Karanlık Algı: Bölüm 5- Ne acımasız...


Aradan günler geçtiğinde Ukon ve Rendo ıssız sayılabilecek bir patikada sessiz bir şekilde yürümekteydi. Etrafta tek tük ağaçların ve seyrek otların dışında manzara görüntüsü sayılabilecek yeterliliğe sahip hiçbir şey yoktu.
Rendo önden yürüyordu. Arada bir adımlık mesafe arkasından da Ukon.

Başta kör bir çocukla nasıl yürümesi gerektiğinden emin olmayan Rendo' ya Ukon' un tek bir cümlesi yetmişti.

"Bir adım önümden yürü."

Başta neden böyle söylediğini anlamamıştı. Ancak aradan günler geçmişti ve işin mantığını çoktan kavramıştı. Ukon unun adımlarını dinleyerek ve ruhsal gücünü kullanarak etrafın topografyasını zihninde canlandırarak yürümekte hiçbir sıkıntı çekmiyordu.
En azından bu Rendo' nun tahminiydi.
Bu kör çocuk hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Tamamiyle bir gizem kutusu gibiydi.
Öyle ki ruhsal gücü olmayan insanların onun kör olduğunu anlaması çok zor olurdu. Eksikliğini bir şekilde kapatmayı başarıryordu.

İşin sessizlik kısmına geldiğimizde ise Rendo oldukça çaresiz kalmıştı. Soru sormaya başladığında verdiği cevaplar hiç net değildi. Sanki bir politikacı gibiydi. Cevaplarından bir şey anlamak mümkün değildi.
Normal sohbetlerde ise Ukon' un çok keskin bir dili vardı. Öyle ki kelimeleri, her saniye Rendo' nun ne kadar cahil olduğunu vurguluyor gibi baskıcıydı. Aslen bu kelimeleri kullanmasa da Rendo, sözcüklerin baskısı karşısında ezildiğini hissetmekten kendini alıkoyamamıştı.

Ukon çoktan binlerce yaşındaki antik bir zihne sahipti. Bir çocuk gibi nasıl yanıt vermesi beklenebilirdi ki? Böyle bir seviye düşmeyi istese de başarabilir miydi?

Defalarca kez kendini aşşağılanmış hisseden Rendo artık sessizliğin en iyi şey olduğuna karar verdi. Yalbızca gerektiğinde bir sohbet başlatması ve bitirmesi uygundu. Yoksa özgüveni cididi bir şekilde zedelenecek gibi geliyordu.

Üstüne üstlük bu minik çocukta farklı birçok yetenek daha keşfetmişti. Geceyi geçirebilecek bir yer bulup ateş yakmaya çalıştığı sırada Ukon elinde bir yavşanla çıkagelmişti.
Kör bir çocuk nasıl avlanabilirdi?
Ama Rendo düşündüğünde, bu çocuk yıllardır tek başına yaşamaktaydı ve onu hayatta tutacak yolları elbette ki bulmuş olmalıydı.
Ve en sonunda bu gizemli 10 yaşındaki minik çocuk hakkında daha fazla kafa yormaktan vazgeçti.

Göz açıp kapayıncaya kadar 2 hafta daha geçti. Rendo beceriksiz bir şekilde bir elindeki haritaya bir etrafına bakınıyordu. Buralarda bir şehir olması gerektiğinden emindi ancak gözleri onu bulamıyordu.
Etrafta onu aramanın en iyi yol olduğuna karar verdi ve arkasını döndüğü anda Ukon' un orada olmadığını fark etti.

Ukon birkaç on metre uzakta kafasını kuzeybatıya çevirmiş sakin bir ifadeyle duruyor ve rüzgar saçlarını dalgalandırıyordu.

"Hey, ne yapıyorsun?"
Rendo yanına gittiğinde, Ukon' un bir tepenin ucunda, yüksek bir kayanın ucuna çıkmış olduğunu fark etti. Onun baktığı konumdan baktığında ufukta gerçekten de bir şehir silueti görünüyordu.

"Bunu nasıl yaptın?"
Rendo' nun kafası karışmıştı.

Ukon üstüne çıktığı taştan aşşağı atladı. "Gözlerim kör olsa da kulaklarım duyabiliyor!"

Bir saçma cevap daha...
Arada kilometreler var. Şehrin sesini duyman nasıl mümkün olabilir?
Bu sadece çok mantıksız!

"Şehirdeki birçok insan Ruhani enerji kullanabilir. Yakınına gelen herkes kör olduğunu anlayacak. Dikkatli ol"

Gene kışkırtıcı bir cevap bekleyen Rendo beklediğinden farklı bir şeyle karşılaştı. "Tamam"
Sesi ciddi geliyordu.

Burası Yin-qi Şehri değildi. Ancak kısa süre için konaklamak uygundu. En azından 20 gündür yoldalardı ve bir yatakta yatmak en mantıklı şeydi. Geceyi burada geçirmek, yolculuğa devam etmek için yorgunluğu azaltırdı.

'Mantequi Şehri ha. Yin-qi Şehrinden onlarca kat daha küçük görünüyor.'

Şehir girişi, kasaba girişinden çok farklıydı. Surların sağlam kayalardan yapılmasının yanı sıra, kapıdakiler de eğitimli muhafızlardı. Girişe dikilmiş kulelerin üstüne okçular ve haberciler hazır bekliyordu. Olası bir tehlike haline hazırlanmış koca çan çalındığında tüm şehrin anında haberi olurdu.

Günler öncesinde Rendo' nun beceriksizliği yüzünden zaten patikadan ayrılmışlardı ve şehre çok farklı bir yerden ulaşmışlardı.

Şehrin patika yolundan, girişe doğru yönelmekte olan birçok insan bulunmaktaydı. Kervanlar, araçlar, mülteciler, askerler...

Muhafızlar girişteki insanları kontol ederken sıra nihayetinde Ukon ve Rendo' ya gelmişti.

Muhafız Rendo' yu süzdükten sonra eliyle geçmesini işaret etti. Hemen ardından ise Ukon' a baktı.
Bir anda kaşları çatıldı ve Ukon' a bağırdı.

"Hey, seni kör pislik. Burada ne işin var? Giriş sana kapalı. Kaybol!"

Rendo ağzını açtığı o anda Ukon eliyle ona susmasını işaret etti.

"Görme sakatı olan insanların girişini engelleyen bir kural yok öyle değil mi? Körlükten daha büyük bir sakatlık varsa, akıl yoksunluğudur" kafasını çevirerek sertçe muhafıza döndürdü.

"Ne agresif!"

Muhafız Ukon' un gözlerine baktığında bir an için tereddüt etti. Daha sonra kendini toparladı. "Seni küçük atık! Burada kural benim! Kaybol."

"Nasıl istersen"
Ukon gerçekten de ayrılıyordu. Ancak şehrin dışına değil, içine doğru yürümeye başlamıştı.

"Ne yapıyorsun?!" dedi muhafız bağırarak. Sesi öfkeli geliyordu. Alnına damar belirmişti.

Etrafta toplanan kalabalık o anda ona ve Ukon' a bakıyordu.

"Umarım doğru yöne gidiyorumdur. Sonuçta görme sakatıyım. Yön belirleme duygusundan muafım"

Sesi iğneleyici, keskin ve sert geliyordu. Bir muhafıza, kör bir çocuk açık bir şekilde kafa tutuyordu. Bundan daha tuhaf ne olabilirdi?
Üstelik tüm bu hareketlenmeler etraftaki kalabalığın önünde gerçekleşiyordu.

"Haddi bil seni gereksiz varlık!"
Bunu söyleyen muhafız değildi. Hızlı bir şekilde kalabalığın arasından çıkmış orta yaşlı bir adamdı. Yüzünde pişkin bir ifade vardı.

Daha kimse ne olduğunu anlamadan kılıcını çekti ve hızla Ukon' a doğru savurdu.
"Geber!"

Rendo olayı kavrayamamış ve metrelerce uzaktaydı. Bu atağı durdurmasına imkan yoktu ve içi büyük bir pişmanlıkla dolmuştu.
'Ölecek!!'

Ukon başta söylediklerini duymamış gibi davranıyordu. Ancak kılıç ona savrulduğu anda sanki bir rüzgar gibi eğilerek geriye adım attı. Sanki gözleri üst düzey bir şekilde gözlemlemişçesine atağı savuşturmayı başarmıştı!

'Bunu nasıl yaptı?'

Kör biri gelen kılıç saldırısından kaçabilir mi? Mucize gözler önünde gerçekleşmekteydi.

O anda Ukon iç dünyasında öfkelenmişti. Artık o Urd' du.
Alev alev yanan gözleri, kaşlarının da etkisiyle sinirlenmiş görünüyordu.

Daha ruhani enerjiyi bile kullanamayan bu adam onu öldürmeye çalışmıştı.
Bu Urd için bir aşşağılamaydı!
Tamamen zariflikten ve doğal kılıç tekniklerinden yoksun bu saldırı onu öldürmek için mi geliyordu?
Görme sakatı olmayı bırak, beş duyu organını bile ondan alsalar, o bu saldırıdan zarar almadan çıkardı!

Bir anda arka cebinden küçük bir hançer çıkaran Ukon, insanların gözünün algılayamadığı bir hızla savurdu.
Bu küçük, aşınmış hançer, bir anda kılıçla çarpıştı.

Herkes o anda sonuçları önceden tahmin etse de kaderin onlar için farklı planları vardı.
Ukon' un hançeri, önündeki sanki bir kağıtmışçasına adamın kılıcını yırttı. O anda parçalanan kılıç karşısında herkes ağzı açık bir şekilde bakakalmıştı.
Hey hey bu kılıç demirdendi.
Bu şekilde nasıl parçalara ayrılabilir?!

"Ne?!"

Kılıcın orada parçalanması güçlü bir etki oluşturdu ve ona saldıran adamı birkaç metre uzağa fırlattı.
Kıç üstü yere düşen adam şaşkınlıkla öylece bakakalmıştı.
Karşısındaki 10-11 yaşlarındaki bir çocuktu. Üstüne görme sakatıydı.
Ruhani enerji kullanamasa bile onu öldürmesi en mantıklı şey olmalıydı.

Kalabalık o anda büyük bir ders almıştı. Kimseyi küçümsememeleri gerekiyordu. Bu çocuk ise bunun canlı örneğiydi.

"Hey, o ne yapıyor?"

Bir anda Ukon, bulunduğu bölgeden kaybolmuştu. Herkes ne yaptığını çok geç anlamıştı. Çünkü burada buna ihtimal verebilecek kimse yoktu.
Kim böyle bir şeyi önceden öngörebilirdi ki?

"Dur!" Muhafız ve yere düşen adam aynı anda bağırmıştı.

Ancak Ukon, o sırada Urd' du. Yüzünde zerre tereddüt ifadesi yoktu. Orada, hançerini ikinci savuruşunda, ona saldıran adamın boğazı kesilmiş ve bu Dünya' daki son nefesini vermişti.
Nasıl sadece kör bir çocuğun onu öldürebileceğini düşünebilirdi ki?
Bu çok mantıksızdı.
Gözleri kapanmadan önce aklından sadece bir şey geçiyordu.
"Neden?"
Kim böyle anlamsız bir şekilde ölmek isterdi?
10 yaşındaki küçük, kör bir çocuk tarafından boğazı kesilerek öldürülmek. Akla mantığa uygun değil!
Ancak...
Boğazı oracıkta kesilmiş ve açığa çıkan kanlar, hançere ve yere çoktan bulaşmıştı.
Bu bahtsız adam...
Orada anlamsızca hayata gözlerini kapamıştı işte...

"Ne acımasız!!"

İnsanların kalpleri tamamen esir alınmıştı. Kim bilebilirdi bu adamın yaptıkları, son nefesini vermesine neden olacaktı...

"Benim canımı almak isteyenin bu dünyada yeri yok!"

Yere akan kan damlaları o anda bu sözleri ölümsüzleştiriyor gibiydi. Ukon, o anda acımasız bir ölüm tanrısı gibi görünüyordu.

"Sen...!" Muhafız o anda kızgınlıkla kılıcını çekti.

Ancak bir güç, hareket etmesini engelliyordu.

*Hooop*

Bir ruhani güç etradı esir almıştı. Ve tüm bu sızıntı tek bir yerden geliyordu. Elini sırtındaki kılıcını tutmuş keskin ve tehditkar bakışlarla muhafızı süzen Rendo.
Açıkça görülüyor ki bu savaşçı, kör çocuğu koruma niyetindeydi.

Bu dünyada güçlü istediği gibi can alırdı, ve zayıf sanki hiç var olmamışçasına öldürülürdü.
Her zaman zayıf olduğu düşübülen sakat birinin, o anda güçlü olduğu durumdu bu!

Rendo' dan gelen yoğun ruhani enerji baskısı altında kimse hareket etmeye yahut konuşmaya cesaret edemedi. Sadece sessiz bir şekilde olan biteni izleybildiler.

"Gidelim" Rendo ifadesiz bir şekilde bunu söyledi.

Ukon hançerini savurdu ve üstündeki kan yerde düz bir şerit oluşturacak şekilde dağıldı.
Bu sahne herkesin kalplerine korku salmaya yetmişti.

Adımlarını hızlandırmaya bile tenezzül etmeden Rendo' nun yanına yürüdü.
Herkes açıkça görmüştü.
Öfkelendiği zaman kör, ama alev alev yanan gözlerini.

"Ne korkutucu bir çocuk"

Kapı muhafızı donmuş gibiydi. Bu küçük çocuğu öldürmemek için kendini zor tutuyordu. Onun için, bu çocuğu öldürmek problem olmazdı. Ancak yanındaki savaşçının ruhani enerjisi en azından kendisinin iki katıydı.
Sadece orada durup soğuk terlerin sırtından boşalmasını bekleyebilirdi.

Bu dünya gerçekten çok acımasızdı. Sokakta birinin öylece ölümü kimse için bir şey ifade etmezdi. İntikam mı? Bunun için yeterli gücün yoksa sadece bir besi hayvanısın demektir.

Oradan uzaklaşmakta olan Rendo, artık Ukon' u anlamaya çalışmaktan vaz geçmişti. Düşünceleri durgun ve sessizdi. Sadece tek bir soru sordu.

"Sen... kimsin böyle?"

"Sadece sakat bir çocuk"

Yüzündeki inanılmaz sakinlik ve huzur insanları korkutacak seviyedeydi. Bu çocuk açıkça dahiler arasında bir dahi sayılabilirdi.
Neyseki kör gözlerle lanetlenmişti. Yoksa kim bilir bu dünyaya neler olacaktı?

------- 0 -------



Bir doldurma bölüm daha. Sevdiniz mi?
Gaza geldiniz mi?
Karakterin düşünce yapısını az çok anlamış oldunuz.

Fark ettiyseniz olaylar ana karakterin değil de daha çok etraftaki gözlemci karakterlerin tarafından aktarılıyor.

Bunun nedeni kör ve 6000 yaşındaki bir insanın düşüncelerinin benim bile yazamayacağım bir seviyede olması xd

Ancak etraftaki karakterler değişse de olay örgüsü Urd' u konu alacak.

Siz okuyucularımı sonraki bölüme havale ederken düşüncelerinizi benimle paylaşmanızı istiyorum :D



Posted by
Facebook Twitter Google+

Comment Now

0 yorum