"Golem!!!"
Devasa golemin eli yere vurduğunda yüksek bir sarsıntı oluşmuş ve oluşan etki etraftaki çoğu askeri dağıtmıştı. Golem gittikçe yükselmekteydi. Onlarca metre yüksekliğindeydi ve her geçen saniye, içinde olduğu yer hapisanesinden uzaklaşıyor ve cisimleşiyordu.
Her tarafından kumlar dökülüyordu. Gözleri duygusuz, sert ve donuktu. Binekler ürkmüş ve hızla kaçışmaya başlamıştı. Golem daha tam anlamıyla uyanmadan çoktan bazı mancınık ve savaş tehçizatlarını yok etmişti bile.
Devasa yaratıklar her zaman korkutucu olmuştur. Kendi boyutunda bir anlayış oluşturmak için üstün bir yeteneğinin, azminin, çabanın, oldukça uzun bir zamanının ve sabrının olması gerekirdi.
Ancak onlarca metre büyüklüğünde bir anlayış... Bu imkansızdı!
Bu şey ruhsal güç tarafından yaratılmış olamazdı. Açıklaması zordu. Ancak bu şey doğal bir yaratık olmalıydı. Bedeni kendi ruhuyla tutturulmuş doğal bir savaş makinesi. Ancak bu şey çok garipti. Az önce kumların toparlandığını ve bu yaratığın az önce oluştuğunu herkes görmüştü. Az önce bu yaratık, hiçlikten doğmuştu!
Bir anda kumlar bir araya gelmiş ve onu meydana getirmişti. Bu hiç de mantıklı değildi. Nasıl öylece devasa bir yaratık başlamak üzere olan bir savaşın ortasında doğabilirdi?!
Ancak insanların düşünmeye fazla vakti yoktu. Düşünmek zaman kaybetmekti ve zaman kaybetmek ölüm demekti. Çünkü her saniye bu devasa golem tam anlamıyla uyanmaya bir adım daha yaklaşıyordu!
*Boom*
Büyük bir sarsıntı daha oluştu. Bu defa devin diğer omuz bölgesinden geliyordu. Sarsıntı ile birlikte devasa bir tepe büyümeye başladı. Bu tepe yükseldikçe yere kumlar düşüyor ve bir yandan sertleşiyordu. Kısa bir an sonra herkes bunun, devasa golemin diğer kolu olduğunu anlamıştı.
Kol gittikçe yükseldi. Her şeyi tesirine alacak devasa bir tsunami gibi ilerledi ve en tepeye ulaştığında yere doğru göçmeye başladı. Devasa kol son hızda yerdeki kumlar ile birleşmeye hazırlanıyordu.
*Booom*
Kol yere çarptığı anda tekrardan kocaman bir sarsıntı meydana geldi. Kumlar havalandı ve bir su birikintisine düşen damlanın yarattığı etki gibi tüm kumları havaya kaldırdı. Kumlar bir dalga haline her yöne yayıldı. Bu, yıkıcı güçte bir kum fırtınası gibiydi. Önüne çıkan her şeyi süpürüyor ve etkisi altına alıyordu.
"Ahhg!"
"Whaa!"
Oluşan etkisinin ardından bazı insanlar bazı insanlar, oluşan küçük kum fırtınasının etkisine kapılmıştı. Bu kol, diğerine göre çok daha sert bir etki yaratmıştı.
Sadece yarım bir vücut ile böylesine büyük bir güç...
Urd İmparatorluğu' nun kalesini kuşatmak için 4 büyük general gönderilmişti. Her biri üstün yetenekli ve başarılıydı. Bu dördü seçkin insanlardı ve her biri farklı bir imparatorluğa bağlıydı. Düşman ortak olduğunda, düşmanımın düşmanı benim dostumdur mantığına uymuş ve birlik içerisinde çalışmaya başlamışardı.
Bölümlendirilmiş bu kuşatma ordusunun başındaki bu dört büyük adam dört farklı birliği kontrol etmekteydi.
Her birinin müfrezesinde onlarca alt devresi vardı. Genraller bu piramidin tepesindeydi. Generallerden sonra sırasıyla teğmenler, asteğmenler, kıdemliler, başçavuşlar ve çavuşlar bu piramin alt basamaklarıydı. Sayıları yüzbini aşkın olan bir orduda, böyle devrelendirmeler kesinliklr yapılırdı ve böylece savaş stratejisi yapmak kolaylaşırdı.
Askerler onarlı gruplara ayrılmışlardı ve o grubu yöneten bir onbaşı bulunurdu. Onbaşları, çavuşların yetkisi altındaydı. Genel olarak sınıflandırma böyle yapılırdı. Yetki piramidinin üst basamaklarına çıktıkça, güç seviyeleri kesinlike artış göstermekte ve tehlike katsayısı yükselmekteydi.
Bu dört general ordu arasında, kızıl, siyah, beyaz ve mavi olarak adlandırıyordu. Sebebi ülkelerini temsil eden renklerde giyinmiş olmalarıydı.
Kızıl general karşısındaki devasa goleme baktı. "Hmph! Ondan daha azını da beklemezdim"
Şu anda br atın üzerindeydi ve sert gözlerle goleme bakıyordu. Atı saçılan kumlardan rahatsız olsa da bir iki kıpraşmadan fazla bir tepki göstermemişti. Ancak ordunun geneline bakıldığında askerler atları sakinleştirebilmek için yoğun bir çaba gösteriyordu.
Sesi kibirli ve kendini beğenmiş bir şekilde çıkıyordu. Kendi gücüne ve askerlerine olan güveni tam gibiydi. Bu sözleriyle Urd'u rakip gördüğü anlaşılıyordu.
"Panik yapmayın! Herkes saldırı için hazırlansın. Teğmen! Müfrezeyi golemin soluna çek ve etrafını kuşat. Zıpkınlara zincirleri bağlayın ve fırlatmak için hazırlanın. Mavi generale haber gönder. Müfrezesini golemin sağ tarafına çekerek, bizle birlikte zıpkınları fırlatmak için hazırlansın. Bu golemi ayağa kalkmadan düşüreceğiz!"
Teğmen kafasını salladı ve atını aksi istikamete çevirerek uzaklaşmaya başladı.
Bu sırada kızıl general atından indi. Atına asılı olan zinciri söktü ve eline aldı. Bunu yaptıktan sonra atı, ordunun bulunduğu tarafa doğru ilerlemeye başladı. Kendisi şu anda, her saniye yükselmekte olan devasa goleme bakıyordu.
"Bunu nereden buldun?"
#
"Bu da ne?"
Kale surlarının tepesindeki askerler şaşkınlıkla donakalmıştı. Hemen surların kenarına gittiler ve yükselmekte olan devasa goleme daha yakından bakmaya çalıştılar.
Teğmen bile o an ne olduğunu bilmiyordu. Diğer askerlerle birlikte devasa goleme bakıyor ve şaşkınlığını dizginlemeye çalışıyordu.
Bu golem nereden çıkmıştı böyle?! Daha önce hiç bu kadar büyük bir yaratık görmemişti. Onlarca metre boyundaydı ve sadece kolunu yere vurmasıyla büyük sarsıntılar oluşturabiliyordu.
"Hey. General. Lütfen bu yaratığın bizim tarafımızda olduğunu söyle"
Asteğmenlerden biri kendini toparlayabilmişti ve merakla generale dönü. Urd yüzünde bir gülümseme ile askerlerini seyrediyordu. Yüzünde, bir gülümseme nadiren oluşurdu. Bu da o anlardan biriydi.
General oldukça genç gözüküyordu ve yüzü yakışıklıydı. Gülümsemesi yüzüne muhteşem bir uyum sağlamıştı ve şu anda ona bakan kadınların kalpleri yavaşça ele geçirilmeye başlamıştı.
"Başka kimin tarafında olacaktı? Size söyledim. Hiçbirinizin ölmesine izin vermeyeceğim!"
Kollarını bağdaştırmış sakince, düşman ordularının goleme karşı yaptığı taktikleri izliyordu. Gözleri oldukça sakindi. Yüzünde ise bir tebessüm vardı.
Urd'un sözlerini duyan her askerin kalpleri, minnettarlıkla dolmaya başlamıştı. Ona karşı olan güvenleri yüzlerce kat daha artmıştı. Sadece onları cesaretlendirmekle kalmamış, böylesine güçlü bir müttefik sağlamıştı.
Bir kral nitelikleri tam anlamıyla Urd'da toplanmıştı. Asil, kahraman, soylu ve cesaretli havası onu ulaşılamaz gösteriyordu. Şu anda kollarını bağdaştırmıştı ve görülmez bir parlaklık yayıyordu. Bu görülmez parlaklık belki de ihtişam olarak adlandırılıyor.
Gelecekte Sereina'nın, Urd'un kolunda gördüğü kuzgun dövmesi, şu anda Urd'un bağdaştırılmış kollarında gözükmüyordu.
#
"Başlayalım"
Mavi general elindeki zinciri şakırdattıktan sonra kızıl generale seslenerek gülümsedi.
Henüz golemin ayakların ortaya çıkmamıştı ve ordu kendini muazzam bir hızda toparlamayı başarmıştı.
"Tamam"
Kızıl general karşılık verdi.
Hemen ardından ikisi çapraz yönde koşmaya başladı. Bedenleri ruhani güçleriyle dolup taşıyordu ve bu güç yönlendirilmeye başlamıştı. İkisi bir 'V' işareti gibi koşarak arkasında tozları kaldırırken çoktan ellerindeki zincirleri sallamaya başlamıştı.
Yüksek hızda iki yöne doğru ilerledikten sonra aynı anda duruş yaptılar ve ellerinde döndürmekte oldukları zincirlerin uçlarını yüksek bir hızda fırlattılar. Ruhsal enerjiyle yüklenen kalın zincirler, iki taraftan bir ok gibi golemin kafasına doğru ilerlemeye başladı.
Hızla ilerleyen zincieler sonunda devasa golemin kafasına ulaştı. İkisi zincir de bir metre aralıkla, golemin alnının ortasını hedef almıştı.
İki zincir eş zamanlı olarak golemin alnına saplandı. Katı kumdan duvar delindi ve zincir içeri girdi. Normalde bir zincirin, bu yapıya girmesi mümkün değildi. Ancak generaller bu ordudaki en güçlü 4 kişiydi ve ruhsal enerjilerini yönlendirdikleri zincirler son derece sağlamlaşmıştı. Bununla birliktr zincirler bir kazık gibi golemin sert kumdan zırhına saplanmıştı.
İki general de, zincirin saplandığından emin olduktan sonra tüm güçleriyle zinciri çekmeye başladılar. Bu iki adamın gücü açıkça çok fazlaydı.
Golemin kafası hafifçe iki adamın çekiştirdiği yöne doğru eğilmeye başlamıştı.
*Ahhnn*
Golem gür ve yüksek bir ses çıkararak bağırdıktan sonra iki kolunu birden kaldırdı. Saldırmak üzereymiş gibi görünüyordu.
İki eli de yükseldikten hemen sonra hızla iki generale doğru düşüşe geçti. İki general için durum hiç de iyi gözükmüyordu.
Ancak o anda golemin iki tarafından atılan onlarca zıpkın, golemin kollarına doğru ilerlemeye başladı. Askerler golemin etrafını kuşatmış ve zincileri zıpkınlara bağlayarak fıtlatmışlardı. Bu zincirler generallerin ellerindeki kadar küçük değildi. Çapları en azından yirmi santimetre kadar olmalıydı. Zıpkınlar da aynı şekilde kocamandı.
Onbinlerce asker, golemin etrafını kuşatmıştı ve onu zıpkınlamaya başlamıştı.
Kolları zıpkınlanan golemin kolları geriye doğru çekiliyordu ve kafasını çekiştirmekte olan iki generale saldıramıyordu. Şuan iki ayrı tarftan, önden ve arkadan çekiştiriliyordu. Zıpkın zincirlerini tutan binlerce asker vardı ve tüm güçlerini kullanarak golemi devirmeye çalışıyorlardı.
Kolları son derece güçlüydü. Bu şekilde devam ettiği sürece kopan şey kafası olacak gibiydi.
#
Kale surlarında duran askerler endişeyle generallerine döndüler. Düşman gerçekten de bu devasa golemi devirebilecekmiş gibi görünüyordu.
Ancak Urd'a baktıklarında inanılmaz bir sakinlik gördüler. Dik durmuş, sadece önünde duran şeyi ilgiyle seyrediyordu.
Yüzünde şaşkınlık yada endişe yoktu...
#
Devasa golemin kolları geriye doğru çekiştirilmiş, kafası ileriye doğru çekiştirilmeye devam ediyordu.
Önde duran ik general tüm güçleriyle golemin kafasına bağlanmış zincirleri çekiyor ve sürekli geriye doğru adım atarak uyguladıkları baskıyı arttırıyordu.
Ancak beklenmedik bir şeyler olmaya başladı.
O güçlü kollar bir anda gerilemeye başladı. Askerler az önce uyguladıkları gücün azalmakta olduğunu fark etti. Sanki golemin kolları onlara doğru geliyordu.
Zincir salınmaya başladı.
O anda, izleyen herkes nedenini anladı. Kopan şey golemin kafası değil, kolları olmuştu. Büyük bir etkiyle birlikte, golemin kolları ayrıldı ve bedeninden düşmeyr başladı.
O sırada golemi arkadan çekecek bir güç kalmamıştı ve golem kafasını ileri doğru hareket ettirdi.
Devasa kllar aynı anda golemin bedeninden düşerken, aynı anda golem tüm gücüyle kafasını yere vurdu.
*Boooom*
Devasa bir sarsıntı oluştu. Kolları ve kafası aynı anda yere çarpmıştı. Kumlar havaya kalkmış ve küçük çaplı bir fırtına daha oluşturmuştu. Kimse kafasından önce kollarının kopacağını tahmin etmemişti.
"Ahh"
"Argh"
Çığlıklar etrafı kaplarken golemin kafası yavaşça kalktı. Her tarf toz duman olmuştu ve askerlerin bir kısmı kalkan toz yüzünden gözükmüyordu. Aynı şekilde iki generalin de akıbeti belirli değildi.
Golemin devasa silueti gittikçe yükselmeye başladı. Metreler arttı ve görünüşü büyüdü. Ne olduğunu anlamak için bir dahi olmaya gerek yoktu. Golem ayağa kalkıyordu!
Kollarının olması gereken yerde büyük bir boşluk vardı. Ancka yine de golem hızla kafasını kaldırmıştı. Bunun yanında kafası gittikçe yerden daha yükseklere çıkıyordu. Yer ile araası artıyor, insanlara daha tepeden bakıyordu. Devasa ayaklar, devasa gövde ve devasa bir kafa. Alnından iki adet küçük zincir sarkıyordu. Kolları ise yerde yatay bir pozisyondaydı. Gözleri açılmış, öfkeyle altındaki askerle bakıyordu.
Yerdeki kumlar yeniden hareket etmeye başladı. Kendiliğinden bir mıknatısla çekiliyor gibi kumlar sürünerek golemin ayaklarının altında toplanmaya ve içine girmeye başladı.
Kumlar devasa golemin ayaklarından içeriye doğru girdikçe golemin omuzlarının kenarlarında küçük kabartılar gözükmeye başlamıştı.
Kuşatma askerlerinin yüzü trajik ve umutsuz bir hal almaya başlamıştı. Golemin kolları yeniden çıkıyor ve büyüyordu!
"Olamaz!..."
"Kol- kolları..."
"Geri Çekilin!!"
Askerler geriye çekilmeye başladı.
Golem az önceki etkiden kurtulmak için kollarını bedeninden bilerek ayırmıştı. Kafasıyla generalleri püskürttükten sonra, sonunda ayağa kalkabilecek duruma gelmişti.
Sonraki adımsa kaybettiği kollarını yeniden çıkarmak olmuştu. Bu golem kumla besleniyordu ve çölün ortasında bulunuyorlardı.
Askerlerin gözünde bu devasa golem, artık yenilmez gibiydi!
*Ahhnnn*
Golem öfkeyle bağırdı. Daha sonra adım atmaya başladı. Her adımı sarsıntılar oluşturuyor ve kumları havaya kaldırarak küçük kum fırtınaları yaratıyordu.
Adım attıkça insanlar eziliyor ve yaşamlarını kaybediyordu. Şu anda golemin kafası ulaşılamayacak kadar yüksekteydi. Bunun yanında ayakları kocamandı ve her adımı büyük bir tehlike arz ediyordu.
Yürüdüğü alan, şu anda geri çekilmekte olan ordunun olduğu taraftı!
Her adımda ya çoğu asker ezilerek ölüyor ya da oluşan etkiyle birlikte kumların altına gömülüyorlardı. Sadece yakın durmak bile bir ölüm sebebi olmuştu artık!
Umutsuzluk.
Korku.
Geri çekilen her bir askerin yüzü trajik bir şekilde değişmişti. Bu golem fazla büyükte ve sadece adım atarak yüzlerce askeri öldürebilirdi. Bunun yanında korkunç bir rejenerasyon yeteneğine sahipti. Onu öldürmek gerçekten mümkün müydü?!
"Geri çekilin!"
"Geri çekilin!"
Kızıl generalin planı başarısız olmuştu. Az önceki saldırıda ölmediği düşünülüyordu. Ancak şu anki durumunda orduyu koruyamazdı. Yeniden toparlanma için ordu, hızlı bir geri çekilme kararı almıştı.
Gri ve siyah generaş kuşatmanın ikinci dalgası için hazırlanıyordu. Bu nedenle henüz gelmemişlerdi. İki generale de ulaşalılamadığı için teğmenler hızlıca bir karar vermek zorunda kalmışlardı ve bu durumda en güvenli şeyin ordunun akıbeti olduğunu kararlaştırdılar.
Ordu geri çekilmeliydi!
#
"Heeeeeyyyy!!!"
Bir sevinç dalgası, kale surlarının üstünde patlak verdi. Her bir asker askerin yüzü süpriz ile dolmuş. Gözlerinde mutluluktan yaşlar birikmişti. Onlar Urd'un konuşmasından sonra ölmeye bile hazılanmışlardı. Ancak aynen generalin söylediği gibi hiçbiri yaşamlarını feda etmek zorunda kalmamıştı.
Bu kesinlikle zaferdi. Kuşatma ordusu geri çekiliyor ve golem onların peşinden koşarak öldürmeye çalışıyordu. Ordu dağılmıştı ve toparlanması uzun bir zaman alacaktı.
Golem ayağa kalktığında ve yürümeye başladığında yüzlerce hatta binlerce asker yaşamlarını ezilerek kaybetmişti.
"Kazandık!"
"Hahahaha kaçıyorlar!"
"Hahaha"
Her biri sevinç içinde kaçan düşman askerlerine bakıyordu. Golemin ayaklarının altında ezilemek için canla başla geri çekikmeye çalışıyorlardı.
Teğmen kafasını Urd'un durduğu yöne çevirdi. Böyle bir zaferi ancak o kazanabilirdi. Bu başarı kesinlikle dile getirilmeliydi.
Ancak teğmen baktığında, Urd orada değildi. Hemen kafasını goleme doğru çevirdi ve etrafta Urd'un siluetini aramaya başladı.
#
"Sen... Sen"
"Sırf sayınız biraz fazla diye kazanacağınızı mı sandınız?"
Urd kesin ve otoriter bir ses tonunda yerde ayağa kalkmaya çalışan adama baktı. Sesi soğuktu, gözleri ifadesiz ve duygusuzdu.
"Lütfen. Bağışla... Ben ülkem için..."
"Lütfen"
"Lütfen..."
Bu sözleri söyleyen adam kızıl bir zırh giymişti. Evet. Bu adam kızıl generaldi. O anda dek kazanacağından emin olan ve Urd'u rakip gören generaldi bu.
Şimdi yapabileceği tek şey hayatı için merhamet dilenmek olmuştu. Önceki kibirli tavrı gitmişti. Yerini titrek ve ölüm korkusu içeren bir ses almıştı.
"Ülkem için mi dedin?
Bu da benim ülkem için..."
*Slash*
Urd'un kılıcı kanla kaplanırken bir kesilme sesi duyuldu. Kanlar yere ve Urd'un kılıcına sıçradı. 4 büyük kuşatma generalinden biri az önce ölmüştü.
Bu kırmızı zırh giymiş kanlar içinde yatan cesedin birkaç metre uzağında, üzeri taze, sıcak ve kızıl kanla süslenmiş, mavi zırh giyen bir adamın cesedi yatıyordu.
Bu ceset mavi generale aitti...
Dört kuşatma generalinden ikisini kendi elleriyle öldürmüştü!
"Kafalarını geri mi göndersem? Yada cesetlerini saklayıp, kuşatma ordusuna generallerin savaştan kaçtıklarını mı düşündürsem?"
Urd karar veremedi. Birincisi kendi ihtişamını yükseltirdi, ikincisi onların ihtişamını düşürür, düşmanın şevkini kırardı.
Gerçekten zor bir karardı. İki seçenek de oldukça mantıklı geliyordu. Bir süre düşündükten sonra kararını verdi ve kendi kendini onaylar bir şekilde kafasını salladı.
"Kararımı verdim. Cesetlerini saklayacağım. O kadar katliamdan sonra kafa kesme fantazim olduğunu düşünmelerini istemiyorum..."
#
Uzun bir süreden sonra golem geri dönmüş ve sanki nöbette beklermiş gibi kale surlarının önünde ifadesiz, donuk ve sabit bir şekilde dik duruyordu.
Bu devasa golemin onlarca metre uzağında, tamamen aynı ifade, görünüş, tepki ve duruşa sahip olan bir golem daha vardı!
Kale önünde devasa boyutlarda ikiz golemler nöbet tutmaktaydı. Bir golem zaten düşman için çok sert bir düşmandı. Ancak iki golem!
Bunun yanında sayısısız savaştan galip çıkmış, yeteneği hala tam olarak bilinmeyen ve geçmişte kahraman olarak anılan gizemli general Urd, kalenin içerisindeydi.
İki devasa kum golemi ve bir Savaş Tanrısı!
Bu kale gerçekten fethedilebilir miydi?!
Aradan 10 gün geçmişti...
Gece çökmüştü ve etraf sakindi. Kalenin içinde şu anda eğlenceler düzenleniyordu ve büyük bir sevinç havası hakimdi. Ezici bir zafer elde edilmişti. Ondna sonra geçen on gün düşman orduları gözden kaybolmuştu.
Bunun üzerine ziyaferler düzenlenmiş ve bu küçük imparatorluğun içi mutluluk yuvası olmuştu.
Tüm dünya rakibin olsa bile. Küçük bir kaleyi bu derece korumak gerçekten mümkün mü?
Urd bir kez daha sıradana insanların imkansız dediği şeyi gerçeğe dökmeyi başarmış gibiydi.
Urd, surların tepesine çıkmış, yalnız bir şekilde ufuğa bakıyordu. Gece çökmüş etraf derin bir duyguya bırakmıştı kendini. Gündüz kızıl-sarı çöl kumları akşam maviye bürünmüştü.
Gökteki sayısız yıldız bir kez daha yerini almış ve ihtişamlıyla yeryüzünü aydınlatıyordu.
# 1 gün öncesi... #
"Efendim. Emin misiniz?!"
"Evet kendi adım kadar eminim. Konsey çoktan kararını verdi. Geriye uygulamak kalıyor.
Bu adam son derece tehlikelidir ve bir an önce ortadan kaldırılması gerekir. Tüm dünyayı düşmanı ilan edip kolayca hayatta kalmayı başaran biri hafife alınamaz. Ne feda edilmesi gerekirse gereksin son kozumuzu oynamanın zamanı! O kalenin içindeki hiç kimse hayatta kalmayacak!"
"Anlaşıldı efendim!"
#
*Sarsıntı*
*Sarsıntı*
*Sarsıntı*
*Sarsıntı*
Urd surların tepesinde anlam veremediği bazı sarsıntılar hissetmeye başladı. Garip bir ses her tarafı esir almış, tüm kaleyi sallıyordu!
Bir şeyler gerçekleşiyordu!
Bir şeyler oluyordu!
Urd hızla etrafına bakınmaya başladı. Bu da neydi böyle?
Anlam veremedi.
Tüm bu sarsıntıya ve sese sebep olan şey ne olabilirdi?!
Gökyüzü ve yeryüzü sarsılıyor gibiydi.
Sanki yer kabuğu çatlamak ve herşeyi tesiri altına almak üzereymiş gibiydi.
Urd gözleriyle yeryüzünü tarıyordu. Bu sarsıntının kaynağı neydi ve neler oluyordu?
Yada daha doğru bir soru sormak gerekirse neler olmak üzereydi?!
Urd her yeri arıyor ancak gözleri bir türlü aradığı şeyi bulamıyordu.
*Sarsıntı*
*Sarsıntı*
*Sarsıntı*
Hiçbir şey yoktu. Gözleri hiçbir şey göremiyordu. Endişelenmeye başlamıştı. Daha önce hiç bu kadar tuhaf bir fenomenle karşılaşmamıştı! Yeryüzü sert bir depremle sallanıyordu. Ancak keisnlikle doğal değildi! Urd bunu anlayabiliyordu.
Bu sarsıntı golemin doğarken yarattığından çok daha büyüktü.
Böyle bir şeye sebep olan neydi?!
*Sarsıntı*
*Sarsıntı*
*Sarsıntı*
Urd' un gözleri sonunda bir farklılığa ilişti.
Hatasını anlamıştı. Düşmanı yeryüzünde arıyordu.
Kafasını hızla yukarı kaldırdı.
Gözleri şaşkınlıkla açıldı.
Yüzü donuklaştı.
Gökyüzündeki bulutlar içi boş bir çember oluşturmuştu. Bu bulut çemberi tam olarak kalenin üstünü kuşatmış durumdaydı. Çemberin içi karanlıktı ve orada ne olduğu gözükmüyordu. Oradaki hiçbir yıldız gözle görülemiyordu!
"Bu da ne böyle?!"
Urd kötü bir şeyler olacağını çoktan sezmişti.
Ve gerçekten oluyordu da...
*Znnnnnnnn*
Tüm kaleyi baskı altına alan bir ruhsal enerji oluştu. Sıradan insanlar bun enerji karşısında nefes bile alamıyorlardı. Ruhsal enerjiyi kullananilen askerler ise zar zor adımlarını atabilecek kadar baskılanmıştı.
Tüm kale sanki enerji atmosferine boğulmuştu. İnsanlar nefes almaya çalışıyor ancak bir türlü başarılı olamıyordu.
Öksürecek kadar hava bile alamıyorlardı.
Bunun yanında sanki bedenlerine 10 kilo ağırlığında bir baskı çökmüş gibiydi.
Bir insanın bu kadar ruhsal enerjiye sahip olması temelde imkansızdı.
Bu da olası tek bir sonuç doğuruyordu.
Bunu yapan şey bir insan değildi!
Kalenin içerisi bir anda mavi bir ışıkla ayndınlanmaya başladı. Sanki ay ışığı tüm karanlık yeryüzü arasında yalnızca bu kaleyi aydınlatıyordu.
Ne var ki bu ışığın sahibi ay değildi...
Bulut çemberinin ortası mavi-beyaz bir ışıkla aydınlanmıştı!
İlahi bir ışık gibiydi.
"Olamaz"
"Olamaz"
Urd çaresiz hissediyordu. Bu kesinlikle iyi bir şey değildi!
*Sarsıntı*
*Sarsıntı*
Ve son bir kez daha.
*Sarsıntı*
Urd'un yüzü dramatik bir hal aldı.
*Tak*
Gökleri ve yeri sarsan bir ses duyuldu.
Bir anda gökyüzündeki ilahi ışık maddeleşmiş ve yeryüzüne doğru düşüşe geçmişti. Muazzam bir hızla kalenin üstüne doğru düşüyordu.
Bir fenerle aydınlatılmış gibi gözüken kaleye şu anda ilahi bir ışık, maddeleşmiş ve içi dolu bir silindir oluşturacak şekilde düşüşe geçmişti!
#
Urd hemen tüm ruhsal enerjisini saldı ve maddeleştirdi. Tam kafasının üstünde bir çeper oluşturdu. Enerjisi gittikçe sertleşiyor ve katılaşıyordu.
Şu anda bir kaplumbağa gibiydi. Tüm gücünü kullanarak yarattığı anlayışını devreye sokmuş ve alabileceği en güçlü savunma pozisyonunu almıştı.
Bu kaplumbağa kabuğu benzeri anlayışı maddeleştirirken gücünün son zerresine kadar kullandı.
#
İlahi ışık sonunda gökyüzünden aşşağıya inmiş ve yeryüzü ile birleşmişti.
*"Boooooooommm"*
Devasa bir patlama gerçekleşti ve tüm kaleyi tesiri altına aldı. Beyaz-mavi ilahi ışığın altındaki kale, tamamen gözle görülemez bir hal almıştı!
Tüm kale bu ışığın altında kalmıştı!
Yıkıcı güç her tarafta dalgalandı. Yeryüzünü salladı. Gökyüzünü salladı. Devasa bir patlama oluşturdu.
Kalenin içerisinin akıbeti belirli olmasa da, patlama bir halka şekline kocaman bir kum dalgası oluşturdu. Oluşan dalga kilometrelerce ilerlerken geçtiği her şeyi beraberine götürüyordu.
Patlamanın merkez noktası görünmezdi. Ancak ilahı ışık silindirinin dış kısmı, patlamanın etkisiyle oluşan bir dalganın etkisinde kalmıştı ve bu dalga önüne ne çıkarsa yutuyor ve parçalara ayırıyordu!
Kumlar yükselmiş, patlama dalgasının yıktığı herşeyi örtüyordu.
Onlarca kilometre uzaktan, insanlar bu ilahi ışığın düşüşünü görebiliyor ve oluşan sarsıntıyı hissedebiliyordu!
Sanki Tanrı, bu ilahi ışığın düştüğü yeri cezalandırmak istiyordu!
İlahi ışık yavaşça solarken, kalkan tozlardan dolayı hiçbir şey gözükmüyordu.
####
O gün küçük bir imparatorluk ve bir kale, Dünya haritasından tam anlamıyla silinmişti...
****####****
Urd'un gözleri yavaşça açıldı.
Karşısında safir gibi ihtişam ve güzellikle parlayan ancak mücevherlerle kıyaslanamayacak derecede narin ve kusursuz gözler bir uygu armonisi oluşturmuş bir çift mavi göz onu izliyordu.
Urd daha geniş bir şekilde baktığında, bu parlayan gözlerin sahibininin genç bir kadın olduğunu gördü. Bedeni, usta bir oymacının sanat eseri gibi görünüyor ve asil bir zerafet yayıyordu. Ten rengi, karanlığın ortasında tek başına duran bir yıldız gibi beyaz ve parlaktı.
Gözleri, içinde derin bir sonsuzluk akıyor gibi görünüyordu.
Kaşları, burnu, dudakları. Bir yapboz parçalarının tam yerine oturması gibi yerlerine oturmuş ve ihtişamlı bir resim ortaya çıkamıştı. Dudakları göz alıcı bir pembelikte parlıyordu.
Saçlarının her bir teli birbirinden ayrı, ama gerçekte bütün gibi görünen altın gibiydi.
Bu bir heykel değildi. Bir heykeltraş böylesi bir heykeli yaratamazdı.
Bu bir heykel değil ancak destansı güzellikte bir melek olarak tanımlanabilirdi.
Bu melek, kafasını hafifçe yana yatırmış, büyümüş, meraklı, derin, mavi gözleriyle Urd' a bakıyordu.
İlk verdiği izlenim, şefkat ve merhamet ile dolu olduğuydu.
Urd meraklı gözleri ile karşısındaki gözlere bakmaya başladı.
O gün, iki ölümsüz varlık birbirini ilk defa görmüştü.
------- 0 -------
Sonunda bitti. Bu bölüm, bu kitapta yazdığım en uzun bölümdü.
Mütüşlü sayı özel bölüm olarak düşünebilirsiniz :D
Yarıda kesicektim ama büyüyü bozmiyim tek seferde veriyim dedim.
Sonraki bölümde geçmiş devam mı, yoksa değil mi ben de henüz bilmiyorum. Bu bölüm beni baya yordu.
Önceden de dediğim gibi yakında kısa bir ara verip başka bir kitapta devam edeceğim. Ama bu kitap kısa süre sonra tekrardan devam edecek.
Bu bölümün sonuna bir de yeni yayımlamak istediğim kitabın adını ve açıklama kısmını eklemeye karar verdim.
Arkadaşlar yeni kitabın ismi:
Tanrı' nın Hükmü.
Açıklama kısmında şunlar yer alacak:
'Kuruyan ağacın yerine dikilen, umudu temsil eden bir fidan.
Bana böyle söylenmişti.
karanlık perdenin ardındaki gerçeğe ulaştığımda ise, her şey için çok geç olmuştu...
Geleceği değiştirerek geçmişi de değiştirebilir miyim?'
Oldukça zeki bir çocuk olan Kudan, küçüklüğünden beri strateji oyunlarına düşkündür. Hayali, kendi tasarladığı strateji oyununu bitirip satışa sunmaktır.
Ne var ki bu hayali ile arasına giren şey Dünya' nın yok oluşu olacaktır.
Dünyası gözleri önünde yok olurken Kudan, yüzlerce kişinin ölüünü izlemekten başka birşey yapamaz.
Tam yaşama isteğini kaybettiği sırada, garip bir adam onu kurtarır.
Bu adam Kudan' ın aklına bazı tuhaf fikirler sokar ve onu yeni bir Dünya' ya götürür.
Kudan kurnaz zekası ve bilgisi ile bu yeni Dünya' yı ele geçirmeye çalışırken, bir yandan eski Dünya' sının yok oluşunun ardındaki sırları aralayacak ve kendine düşman olan herkese meydan okumaktan çekinmeyecektir.
----------
Light novel türünde yazılmıştır.
#
Bölümü okuduğunuz için teşekkür ederim.
Lütfen yorum kısmında görüşlerinizi paylaşmayı unutmayın ^^
Comment Now
0 yorum