Karanlık Algı: Bölüm 7- Neler Oluyor?!


"Önündeki yol ne kadar kanla kaplı olursa olsun, gerekirse cesetlerden bir köprü yapıp üstüne basmaktan çekinmeyecek ve daima yanında olacağım.
Cehennemin dibini birlikte fethedelim!"

Urd onu içine çeken karanlık uykudan yavaşça uyandı.
Elini başına koydu. Vücudunun terler içinde kaldığını fark etmişti.
Körler rüya görmezler mi?
Saçma!
Ancak buna rüya demek daha da saçma!
Zihni içten bir şekilde yiyip bitiren acılı geçmişin sadece bir parçası!
Binlerce yıl yaşamak bir üstünlük mü?
Bazen yanlızca bir lanet!
Bitmek bilmeyen anıların arasında öne çıkan ve unutulması imkansız olan en dehşet verici sahnelerin gözünün önünde canlanma hissi.

'Ne pahasına olursa olsun seni bulmam gerekiyor!'

Ukon içinden kararlılıkla yemin etti. Onu yaşama bağlayan yegane sebeplerden biri. Aradığı kişiyi kesinlikle bulması ve ona kendi içinde yüzlerce yıldır tuttuğu şeyi söylemesi gerekiyordu. Ölüm nehrinin karşı tarfında böyle bir şansı olmadığını biliyordu ve bunun için yıllarca vicdan azabı çekmişti.
Bu seferki hayatında, onu yabancı olarak gören ve kendisi hakkında hiçbir şey bilmeyen birine söylemesi gereken anlamsız birkaç söz.

Urd, kendi düşüncelerinin mantıksızlığına güldü. 'İnsan duyguları daima en karmaşık gizem olmuştur.'

Ancak onu şaşkınlıkta bırakan şey, sağ gözünden aşşağı doğru yavaşça süzülen yaş damlası oldu.

O anda Tanrı ile yaptığı konuşma tekrardan zihninde canlandı. Duyguları ona geri verilmişti.
Bu iyi bir şeydi.
Tabiki bir yere kadar. Çünkü her şeyin yanında vicdan azabıda beraberinde gelmişti.

Sessizce gözyaşını sildikten sonra ayağa kalktı. Havadaki sıcaklık değişiminden gündüzün çoktan gelmiş olduğunu fark etti. Ellerini gözlerine götürdü. Bu sakat gözler olmasaydı düzlemin bitki türlerini kavrayabilir ve simya alanında kolayca uzmanlaşabilirdi.

Urd daha önce farklı düzlemlere seyahat yapmıştı. Ve biliyordu ki düzlemler arasında enerjiler, savaş stilleri, bitkiler, canlı türleri, coğrafya ve bilim gibi birçok alanda yüksek oranda değişimler olurdu. Değişimleri kavraması gözleri olmadan imkansızdı. Değişimleri anlaması ona bazı anlayışlar kazandırırdı. Ve gerekli anlayışa ulaşamadığı sürece asla yeterince güçlü olamazdı.

Gözlerine iki şey için ihtiyacı vardı:

Aradığı kişiyi bulmak.
Zirveye tırmanmak.

Geçmiş hayatını düşündü Urd.
Aklında ansızın lanetli kelimeler dolanmaya başladı.
"Seninle birlikte, alevlerin içinde acı çekeceğimiz günü sabırsızlıkla bekliyorum"

Gülümsedi. Her şeye rağmen binlerce yıl yaşamanın bir lanet olduğunu düşündü.

Rendo o anda gözlerini açmış, ve etrafına bakındığında Ukon' un sessizce uyanık bir şekilde bir ağaç gövdesine yaslanmış sanki normal bir insanın görebileceğinden çok daha uzağa anlamlı bir şekilde bakıyor gibiydi. Bu turuncu gözler, ilk bakıldığı anda yoğun bir zarafet yayıyordu.

"Ne düşünüyorsun?"

Ukon birkaç saniye bekledi.
"Eski bir hikayeyi"

"Nasıl bir hikaye?" Rendo bu konuya oldukça ilgilenmiş bir şekilde bakıyordu.

Ukon derin bir nefes aldı.
"Aptal bir kralın lanetlenişinin hikayesi."

"Daha önce duyduğumu sanmıyorum. Anlatmak ister misin?"

"Sadece basit bir insan, yoğun emeği, gayreti, zekası ve çalışması sayesinde bir ülkenin kralı olmayı başarmış."

"Yoğun emek, gayret ve çalışmak zaten aynı şeyler değil mi?"
Rendo merakla sormuştu.

"Aptallar çalışmaktan başka ne yapabilir ki?" Ukon sanki cahil olan Rendo' yu aşşağılarmış gibi konuşuyordu.

"Ama az önce zekası sayesinde olduğunu söylemiştin."
Rendo bu tutarsızlık karşısında şaşırdı.

Ukon sessizce bekledi. Ardından tekrar konuştu.
"Hey, Bay Rendo. İnsanlara yardım etme isteğinizin sonucunda katliamlar başlatsanız bile, sizce iyi niyetiniz geçerli olmaya devam edecek mi?"

Rendo bu tuhaf soru karşısında şaşırdı. Az önceki tuhaf hikayeden mi bahsediyordu? Daha önce böylesine tutarsız bir hikaye duymamıştı. Hikayeler çocuklara anlatılırdı değil mi? Bu ne biçim bir hikayeydi böyle?

Rendo sessizce kendisine yönelen soruyu düşündü. "Bu yanlızca bir hikaye öyle değil mi? Tek yapman gereken daha fazla katliam olmaması gerektiğinden emin olmak"

"Bay Rendo. Bazı konularda yanılıyorsunuz. İyi niyet katilamlara sebep oluyorsa bu, kesinlikle iyi bir niyet olamaz.

Ayrıca, ya bu katliamların sebebi aslında gelecekteki katliamları önlemekse... O zaman bu yapılan katliamları haklı mı kılar? Yoksa katliamların o anda değil de gelecekte daha fazla gerçeleşecek olmasına izin vermek mi doğru olan?

Bazen birden fazla doğru vardır Bay Rendo. Bunu dikkatli düşünün. Çünkü kelimeler düşündürür ve düşünceler sıkı kilitleri açacak anahtardır..."

Her zamanki gibi Ukon' un neden bahsettiğine dair en ufak bir fikri olmayan Rendo sessiz kalmayı seçmişti. Bu küçük çocuk gelecekte kesinlikle politika işiyle ilgilenen bir asil olmalı. Yanlızca kelimeleri kullanarak sayısız insanı kandırabileceğine hiç şüphe yok.
Şu ana dek, böyle canavarımsı bir geleceğin alimini yetiştiren gerçekten nasıl bir insandı?

Şimdi düşününce... Bu çocuğun nasıl bir geçmişi vardı? Daha önce sormaya kalkmıştı. Ancak kesinlikle geçiştirme bir cevap almıştı.
Birkez daha aynı sorular aklında dönmeye başladı.

"Yola devam edelim Bay Rendo."

Ukon, elini göğsüne koydu. Garip bir şekilde kalp atışlarının hızlandığını hissetti. Anlamadığı bir nedenden ötürü içi karanlık ve kötücül bir hisle dolmuştu. Ölüm aurası içini kaplamaktaydı.

Ukon' un hissettiği uğursuz iç auradan bihaber olan Rendo sessizce kafasını salladı ve eşyalarını toparladı. Sadece birkaç dakika içinde çoktan onlarca metre ilerlemişlerdi bile.

****

"Sonunda, Yin-qi Şehri. Senin gibi tuhaf bir veledle karşılaştıklarında verecekleri tepkiyi çok merak ediyorum hahaha"

Bu şehrin görüntüsü sadece tek bir bakışla bile Mantqui Şehrinden onlarca kat daha büyük olduğu kolayca anlaşılmaktaydı. Bu kıtada saysız Ülke' nin sayısız şehirleri var olmaktaydı ve toprak dağılımları gerçekten çok orantısızdı.
Bazı şehirler diğerlerinden çok çok daha küçüktü. Bunun yanında Başkent gibi büyük şehirler, Ülke nüfusunun %60'ını kaplardı. Ancak böyle bir yer güçlüler için en iyi yaşam alanı, zayıflar içinse sadece bir ölüm çukuru olurdu.
Dünya her dakika içten içe çürümekteydi ve bunun en yoğun olduğu şehirler büyük şehirlerdi.

Rendo, Ukon' a baktığında eline siyah bir bezle sağ gözünü bağlamakta olduğunu gördü. Bu sanki, gözlerinden yanlız biri sakatlanmış gözükmesi gibi bir algı yaratmak istediği açıktı ama bu mümkün değildi.

"Ruhsal enerjiyle sol gözündeki eksikliği hissedebilirler. Korkarım yaptığın şey işe yaramayacak"

"İki gözümün de sakat olduğunu zaten bildiğin için bu senin üzerinde işe yaramaz. Ancak sol gözümü tamamiyle ruhsal enerimle doldurduğum zaman, oluşan boşluğun sadece sağ gözümde olması gibi bir algı yaratacak. Biraz rol yeteneği yeterli olur.
Ancak ruhani enerjisi fazla olan insanları kandırmam mümkün olmayacak. Yine de muhafızlar orada sadece gözlemci ve ruhsal yetenek eksiklikleri var. Bir sorun çıkacağını sanmıyorum"

Ukon' un söyledikleri oldukça mantıklı gelse de bir o kadar mantıksızdı. Tüm ruhsal enerjini sol gözüne yönlendirmek mi?
Bu gerçekten mümkün mü?

"Saatlerce hareket etmeden meditasyon durumunda olsan bile bunu başarma ihtimalin onda bir. Ne yazık ki işe yaramaz"

"Evet ama sen görme sakatı değilsin. Bunu bilmen imkansız"
Aslında normal bir insan için bu gerçekten imkansızdı. Ancak o kudretli Urd' du. Ruhsal enerjisini istediği gibi vücudunda yönlendiremiyorsa 6000 yıl yaşamasının nasıl bir anlamı vardı?!

*

Rendo şaşkınlıktan küçük dilini yutmak üzereydi. Muhafızlar sanki onu görmüyormuşçasına aralarından geçmişti. Bu minik velet gerçekten onları görme sakatı olmadığına inandırmıştı.
Rendo hayatında ilk defa böyle bir olayla karşılaşmıştı. Bu minik veledin başarılı olacağına kesinlikle inanmamıştı. Ancak bir kez daha indandığı şeylerin bir kez daha değersiz olduğu kantılanmıştı.

Rendo içinin mutlu olduğunu hissetti. "Sonunda. Buraya, ailemin yanına gelmeyeli kaç yıl oldu?"
İçinde büyük bir özlem vardı ve bugün geçecekdi. Sonunda bu ufak şeytandan ayrılacak ve her dakika yanlış bir hareket sonucu öldürülmekten korkması gerekmeyecekti.

Yolculuk boyunca birçok insanla karşılaşmışlardı ve Ukon yüzünden her defasında soğuk terler dökmüştü. Bu çocuk fazla cüretkardı. Onu korumak gerçekten çok zordu. Tüm bunlara değeceğini ve ailesinin, böyle bir altın yumurtlayan tavuk bulduğu için onunla gurur duyacağını umuyordu.

Bu şehir gerçekten kalabalıktı ve etrafta gezmekte olan birçok insan vardı. Böyle bir yerde, güçsüzsen birine yanlışlıkla omuz attığın takdirde dahi öldürülme olasılığın vardı. Ve insanlar sanki sen hiç varolmamışçasına umursamaz bir şekilde yollarına devam ederdi.

Orman kuralları! Güçlü zayıfı ezer!
Asla aklından çıkarma!

Herkesin aklında bulunduğu takdirde daha uzun yaşamanı sağlayacak üç kısa cümle.

Hayatta kalmak için inasanlar başkaların gücüne tutunurdu. Klanlar, tarikatlar, mezhepler, akademiler, birlikler, ordular...

Rendo uzun süredir evinden ayrıydı ve tek başına yaşamayı öğrenmişti. Bunun temelinde insanları gücendirmekten ve kibirli olmaktan kaçınmak vardı.

Ve uzun süren bir aradan sonra hasretini çektiği evine geri dönmekteydi işte!

Şehrin içinde ilerleyen Ukon ve Rendo, sonunda Ten Klanının Şehir içindeki sahip oldukları topraklara geldiler.

Ten Klanı oldukça büyüktü ve şehir içinde yüksek bir pozisyona sahipti. Klan farklı dallara ve aileleri bölünmüş olsa da hepsi ana aile olan Ten, soylularının varislerinin emri altındaydı.
Rendo' nun ikinci ismi Senqie olsa da Ten ailesinden gelen bir kanı vardı. Senqie Ten Klanının bir alt ailesiydi. Kanı olarak soylu sayılmasa da ailede sözü geçebilecek insanlardan biri sayılırdı.

Malikanenin önüne geldiklerinde Rendo' nun için nostaljik duygularla dolmaya başlamıştı.

Arazinin girişinde bekleyen nöbetçiler yakalaşmakta olan iki insana baktı.

Rendo elbette ki bu muhafızları tanımıyordu. Klanda çalışan sayısız insan vardı ve aradan yıllar geçtikten sonra, insanların isimlerini bilmesine imkan yoktu.

Rendo, muhafızlara yavaşça yaklaştı.
"Senqie ailesinin 4. Küçük oğlu Rendo' nun geldiğini bildirin"
Muhafızlara verdiği emir netti. İki muhafız birbirine baktıktan sonra başlarını salladılar.

"Benimle gelin."

Yürümeye başladıkları anda arkadaki muhafız hiddetle bağırdı. "Velet! Sen kal!"

Ukon tabiki böyle bir hiddetlenmeye sessiz kalamazdı. Bu zekası düşük insanların ona sert emirler vermeye hakkı yoktu. Ancak ağzını açmış olduğu sırada Rendo hızlıca konuştu.

"Ukon. Lütfen."
Sesi oldukça kibardı ve rica etmekten çekinmemişti. Sesi gerçekten içten geliyordu.

Muhafız, bu, görme sakatı olduğu oldukça belli olan küçük çocuğa neden kibarlıkla rica edildiğini anlamasa da sessiz kaldı.

Ukon ağzını kapattın ve sessiz kalmayo tercih etti. Uslu ve sakin bir şekilde hareket etmeden yerinde bekledi.

Rendo yavaş ve sessiz adımlarla iki muhafız eşliğinde malikaneye yürüdü. Bina gerçekten iyi bakımlıydı ve her gün insanların burada çalıştığı açıkça belli olmaktaydı.
Muhafızlardan biri Rendo' ya eşlik edip beklerken diğeri içeri girdi.

Yaklaşık 10 dakika boyunca Rendo ve diğer muhafız yerinde bekledikten sonra kapı tekrar açıldı ve muhafız, Rendo' ya içeri girmesini işaret etti.

Rendo yavaşça içeri yürüdü.

*Bam*

İki savaşçı, Rendo içeri girdiği anda onun üzerine atlamış ve henüz kılıcına dokunma fırsatı olmadan onun kollarını tutmuşlardı.

Neler olup bittiğinden tamamen habersiz olan Rendo, anın şaşkınlığıyla sadece kollaeının kıvrılmasını ve sertçe yere düşürülmesini izleyebildi.

Çene üstü sertçe yere devrildikten sonra muhafız, hemen rendonun kılıcını ondan alarak geri çekildi.

"Neler oluyor! Bırakın beni!"

Rendo şaşkınlık ve şokla birlikte bağırmaya başladı. Burada neler oluyordu böyle!

Bu iki savaşçı en azından Rendo kasar güçlülerdi ve Rendo, tamamen hazırlıksız bir şekilde süpriz saldırıya yakın mesafeden uğramıştı.
Kendi evinde böyle bir saldırı yapılabileceğini hiç düşünmemişti!
Her zaman aklında tuttuğu o değerli sözleri o anlık boşvermiş ve tamamen savunmasız bir şekilde içeri dalmıştı.
Rendo şuan yaptığı bu basit hatadan dolayı kendinden nefret ediyordu.

Ancak hala şaşkınlıktaydı. Neler oluyordu?!

Ne kadar debelenmeye çalışırsa çalışsın boşunaydı. İki eğitimli savaşçı tarafından sıkıca tutuluyordu. Kolları tamamen ters döndürülmüş ve çenesi yere sıkıca bastırılmaktaydı.

Peki ama kendi evinde neden bunlar başına gelmişti?

Ruhsal enerjisinin her saniye bastırıldığını hisseden Rendo umutsuzluğa kapılmaya başlamıştı.

Debelenmesiyle birlikte sol kolunda bir çatırdama hisseden Rendo acıyla çığlık attı. "Ahhh"

Savaşçı, onun sol kolunu acımasızlıkla kırmıştı. Gözleri kanlanmış ve ağzı sulanmıştı.

"Rendo. Uzun zaman oldu. Biribirimizi bu şekilde görebileceğimiz kimin aklına gelirdi ki?"

Rendo' nun kafası tamamıyla yere bastırılmaktaydı ve kendisiyle konuşan kişi göremiyordu. Yinde de bu uğursuz sesi tanıması yarım saniye bile almamıştı.
Bir anda içinin nefretle yanıp tutuşutuğunu hissetti.

"Xuaio!!!! Seni piç!!!! Burada ne işin var?!!!! Bunlar da ne demek oluyor!!!!!"
Rendo içindeki tüm öfkesini güçlü bir şekilde bağırarak dile getirdi.

----- 0 ------

Bir bölümün daha sonuna geldik.

Şu sıralar yazmak gerçekten zor oluyor. Eve saat 6' da çok yorgun bir şekilde geliyorum ve benden bunun üstüne birkaç saat daha çalışmam bekleniyor.

Yine de elimden geldiğince hızlı hızlı bölüm yazıp yayınlamaya çalışıcam.
Ufak kesintiler ara ara olabilir. Lütfen bunun için beni mazur görün

Şu sıralar baya iyi teşvik oldum :D


Posted by
Facebook Twitter Google+

Comment Now

0 yorum