Angoria Bölüm 81: İki Türün Kapışması


Angoria Bölüm 25: İki Türün Kapışması



Kung Lao’nun geçirmiş olduğu eğlenceli akşam ile birlikte, bir çok malzeme alınmış ve bunlar Kung Lao’nun mekânsal yüzüğüne depolanmıştı. Aynı zamanda şehre gelen bir gösteri ile birlikte ikili de dahil olmak üzere tüm insanlar o noktaya gitmiş ve yapılan şakalara hem kendileri hem de etrafındakiler gülmüştü.

Güzel bir akşam geçiren ikili bu akşam sayesinde daha önce yaşamış oldukları kanlı sahnelerden bir miktar kopmuş, moralleri yerine gelmişti. Birbirlerinin en içten gülüşmelerine şahit olmuşlar, kimi zaman ise yaptıkları şakalara yalandan sinirlenmiş gibi davranmışlardı. Tengri Mei, Kung Lao’nun böylesine iyi huylu olduğunu hiç ama hiç bilmiyordu, az çok Kung Lao’yu çözmeye başlamış ve çözdükçe daha da derine çekildiğini hissetmişti.

İkili odalarına geldiklerinde Kung Lao hınzır bir gülümseme sunmuş ve ‘’Elbise ile birlikte göklerde olan güzelliğin şuan Angoria’yı aşıyor.’’  Demiş ve hızlıca kapısını kapatmıştı. Tengri Mei ise ilk kez güzelliğinden ötürü almış övgüye bu kadar utanmıştı.

Kung Lao kapıyı kapattığı anda kendisini tokatlamış ve ‘’Aptal!! Böyle değildi hayır böyle değil!!’’ diye kendi kendine mırıldanmıştı. Daha sonrasında ise günün ağırlığından ötürü biten enerjisi ile birlikte tekrar kafasını yumuşak yatağına yaslamış ve hiç vakit kaybetmeden uyumuştu.

Sabah uyandığında Kung Lao kendisini son derece dinç hissetmiş ve tüm gün odada oturmasının anlamsız olduğunu düşünerek dışarıya çıkmıştı. Derin ve temiz bir hava çeken Kung Lao, dışarıda yemek pişiren bir adamın yanına giderek uygun fiyata bir yemek almış ve onu karnına indirdiğinde ise daha da enerjik hissetmişti.

Bir anda kafasına şimşek düşmüş gibi hisseden Kung Lao, aklına gelen plan ile birlikte son derece uygun bulmuş ve derhal ilerlemeye koyulmuştu. Şehrin kapısından çıktığı anda kafasını havaya kaldırmış ve tepesinin gözüktüğü şelaleye bakmıştı. Angoria’daki en büyük şelalelerden birisine…

Kafasını indiren Kung Lao göz açıp kapayıncaya kadar kapının girişinden ayrılmış ve korumalarıda kendisine şaşkın bir halde bırakmıştı. Kung Lao’nun geçmiş olduğu alan sürekli değişim gösteriyordu, sık ağaçlık alanın içerisinde giden Kung Lao bu kadar ilerlemenin yeterli olduğunu düşünmüş ve kendisini durdurmuştu.

İyice etrafına bakmayı ihmal etmeyen Kung Lao kimsenin olmadığını fark ettiğinde kıyafetinin üst kısmını hızlıca çıkarmış ısınma hareketlerini yapmaya başlamıştı. Kendisini güçlendirmesi gerektiğini çok iyi bilen Kung Lao sadece kaynak alemine güvenmemeli aynı zamanda kendi gücünü de zirve noktasına taşımalıydı.

Kol kaslarının ritmik olarak gerilip geri gevşemesi, hem Lao’yu yormuş hem de, ona biraz mutluluk vermişti. Önlerindeki turnuvada ne kadar güçlü olursa onun için o kadar iyiydi ve bu süreç içerisinde düzenli olarak spor yapması onun için en iyisiydi.

Derin bir nefes bırakan Kung Lao, terlemiş olan alnını silmiş ve kuruyan boğazı için su arayışına girmişti. Etrafında hiç su kaynağı bulunmadığı için, aklına tek olarak şelale gelmiş ve oraya gitmesinin en iyisi olacağını düşünmüştü.

Tam olarak şelalenin yerini bilmese de Kung Lao önünde duran, ucundan doğru yolda olduğunu çok ama çok iyi biliyordu, bir heykel gibi heybetli bir şekilde dikilen şelalenin ucu suyun köpüklenerek akmasından ötürü bembeyaz bir bulut gibi görünüyordu. Çehresinde uçuşan kuşlar Kung Lao’nun alem atlamasıyla birlikte gelişen gözleriyle bile sadece ufak bir karaltı olarak görünüyordu. Yüksekliği muazzamdı ve bu durum Kung Lao’nun korkmasına neden oluyordu.

Kung Lao’nun kullanmış olduğu sismik adımlar her ne kadar hızlı olmuş olsa da şelaleye varması ancak gün batımına denk gelmişti. Bu kadar uzun süreceğini bilmeyen Kung Lao, yanına erzak alması gerektiğini düşünmüş ve almadığı için kendisine küfretmişti.

Şelalenin yanına vardığı anda Kung Lao manzarası karşısında hayrete düşmüş ve en sonunda daha fazla dayanamayarak derin bir iç çekmişti. Kendisi hiç bu kadar yüksek olacağını tahmin etmemişti. Suyun muazzam kudreti hiç hız kesmeden aşağıya doğru akıyordu ve ardından ise geniş bir su yatağı ile ilerlemeye devam ediyordu. Şelalenin içindeki her şey su ile birlikte yatak boyunca ilerliyor ve bir  başka şelale ile birlikte tekrar aşağıya iniyordu.

Kung Lao bunu gördüğünde bir insanın buradan düştüğünde yaşama şansının sıfır olduğunu anında anlamıştı ve bu yüzden aynı zamanda korkmuştu. Vücuduna kuvvetli iki yudum ile birlikte suyu gönderen Kung Lao ardından bir rahatlama sesi çıkarmış ve içinde dolaşan zengin mineralli suyun keyfini çıkarmıştı.

Aklına parlak bir fikir gelen Kung Lao burada antrenman yapmanın eşsiz bir nimet olduğunu düşünmüş ve derhal mekânsal yüzüğünden çıkarmış olduğu yeni kılıcını eline almıştı. Kung Lao kılıca baktığında uzun kılıcın, önceki yumuşak hatlarından en ufak bir eser kalmadığını anlayabilmişti. Kılıcın kabzasının iki ucu son derece sivrilmiş ve köşeli bir hale gelmişti. Kılıç üstünde bulunan işlemeler dahi değişmiş ve hepsi köşeli bir hal almıştı. Kung Lao bu kılıca baktığında çok üst düzey bir kılıç olduğunu anlayabiliyordu.

Zihninden geçirmiş olduğu ‘’keşke ağır kılıcım olsaydı…’’ kelimeleri ile birlikte kılıcın üstünde hafif titrek bir ışık gözükmüş ve Kung Lao şaşkınlığa uğramıştı.

Titrek ışık söndüğünde Kung Lao kılıcı neredeyse kaldıramayacak bir düzeye gelmişti. Bedenindeki tüm kaslar gerilmiş ve hissizleşmişti. Kılıcın görüntüsünde hiçbir değişiklik olmamıştı ancak, ağırlığı neredeyse yüz kat artmıştı. Kung Lao kılıcın orijinal ismini bilmiyordu ve kendisinin de bir isim takmadığından son derece emindi. Bir isim vermesi gerektiğini düşünen Kung Lao’nun aklına tek bir isim takılmıştı.

Bu isim ise ‘’Döneyan’’dı. Aklına nereden geldiğine gelirse, Kung Lao kılıcın sürekli olarak şekil değiştirmesinden ötürü ve her şekil değiştirmesinde parıldamasından ötürü bu ismi seçmişti.

‘’Bundan sonra senin yeni kullanıcın benim. Eski kullanıcının nasıl birisi olduğunu bilmiyorum ancak Tanrılar bizi karşılaştırdığında, benim olacağını anlamıştım. Asıl ismini bilmiyorum ve bu günden sonra sana Döneyan diyeceğim.’’ Diye kendi kendine konuşmuştu.

Kılıç ise sanki söylediklerini anlar gibi, güneşin son ışıkları ile birlikte tekrar parıldamış ve ardından tekrar sönmüştü. İlginç kılıcın yapmış olduğu hareket Kung Lao’yu huşu içinde bırakmıştı.

Ağırlığının artmış olduğu kılıç o kadar ağır bir haldeydi ki Kung Lao nasıl olurdu da tek elle kaldırabilirdi? Çehresinde herhangi bir değişiklik bulunmayan kılıcın ağırlığının arttığı nerede görülmüştü ki?

Kung Lao bunları düşünürken aynı zamanda iki eli ile yeni kılıcı Döneyan’ı sıkı sıkı kavramış ve kılıcı daha iyi kullanabilmek için çalışmalara başlamıştı.

Akşamın ay ışığı ile taçlandırdığı bu gecede Kung Lao tüm gücü ile kılıcı savurmuş ve Rüzgar Kesiği tekniği ile birlikte kılıcın yönünü şelaleye doğru çevirmişti. Kılıçtan dışarıya doğru çıkan hava şelaleye doğru, eskisine nazaran yavaş bir şekilde ilerlemiş ve büyük bir gürültü ile çarpmıştı.

‘’Bomm!’’

Kung Lao kılıcı savururken kaslarının gerilmesi ile birlikte neredeyse öldüğünü hissetmişti. Bu kılıcın ağırlığı kaç kiloydu? Kafasında derin sorular ile birlikte, boş durmasının iyiye işaret olmayacağını bilen Kung Lao tekrar tekrar yeni ağır kılıcını savurmaya devam etmişti.

‘’Bomm!’’

‘’Bomm!’’

Her savuruşu bir öncekinden daha yavaş bir şekilde ilerlemiş olan Kung Lao bu duruma çok bozulmuş ve kılıcın ağırlığının daha da arttığını hissetmişti. Nefes nefese kalmış olan Kung Lao kılıcın ağırlığını nasıl düşüreceğini düşünüyordu ve aklından geçen ‘’Keşke uzun kılıcım olsaydı…’’ kelimeleri ile birlikte kılıç tekrar ışıldamış ve Kung Lao’nun elindeki kılıcın ağırlığı yavaş yavaş azalmıştı.

Kılıcın ağırlığı neredeyse kaybolmuş gibi gözüktüğü anda Döneyan’a bir kez daha bakan Kung Lao kendi kılıcından korkmuştu.

Büyülü bir kılıca sahipti ve nasıl kontrol edeceğini bilmiyordu, nasıl olurda korkmazdı ki? Kılıcın ağırlığını hissetmeyeceği duruma geldiğinde ise Kung Lao aynı şekilde tekrar bir savuruş sergilemişti.

Kılıçtan fırlayan rüzgar kesiği bir kaplanın kükremesini andıracak şekilde ilerlemiş ve tekrar şelale ile buluşmuştu. Şelaleye büyük bir hızla çarpan kesik tekrar bir patlama sesinin oluşmasına yol açmış ve Kung Lao’nun tahmin ettiğinden daha şiddetli bir şekilde son bulmuştu.

Bunun ile birlikte Kung Lao bir kanıya varmıştı. Döneyan’ın iki farklı stili vardı, bunlardan birincisi ağır kılıç formuydu ve ağırlığı büyük ölçüde artıp hızı düşüyordu, Kung Lao’nun tahmini eğer doğruysa aynı zamanda kuvveti de artış gösteriyordu ve daha şiddetli bir vuruş yapmasını sağlıyordu. Ancak keskinliği azalıyor ve kesme saldırılarını neredeyse yapamıyordu.

İkinci formu ise, uzun kılıç formuydu, bu formda; daha hızlıydı ve daha keskindi aynı zamanda daha da hafifti, ancak ağır kılıç formunda olduğu gibi büyük bir güç uygulamıyor sadece kesmeye yarıyordu. İleride karşısına tekrar Gun Chi gibi bir rakip çıktığında neredeyse işe yaramaz olacaktı.

Kung Lao bir karara varmıştı, ağır kılıç formu şuan için aşırı derecede işe yaramazdı, kontrol dahi edemediği kılıcı için sürekli olarak antrenman yapacaktı. Uzun kılıç formunda ise kullanımı kolay olduğu için, kendisini geliştirecek ve kılıç ile neredeyse bir bütün olacaktı. Başka türlü turnuvada en ufak bir şansı dahi kalmayacaktı. Kafasında bir plan dahi kuran Kung Lao önündeki yedi gün boyunca nasıl antrenman yapması gerektiğini hesaplamış ve ardından ise akşam yemeği yemesi gerektiği için bir kamp ateşi yakarak erzaklarını pişirmeye koyulmuştu.

Bu pişirme işlemi olduğunda ise nereden bilebilirdi ki onu izleyen bir çift gözün olduğunu?

***

Sabah vakti uyanan Kung Lao kendisini dünkü gibi enerjik hissetmiş ve bir iki atıştırmalık yemek yedikten sonra derhal çalışmalara başlamıştı. İlk önce vücudunu güçlendirmesi gerektiğini bilen Kung Lao, Döneyan’ı ağır kılıç formuna almış ve ardından ise kendisine bir alan belirleyerek sırtına bir ip ile bağlamış olduğu ağır kılıç ile birlikte koşmaya başlamıştı.

Engebeli parkurda Kung Lao daha ilk turu ancak bitirmişti ki ciğerlerinin koptuğunu hissetmişti. Bütün bedeni titreme safhasına gelmiş ayakları dahi tutamayacak seviyeye ilerlemişti.

Daha fazla dayanamayacağını bilen Kung Lao dinlenmesi gerektiğini çok ama çok iyi biliyordu. Ustası şuan burada olmuş olsaydı biliyordu ki, onun canına okur ve gelişiminde yardımcı olmak adına gerekirse döverek onu koşturmaya devam ederdi.

Ancak şuan ustası yanında değildi ve ne kadar özlemiş olsa da gelmeyecekti. Kung Lao ustasının yaşadığından haberdardı ve bundan bile büyük bir mutluluk duymuştu. Şimdilik bu ona yeterliydi. Dinlenmesini bitirmiş olduğu zaman Kung Lao, hızlıca ayağa kalkmış ve Döneyan’ı uzun kılıç formuna alarak ağırlığının düşmesine olanak tanımıştı.

Kılıcı şelaleye doğru sürekli olarak savuran Kung Lao talim boyunca sürekli olarak karşısında bir rakip varmış gibi düşünmüş ve ona göre pozisyonunu değiştirmişti. Kılıç ile en çok zorlanmış olduğu rakip olan Goral Arthef ve onun uzun sopasını hayal etmişti.

O anda hatırlayan Kung Lao, Goral Arthef’in de silahının ağırlaşıp hafiflediğini hatırlamış ve nasıl olduğuyla ilgili, kendisini gördüğünde soru sormak için kafasının bir köşesine not etmişti.

Tam bu sırada ise bir çığlık duyulmuş ve Kung Lao gelen çığlığın bir kaynak canavarından geldiğini anında anlamıştı. Çığlığın sona ermesiyle birlikte ise iki Yüzerkanat hızla aşağıya doğru inmiş ve takip ettikleri şeyin izini sürmeye devam etmişlerdi.

Kung Lao başta önemsememişti ancak, daha sonrasında merakına yenik düşerek güçlü kaynak canavarlarını takip etmişti.

Sismik adımları son hız kullanmasına rağmen Yüzerkanat’ın tek bir kanat darbesiyle aralarındaki fark sürekli olarak açılmış ve Kung Lao kendisini yavaş yavaş kaybettiğini hissetmişti.

Ancak kısacık bir aradan sonra ikili geniş bir hareket ile dönmüş ve tekrardan Kung Lao’ya doğru yaklaşmaya başlamıştı. İşte o an bir şey fark eden Kung Lao iki Yüzerkanatın neyi takp ettiğini anlamıştı.

Takip ettikleri şey ise bir Demirkuyruktu…

Demirkuyruklar tür itibariyle bir sincabı andırmış olsa da kuyrukları yumuşak ve kıvrımlı değil tam tersi olarak son derece sert ve kemiksi bir yapıda olmalarıyla bilinirdi. Demirkuyrukların içinde bulunmuş olan familya üç türe ev sahipliği yapıyordu. Bu sincap türünün ilki Demirkuyruk, ikincisi: Gölgekuyruk, üçüncüsü ise; Yanarkuyruktu. Hepsinin özellikleri birbirinden farklıydı ve Kung Lao çok iyi biliyordu ki üçü bir araya gelirse büyük bir Perdeayak Ejderini hızla yenebilirlerdi.

Bu üç tür bir arada olduğunda son derece tehlikeli olurlardı. Ancak sayıları Kung Lao’nun geçmiş yaşamında bile son derece az olarak kabul edilirdi. Hatta bu yüzden avcılar birliği tarafından bu kaynak canavarının avlanması yasaklanmıştı. Böylesi ilginç bir karşılaşmayı izlemek Kung Lao’nun çok daha heyecanlanmasına neden olmuştu.

İki Yüzerkanat hızlıca Demirkuyruğun üstüne doğru atılım gerçekleştirmiş ve birisi onu ağaçtan zıplatırken diğeri ise zıplamış ve paniklemiş demir kuyruğa doğru keskin ve sert gagası ile saldırmıştı. Saldırı ile birlikte sincap hızla havada uçmuş ve tamda tesadüf eseri Kung Lao’nun ayaklarının dibine doğru yuvarlanarak gelmişti.

Kung Lao tek darbede haşatı çıkmış olan Demirkuyruğa bakmış ve gözlerinde yanan intikam ateşinin varlığını fark etmişti. Bu onu daha da heyecanlandırmış ve Kung Lao’yu daha da izlenesi bir maçın içinde olduğuna ikna etmişti.

İki Yüzerkanat hızla dalış geçmiş ve ikisi birbirinden hızla ayrılarak, Demirkuyruğun iki yanından saldırıya geçmişti.

Kung Lao olanların farkına vardığı için hızlıca iki adım geriye doğru sıçramış ve olacakları pür dikkat izlemeye koyulmuştu. Çift halinde saldırmayı özümsemiş olan Yüzerkanatlar yalnız ve tek Demirkuyruğa karşı tüm güçleri ile birlikte saldırmış ve ikisi de aynı anda pençelerini öne doğru çıkartarak Demirkuyruğa doğru yönlendirmişti.

Kung Lao bu iki farklı türün arasındaki seviyeyi ne yazık ki göremiyordu, ancak biliyordu ki çift olan Yüzerkanatlar her şekilde daha güçlüydü. Pençeleri hızla Demirkuyruğa doğru atılmış olan ikili, sincapın sakin duruşunu görmüş ancak saldırıya geçtikleri için umursamamıştı. Onların karşısında nasıl olurda tek bir Demirkuyruk durabilirdi ki?

Tam pençeleri Demirkuyruğun postuna gelecekken bir anda gösterişli bir şekilde sıçrayan Demirkuyruk hızlıca ikiliye kuyruğu ile tokat atmış ve ardından ise iki farklı yöne doğru düşen Yüzerkanatlardan birisinin yanına doğru koşarak üstüne doğru çullanmıştı.

Ancak sinirden neredeyse gözü dönmüş olan Demirkuyruğun unutmuş olduğu bir şey vardı. Yüzerkanatlar asla ikili olarak dolanmazdı…

[2.027]
***
Bölüm burda finito gençler :D daha da yazardım ancak bu sefer bölüm sayısında düşüş olurdu :D

Neyse şimdi hemen sorumuza geçelim.

Sizce Demirkuyruğun kazanma ihtimali yüzde kaç?

Aynı şekilde kaç tane Yüzerkanat var?

Dövüşün gidişatlarında neler olacak?


Merak mı ediyorsunuz? O zaman bekleyin başkanlar :D 










Posted by
Facebook Twitter Google+

Comment Now

7 yorum

    • avatar Unknown says:

      Ellerine sağlık reis de senin bu isim bulma üzerine çalılman lazım Yan An nedir reis ya :D

        • avatar Unknown says:

          Sanırım bizim lao arkacılık yapıp demirkuyruk la bağ yapacak