen Yüzerkanat gagası ile tıpkı bir oka benzemiş ve bu ok doğrudan
Kung Lao’yu hedef almıştı.
Yerde
hızla iki defa takla atan Kung Lao anında ayağa kalkmış ve elindeki kılıcı daha
da sıkarak ‘’Ne duruyorsunuz!! Gelin hadi!!’’ diye tekrar bağırmıştı. Sanki bu
bağırmayı bekliyormuş gibi hepsi aynı anda saldırıya geçen iki düzine
yüzerkanatların kulak kopartan çığlıkları ile birlikte tüm şelale bölgesi
yankılanmıştı.
Kung
Lao’ya doğru akın eden Yüzerkanatlar ordusu ek yürek olmuş ve doğrudan aynı
şekilde Kung Lao’ya doğru çakılmaya başlamıştı. Hepsinin jile gibi keskin
gagası Kung Lao’nun yüreğini hoplatsa da bunu başarması gerektiğini bilen Kung
Lao Döneyan’ı kuşandığı gibi hızlıca savurmuştu.
Kendisine
doğru gelen rakiplerini tıpkı bir çimenmişçesine doğrayan Kung Lao
rakiplerinden bir düzinesini alt ettiğinde neredeyse tükenme noktasına
geldiğini hissetmişti. Ciğerleri yorgunluktan patlayacak gibi nefes alıyordu ve
aynı şekilde Kung Lao’da bu durumdan ötürü görüşünün bulanıklaştığını
biliyordu. Gözlerinin kenarlarında oluşan siyah noktalarda ne derece etkili
olduğunu gösteriyordu. Elleri titremiyordu ancak başındaki ağrı onu
delirtiyordu.
Kendisine
doğru gelen bir başka Yüzerkanatı kılıcının tek hamlesiyle ayıran Lao kılıcını
yere saplamış ve kısık kısık nefes almıştı. Sınırına sadece bir adım
uzaklıktaydı. Ancak halen daha bir deste rakibe sahipti. Aynı zamanda
yüzerkanatlarda yorulmaya başlamıştı. Hızlarındaki düşüş gözle görülebilecek
düzeydeydi. Bu iki ırkın karşılaşması eğer sadece eğlence üstüne olmuş olsaydı,
iki türde şimdiden pes etmiş ve bırakmıştı. Ancak kavga ölümüne olduğundan tek
bir kural geçerliydi: Güçlü olan kazanırdı.
Kung
Lao’nun bir sonraki savuruşu ile birlikte kendisine dalışa geçmiş olan bir kuş’un
sağ kanadının yarısı kopmuş ve dengesini kaybederek havada dönerek yere doğru
düşmeye başlamıştı. Bu süreç içerisinde ise ortalığı dahi görmeyen bir sincap
kendisine gelen tehditten habersiz yolunu bulmaya çalışıyordu.
Kung
Lao kuşun çok yakında bir yere çakılacağını gördüğü anda hemen kafasını
çevirmiş ve kendisine doğru gelen bir başka yüzerkanatı tek hamlede öldürmüştü.
Beceriksiz bacakları ile kaba bir dönüş yapmış ve bu esnada kendisine gelen bir
başka yüzerkanadından işini geçmişte olduğu gibi sonlandırmıştı. Kung Lao bu
derece sefil hale ne zaman düşmüş olsa bunun bir ilk olduğunu aklına getiriyor
ve bu durumdan nasıl çıkacağını sürekli olarak düşünüyordu.
Yüzerkanatlara
tıpkı Kung Lao’nun durumunda olduğu için kafalarına tek bir plan ortaya çıkmış
ve uçuş düzenlerini tamamen değiştirerek tekrardan dalışa geçmişlerdi.
İki
taraf da bu savaşa nokta koymaya çalışıyordu. Kung Lao ise karşısındaki
Yüzerkanatların düzenlerini değiştirdiğini görmüş ve kendisi de doğrudan
kılıcını aşağıya indirerek bedenindeki tüm kaynak enerjisini tek bir noktaya
odaklamaya başlamıştı. Odakladığı nokta ise sağ el bileğiydi…
Yüzerkanatlar doğrudan Kung Lao’nun gövdesine
doğru bir ok gibi ilerlemişlerdi. Kung Lao ise aynı şekilde bileğine tüm kaynak
enerjisini toplamış ve doğrudan kılıcını savurmuştu. Bileğinin gücü ile
birlikte savurma kat ve kat daha güçlü hale gelmiş ve çıkan Rüzgar Kesiğinin
gücü de son derece artmıştı.
‘’HAAAA!!!!’’
Kung
Lao’nun nidasıyla birlikte kılıcın keskin yüzeyinden doğrudan fırlayan Rüzgar
kesiği daha çıktığı anda büyük bir ‘’rumble’’ sesi çıkarmış ve tıpkı uykusundan
uyanan ve bölgesi işgal edilmiş bir halde bulan kaplan gibi kükreyerek
ilerlemeye devam etmişti.
‘’ROARRR!!’’
Kükreme
yol aldıkça ilerlemeye devam etmiş ve genişlemişti. Etkisi gittikçe artmış ve
en sonunda ise Yüzerkanatlara çarpmıştı.
‘’BOMM!!’’
Çarpmanın
etkisiyle birlikte devasa bir bulut ortaya çıkmış ve hemen ardından ise daha
bulut bile dağılmadan birbiri ardına yere bir yağmur damlasıymışçasına düşen
ölü bedenler akın etmişti.
‘’Pat!’’
‘’Pat!’’
Her
yeni beden ile birlikte, parçalar birbirine karışmış ve bu durumdan ötürü minik
bir kan havuzu ortaya çıkmıştı. Kung Lao ise bu yeni oluşuma sadece bir kez
bakmış ve zar zor kendisini taşıyan ayaklarını kılıcı ile destekleyerek
arkasını dönmüştü. Ne kadar dayanabileceğini bilmiyordu ancak kendisini
iyileştirebilmesi için doğadan taze bitkiler toplaması gerektiğini apaçık
anlıyordu.
Her
adımı ile birlikte Kung Lao bedeninin adeta çöküşünü hissediyordu ve bu durum
onda büyük bir şok etkisi yaratıyordu. Adeta parçalanan bedeninden akan kan,
kullanmış olduğu ilaç ile birlikte azalsa da akmaya devam etmişti ve bedeni
içerisinde neredeyse kan dahi kalmamıştı. Bir adım daha atan Kung Lao daha
fazla dayanamamış ve en sonunda kendisini yere bırakarak derin bir uykuya
dalmıştı.
***
Bir
anda oluşan kükreme ile birlikte Mirza Bo derhal gözlerini açmış ve
medittasyonunu bırakmıştı. O kulakları sağır edici kükremede neydi?
Mirza
Bo, etrafında yaşayan yaratıkları az çok çözmüştü ancak, Angoria denen bu
dünyada sayısız canavar vardı ve kimisi daha hiç keşfedilmemişti bile…
Derhal
ayaklanan Mirza Bo merakına yenik düşerek kalmış olduğu mağaradan çıkmış ve
sesin geldiği yönü keskin kulakları ile taramıştı. En sonunda nereden geldiğini
bulduğunda ise minik bir siluet haline gelmiş ve mağarasından aşağıya doğru
inmeye başlamıştı.
Sesin
geldiği bölgeye varması sadece bir tütsü süresi sürmüştü. Bu süreç içerisinde
Angoria’nın bilinen en büyük şelalerinden birisinin hemen yanından geçmiş ve
oluşan baskıya bizzat şahit olmuştu.
Sisin
geldiği noktaya geldiği anda görmüş olduğu manzara karşısında şoke olmuş olan
Mirza Bo, yerde yatan beyaz tenli, platin saçlı genci görmüş ve daha gördüğü
anda ise tanımıştı. Bu kişi bok kafalı öğrencisinden başka kim olabilirdi ki?
Kung
Lao’nun yanında yatan bir başka kişi ise minik bir yavruydu. Mirza Bo bu
canlıyı tanıyamamıştı bile bir sincabı andırıyordu ancak göğsüne girmiş olan
Yüzerkanatın gagası yüzünden büyük zarar almış olan canlıyı fark edemiyordu.
Tek fark edebildiği şey ise daha yeni doğmuş olmasıydı ve kapalı gözlerinin
düzenli olarak azalan bir hızda dönmesiydi. Tüyleri yeni yeni çıkıyordu ve
çıkarken simsiyah olacağını belli ediyordu.
Mirza
Bo bu iki neredeyse ölü cesede bakmış ve derin bir iç çekmişti. Öğrencisi ile
her şekilde gururlanıyordu. Arkasında bırakmış olduğu kan gölünü kendisi
yapmıştı ve hiç br yardım almadığı her halinden belliydi. Bedenindeki yaraların
ise derinliğinden ölmek üzere olduğu kesindi.
İçine
çektiği nefesi bırakan Mirza Bo ellerini birbirine bağlamış ve kütürdetmişti.
Bir kez daha iş başına koyulması gerektiği açıktı.
[1.700]
***
Doğru
söyleyin şimdi :D Özlediniz demi bu adamı
Kung Lao
iyileşecek mi?
Tengri Mei ne
yapıyor?
Bir sonraki
bölüme ne olacak? Merak mı ediyorsunuz, o zaman bekleyin ve okuyun hacı :D
Olley first
First
Güzeldi
Harika olmuş ta bu sincap o küçük piçin akrabası diil heralde dldöld o ölüme terk etmiştide dlxlslmdmd
Bir yazarın klasik yanıtı: Bilmem :D
Eline sağlık. Bölüm için teşekkürler. He ya bıraktı kızı ortada. ...
Eline sağlık
Eline sağlık
Küçük sincap aslında az önceki demirkuyruk bence kunglao cahilliği yüzünden onu yetişkin sandı. Mirza Bo da bir kere olsun olaysız çıksın ortaya
Ustadan temiz bi dayak yerde nereye kayboldu bu savasi cikaran yaratik
Kung Liu nun Mirza Bo ya çırağına vermesi için verdiği bilye mi bezelyemi her ne ise işte ona ne oldu
Kung Liu nun Mirza Bo ya çırağına vermesi için verdiği bilye mi bezelyemi her ne ise işte ona ne oldu
Halen daha vermedi mirza bo onu nezaman vereceğini bilmiyorum
Yb nezaman