Angoria Bölüm 84: Sevimli

Angoria Bölüm 84: Sevimli



Angoria’nın en kuytu yerinde uzun bir ormanda, kan ile ıslanmış toprağın üstünde perişan halde iki farklı beden bulunuyordu. İkisi de kendilerine neler olduğunun hiç farkında değildi. Ömürlerinin en tatlı zamanlarında bu ikili aynı sebepten ötürü harabe haline gelmişti. İkisinin de kalbinde aynı duygular gizliydi. Şimdi ölecekmiydi? İkili, kendilerine verilen eşsiz nefesi tekrar tekrar ciğerlerine çektiğinde en sonunda anlamışlardı ölmediklerini…

İkisinin de kalbi adeta bir nabız gibi atıyordu, böylesine bir kalp atışından ancak bir yırtıcı tarafından kovalandıkları anlaşılabiliyordu. Kanları son nefesleri ile birlikte daha da hızlı akmış ve ikilinin kanları en sonunda birbirlerine dokunmuş ve her zerresi birbiri ile bütünleşerek ilerlemeye devam etmişti. Kanın içindeki besin ögeleri tıpkı birbirini bulmuş bir çift gibi hızlıca bir bütün haline gelmiş ve hemen ardından ise toprağın içine girerek arkasında koyu kahve rengi bir renk bırakmıştı. Dökülmüş olan tüm kan birbiri ile buluştuğunda, en sonunda yârini bulmuş sevgililer gibi bir bütün haline gelmiş ve ortaya ince ve yumuşak bir ışık çıkarmıştı.

Işığın sureti öylesine ince ve dalgalıydı ki, gören insanlar iki bedenin arasında bir çift perdenin örtüldüğünü görmüş gibi bir yanılgıya düşebilirlerdi. İkilinin ciğerlerinden boşaltmış olduğu son nefes ile birlikte, bedenlerindeki minik titremelerde kendini hareketsizliğe bırakmış ve en sonunda tüm gümbürtü de ağır ağır solmaya koyulmuştu. İkilinin nefesleri dışarıya son kez çıktığında hemen yanlarında bulunan ince ışıktan perde de daha da belirgin olmaya başlamış ve daha parlak bir hale bürünmeye koyulmuştu. İkilinin ciğerlerinden çıkan her nefes taneciğinin bir bütün halinde ışığa karışması öylesine ihtişamlı bir ölümdü ki, etrafında insanlar olmuş olsa onlar adına sevinirlerdi.

Yanlarına bir melek indi ve onları aldı diye, tüm insanlar kıskanır ve kendilerine de aynı ölümden nasip olmalarını isterlerdi.

İkilinin ciğerlerindeki son nefes taneciği de ortadan kaybolup ışığın içine çekildiğinde ışıktan perde önce bir titremiş ardından ise Arbüz ve Görbüz güneşlerinin şekli gibi yuvarlak bir top haline gelmişti.

Geçirmiş olduğu değişim ile birlikte özelliği de değişmiş ve tıpkı ikiz güneşler gibi yakıcı bir hale bürünmüştü. İki ölü bedenin çevresindeki tüm kan, kuru ot ve toprak bir anda kavrulmaya başlamış ve hepsi minik tozlar haline gelmişti. Bu kadar an bir sıcaklıktan ötürü toprağın içinde masumca yaşayan, solucanlar ve karıncalar daha ne olduğunu bile anlayamadan yok olmuş ve ışık küresinin içinde kaybolmuşlardı.

İkilinin tam ortasında bulunan ve yapmış olduğu son hareket ile birlikte daha da büyük bir hale gelen top bir anda ortadan ikiye ayrılmış ve kendisini kopyaladıktan sonra hızla iki ölü bedenin içine girmişti. İki bedenin içine hızlıca giren toplar, bütün bedeni bir anda içten sarmalamış, ardından ise bu sarmalamayı dışarıdan yaparak bedenin dışındaki hasarların hepsini kritik düzeyden minimale indirmeye başlamıştı.

Dışarıdan gören insanlar, bu iki ölü bedenin içten yandığını gördüklerini zannederlerdi. İki bedenin belirli bölgelerinden dumanlar yükseliyordu ve bu ince dumanlar kimi yerde siyahlaşırken kimi yerde ise sarıya doğru dönüyordu.

Dumanların yükselmesi de bittiğinde, içlerindeki ışık yavaşça sönmeye başlamış ve ışık etkisini kaybettiğinde ise ikili ölümden sonra ilk nefeslerini almıştı.

***

Kung Lao gözlerini açtığı anda derin bir nefes almış ve hemen etrafını kontrol etmişti. Bedeninin en son gördüğü şey olan Yüzerkanatların hiçbir izine rast gelmeyen Kung Lao rahatlamış ve kendisini kalkmak için hazırlamıştı. 

Tam bu sırada zihninde derin bir şekilde bir açlık hissinin varlığına tanık olan Kung Lao bu ani histen ötürü neredeyse donmuş ve kaskatı kesilmişti.

Kaskatı kesilmesinin sebebi ise, bu açlığı kendisinin duymamış olmamasıydı…

Kung Lao bunun nereden geldiğini bilmiyordu ve sırf bu yüzden daha da tedirgin olmuştu. Zihninde beliren açlık hissi o kadar kuvvetliydi ki, neredeyse beyni sadece bu düşünceler ile bir bütün olmuş ve düşünmesine fırsat dahi vermemişti.

Açlık git gide büyüyordu ve bundan Kung Lao’da etkilenmeye başlamıştı.  Midesinin yavaşça guruldaması ve bana da ver demesiyle birlikte Kung Lao yemek yemesinin gerektiğini hissetmiş ve hızlıca doğrularak kullanabileceği çalı ve odun aramaya koyulmuştu.

Toplamda sadece bir yemek süresi geçmişti ki Kung Lao bulunduğu bölgeye geri dönmüş ve yemeğini hazırlamaya koyulmuştu. Yüzüğünün içinden çıkarmış olduğu gıdalarını neşe ile çatırdayan ve ortaya güzel bir görüntü sunan ateş ile birlikte çiğ yiyeceklerini pişirmeye koyulmuştu.

Sadece bir yemek süresi sonrasında sıcacık iki farklı yemek Kung Lao’nun önünde duruyordu. Bunlardan birisi bir koyunun bacak etiyken diğeri de tüm tavuktu. Kung Lao hemen koyunun bacak etine atlamış ve sulu bacak etini eline alıp direkt olarak ısırmıştı. Sulu koyun eti Kung Lao’nun ağzında yavaşça dağılmış ve suyu ile birlikte Kung Lao’nun boğazından aşağıya doğru inmişti. Bu süreçte önce yemek borusuna giren et, yemek borusunun mukus yapısı sayesinde zorlanmamış ve Kung Lao’nun tıkanmasını engellemişti. Ağzına almış olduğu et parçası o kadar büyüktü ki, Kung Lao kendisini bir an kara kurbağası sanmıştı.

İkinci bir ısırık ile birlikte Kung Lao tekrar kendisini yutmada zorluk yaşar halde bulmuştu. Bu sefer daha da özen göstermiş ve küçük parçalar ısırmıştı ancak yine de yemek borusunda zorlanma olmuş gibi hissettirmişti.

Bu sırada ise hemen yanında minik bir hareketlilik hisseden Kung Lao hızla gözlerini o tarafa doğru çevirmiş ve hareketliliğin nedeni görmüştü.

Kung Loa’nun görmüş olduğu şey simsiyah kıllara sahip sadece Kung Lao’nun elinin yarısı kadar büyüklükte, daha gözlerini bile açmaktan aciz bir sincap idi. Kung Lao sincabın kendisine doğru ağır adımlar ile paytak bir şekilde ilerleyişini izlemişti. Her adımı sanki onun için Angoria’nın en büyük başarısıymışçasına ilerleyen sincap, her adımında daha açılmamış gözleri ile kafasını havaya kaldırıyor ve haşin bir sırıtma ile sırıtıyordu. Bu sırada ise minik burnu alışkın olmadığı yeni kokulara meraklı bir şekilde kokluyor ve bu süreçte burnu sürekli olarak bir aşağıya bir yukarıya iniyordu.

Kung Lao yanına gelen bu hayvanın kuyruğunu gördüğü anda şaşırmıştı. Demirkuyruğun kuyruk yapısına sahip olan bu minik sincap ile birlikte Kung Lao, bu minik yaratığın bir kaynak canavarı olduğunu anlamış ve şaşırmıştı.

Kaynak Canavarları ile ilgili bilgisi sadece minik kitaplarına aitti ve son derece nadir görülen bu sincap türünün bebekliği ile ilgili hiçbir dokümanı bulunmuyordu. Ancak çok iyi bildiği bir şey vardı ki, bu kadar küçük bir kaynak canavarı asla tek başına olmaz ve yanında kesinlikle ebeveynlerini de bulundururdu. 

Kung Lao bunları düşünürken gözünün önünden kaybolan bu sevimli yavru, ile birlikte Kung Lao tekrar şaşırmış ancak daha sonrasında ise umursamadan yemeğini yemeye devam etmek istemişti.

Ancak görmüş olduğu tatlı sincabın tüm tavuğa bakarak dişlerini çıkarması ile birlikte Kung Lao’nun gözleri elmas kadar iri bir hale gelmişti. Sincabın minicik dişlerini pişmiş tavuk etine bastırıp ufacık bir lokma almasıyla birlikte ise Kung Lao neredeyse boğulduğunu hissetmişti.
Hangi sincabın bir et yediği görülmüştü ki?

Kung Lao özellikle yavruların yediğini asla ne duymuş, ne görmüş ve ne de okumuştu… Bu durumdan ötürü Kung Lao kendisini muzu ilk kez görmüş bir köylü gibi hissetmişti. Bu durum öylesine ilginç ve güzeldi ki minik sincabın minik ağzıyla hızlı hızlı çiğneyip ardından tekrar minik bir yudum alması onu şoke etmişti. 

Daha gözleri bile açık değilken bu kadar tatlı olan hiçbir canlıyı görmemiş olan Kung Lao, nedensiz yere bedeninin bu canlıya doğru çekildiğini hissetmişti. Normalde olsa daha tavuğundan ilk ısırığı ile birlikte öldüreceği canlı, şuan onun önünde tavuğunun yarısını yemiş ve yemeye de devam etmişti. Kung Lao’nun içindeki merak ve şaşkınlık, kendisini bu canlıyı sevme dürtüsü oluşturmuş ve Kung Lao yemek arkadaşının yemeğini bitirdiğini fark ettiğinde daha fazla dayanamayarak minik sincabı ellerinin arasına almıştı. Seyrek Siyah Tüylerinin arasından görülen vücudu Kung Lao’nun eli değdiği anda kısa bir süreliğine ürpermiş ardından ise sanki Kung Lao’nun bedenini tanıyarak rahatlamıştı.

Kung Lao ellerinin arasına gelen minicik yavruyu almış ve nazikçe elinde tutmuştu. Yumuşacık simsiyah tüyleri ve kapalı gözleri ile birlikte sincap öylesine tatlıydı ki, Kung Lao onu incitebilecek hareketlerin hepsinden kaçınmış ve narin bir şekilde izlemeye devam etmişti.

Bu sırada ise zihnindeki açlık dürtüsü kaybolmuş ve Kung Lao kendisini daha rahat hissetmişti, yaşamış olduğu onca maceradan sonra derin uykusu gelen Kung Lao ateşi söndürmüş ve minik sincabı göğsünün üstüne koyarak gözlerini uykuya kapatmıştı.

[1.250]

***
Bölümü uzatacaktım ancak daha fazla yazmadığımı fark ettim. Finaller beni bitiriyor, o yüzden şimdilik idare edin :D
Neyse görüşmek üzere yorum atın ki bu yazarın morali yerine gelsin :D

Posted by
Facebook Twitter Google+

Comment Now

4 yorum

  1. avatar Unknown says:

    Eline sağlık. Bölüm için teşekkürler. İnsan bi merak eder ben nasıl iyileştim diye. ...

    • avatar Unknown says:

      geçmiş olsun ayde sınavlar çok girmez inşallah

      • avatar Unknown says:

        Usta nere kayboldu bu bebek kimden ve neden kung dan kacmadi gibi bayagi birkac soru var

        • avatar Süper okuyucu says:

          Abi diğer bölümler yok sonraki bölümler gözükmüyo bi el atar mısin