Karanlık Algı: Bölüm 30- Kuşatma
Gözler hareketsizce durmakta olan maskeli adamın üzerine doğru kaymıştı.
Bir Grendel'i tek bir darbe ile öldüren adam!
Grendel'in boğazına saplanmış bir vaziyette duran mızrak hafifçe titreşmeye başladı. Titreşim gittikçe arttı. Bir an sonra geriye doğru eğildi. Aniden saplandığı yerden ayrıldı. Bu olay gerçekleşirken etrafa kanlar sıçramış ve dağılmıştı.
Mızrak, havalandı ve hızlıca havada uçmaya başladı. Uçan beyaz mızrak yüksek bir hızla ilerledi. Ten Klanı malikanesinden ayrıldı ve bir binanın üstüne yöneldi.
Sadece kısa bir an içinde mızrak yeniden, maskeli adamın elinde belirmişti!
"Ne çeşit bir güç kullanıyor?"
"Az önce ne yaptı?"
Meraklı ve şaşkın sesler tekrardan yükselmeye başlamıştı. Az önceki çarpıcı sahneden etkilenmişler ve artık bu canavarlardan kaçmaları gerekmediğine inanmışlardı.
İçlerine sinen korku dinmiş ve yerini heyecan almıştı.
Bu yaratıklar her ne kadar devasa da olsa, zekaları fazla gelişmiş değildi. Buna rağmen az önce olan olay diğer 3 devasa yaratığın kalplerine bir korku salmıştı. Daha tepki verecek fırsatları bile olmamıştı ama aralarından biri öylece katledilmişti.
Tek yapabildikleri nefeslerini düzenlemeye çalışmak ve dikkat çekmemek için hareketsizce durmaktı.
Diğer 3 yaratık bir an öncesi kadar korkutucu gözükmüyordu artık.
Maskeli adam kafasını çevirdi. Maskenin ardındaki donuk gözler, kimse tarafından görülemiyordu.
O anda bu adamın ne düşündüğünü bilen kimse yoktu.
Bu sırada insanlar çeşitli spekülasyonlarda bulunmaya başlamıştı.
"Bu adam kim?"
"Bir kahraman mı? Ya da güçlü bir lord?"
"Neden maske takmış?"
Bu dünyada maske takmak sık görülen bir olay değildi. İnsanlar her zaman şöhretlerini arttırmaya çalışırdı ve maske takmak bunu engellerdi.
Maskenin ardında turuncu gözlerle parlayan Ukon' un maske takmasının birden fazla nedeni vardı.
Bunlardan bir tanesi, maskedeki ruhsal gücün onun körlüğünü gizleyebilme özelliğiydi.
Kalabalıktaki hiçbir insan, maskenin ardındaki gözlerin kör olabileceğini tahmin etmiyordu.
Körler bu dünyada her zaman bir atık ve fazlalık olarak görülmüştü. Kör birinin ruhsal enerji anlayışı geliştirmesi imkansız derecesinde zordu. Bunun yanında bedeni daima birine muhtaç olurdu ve tek başına hayatta kalabilecek kadar bile kendine bakamazdı.
Acımasızlığın göklere kadar ulaştığı ve insanların kendi hayatından başkasını düşünmediği bu dünyada, körlere yer yoktu. Aileler kör çocukları hiç olmamış gibi davranır ve bu utancı silmeye çalışırdı.
Çocuklarını bir köşeye atar ve sessizce ölmelerini bekleyerek kulaklarını tıkardı.
Bu nedenle sakat insanlar, bu dünyada çok çok nadirdi.
Ancak belki de bu yalnızca Budizm' de bahsi geçen koşullu oluşumdur. Ondan körme yetisi alınmış ancak belkide yerine çok ama çok daha güçlü bir şey verilmişti.
Bütüne bakıldığında görünenin ardındaki karma çok ama çok güçlüydü.
Karma bağlılığına yol açan ve temelde çok güçlü, ruha zararlı üç büyük sebepten bahsedilir;
Hırs, öfke ve cahillik.
Sonuncusuna girmesi mümkün olmasa da ilk iki seçeneği zamanında fazlasıyla taşımış olan Urd, belki de böyle bir cezalandırılmayı hak etmişti.
Ancak gözleri gitse de, yerine mükemmel bir fırsat konulmuştu. Arzuları gerçekliğin içinde hayat bulmuştu.
Urd bunu düşündüğünde, yüzlerce gözünü bile feda etmeye razıydı.
****5000+ yıl önce...****
Urd, kısa bir süre önce, yeni bir ülke kurduğunu açıklamış, düzlemdeki tüm dünya ülkelerine savaş açmış ve bu çatışmada yalnızlığını ortaya koymuştu.
Ancak bildirisini yayınlarken çağırdığı lordların masasına beş farklı kralın kafalarını bırakmış ve masadakilerin herbirini üstü açık bir şekilde tehdit etmişti.
Masadaki tüm yaşlı tilkiler bu hareket üzerine öfkelenmiş, ancak böyle bir durumda üstünlüğü ele geçiren Urd'a karşı koymak istememişlerdi. Oldukça hızlı bir toplantı olmuştu ve herbiri sessizce ülkelerine çekilmekten başka birşey yapamamıştı.
Ancak bu, sadece o an için geçerliydi. Masadan ayrılan hiçbir ülke tarafsızlığını belirtmemiş ve herbiri açık bir şekilde Urd'un yeni kurduğu ülke ile düşmanlığını bildirmişti.
Çok kısa bir süre sonra, küçük bir toprak parçası, dört tarafından saldırıya uğramıştı. Ele geçirdikleri bu kale tek dayanaklarıydı ve küçük bir orduyla dünyaya kafa tutmuşlardı.
Ancak geleceyi tahmin ve tayin etmekte usta biri olan Urd, çoktan uzun soluklu planlamalar yapmıştı bile.
Savaş bildirilerinin ardı ardına gelmesinin ardından, yaklaşık bir ay geçmişti...
Urd artık Dünya çapında bir tehdit olarak görülüyordu. Bu nedenle ülkeler arasındaki diplomasilerde bir durgunluk oluşmuş ve geçici olarak kendi çatışmalarına ara verilmişti. Hedef gösterilen ortak düşman Urd İmparatorluğu olarak belirlenmişti.
Gerekli ayarlamalar kısa sürede yapıldı ve Urd İmparatorluğu' na yeni kuruluşunun üzerine henüz nefes bile aldırmamak için bir ayın sonunda 4 ülke ortak bir ordu oluşturarak saldırıya geçtiler.
Bunun yanında diğer ülkeler de ordularını düzenliyordu ve bu dört ülkeye, sonradan savaşa en yakın zamanda katılacaklarına dair söz vermişlerdi.
Urd İmparatorluğu için durum hiç de iyi görünmüyordu. Her asker Urd için mutlak bir güven duysa da, sonuçta imkansız imkansız olarak kalacaktır. Sert savaşlarda bir ölümsüz belki hayatta kalabilirdi.
Ancak sıradan askerler?
Karşılarında tüm dünya vardı! Eninde sonunda askerlerin sayıları bitme noktasına ulaşacak ve geride kimse kalmayacaktı.
Urd planlamalarından hiçbiri hakkında askerlerine bilgi vermemişti ve ülke içerisinde derin bir umutsuzluk ortamı vardı.
Bunun yanında savaşın başladığı haberi de umutsuzluğun tuzu, biberi olmuştu.
Hiçbir açıklama yapılmadan Güney sınırına gönderilmiş ve savaşmaları emredilmiş olan askerler tam bir karmaşa içerisindeydi.
Urd.
Mitolojide yazgı olarak adlandırılan kelime.
Yani bütün olmakta ve olacak olanları önceden ve değişmeyecek biçimde düzenlediğine inanılan doğaüstü güç.
İşte Urd isminin anlamı bu.
Onun isminin kader anlamına gelmesi, yine kaderin belirlediği komik bir oyun mu?
Urd, insanlar için her zaman gizemli olmuştu. Soyadını, ailesini veya nereden geldiğini bilen kimse yoktu. Sadece bir şehir efsanesi gibi ünü ağızdan ağıza dolaşmış ve kimse daha ne olduğunu anlayamadan bir kahraman olarak çağrılmaya başlanmıştı. Şimdiyse bir ülkenin kralı.
#
Güney cephesinde:
Kalenin aslında kurak bir çölün ortasına kurulduğu söylenebilirdi. Kale içerisinde fazla su sıkıntısı çekilmese de, aslında bu doğa şartları yaşamak için fazla elverişli değildi. Sıcak iklim ve hafif rüzgar, havada dağılan küçük kum tanecikleriyle birleşiyor ve gözleri yakıyordu.
Buralarda sık sık kum fırtınaları meydana gelirdi. Ancak şu an bu durum meydana gelmeyecek gibi gözüküyordu.
Kale surlarının tepesine çıkmış askerler, gözlerini kısmış, yaklaşan düşmanlara bakıyordu. Siyah kıyafetler içinde yaklaşan askerler ruhsal enerji kullanabiliyorlardı ve sayıları hayli fazlaydı.
Ufukta görünen ordunun sonu yok gibiydi. Tehditkar bir şekilde yürüyorlar ve ruhsal enerjileri birleştiğinde, etraftaki atmosferi tıkayarak insanları boğacakmış gibiydi. Dalgalanan enerjiyi, kale surlarının tepesindeki askerler bile hissedebilmekteydi.
Sert ve güçlü bir ordu, kaleyi kuşatmaya hazırlanıyordu!
Arka tarfta mancınıklar ve kuşatma kuleleri hazırlanmıştı ve askerler onları çekerek her geçen saniye kale surlarına daha da yaklaştırmaktaydı.
Tüm Dünya'ya karşısın!
Sadece küçük bir kaleye hapsolmuş ve sınırlı sayıda insan gücü var.
Ülkelerin herbiri sana düşman!
Bu ordu def edilse bile, geldiği yerde bunun onlarca katı büyüklüğünde insanlar bulunuyor.
Asla bitmeyecek bir kuşatma!
Daha önce bunun eşi benzeri görülmemişti.
Ülkeler Urd'u açıkça hiç de hafife almıyordu.
Şimdiye kadar Urd gözükmemişti. Askerler yalnızca ondan geldiği söylenen emirlere uymuş ve güney cephesinde savaşmak için yerlerini almışlardı.
Generallerine güvenselerde, imkansız, imkansız olarak kalacaktır.
Tüm Dünya'ya savaş açmak mı?!
Delirdin mi sen!
Urd savaşa katılsaydı birçok düşmanı öldürebilir ve belki gücüyle hayatta kalmayı başarabilirdi. Ancak askerlerini koruyabilecek miydi? Bu iş bittiğinde içinde Urd'dan başkasının olmadığı bir ülke mi kalacaktı geriye?
Ancak artık geri dönüşü yoktu. Ok yaydan çıkmıştı.
Urd 5 imparatorun kellesini alarak tüm Dünya ülkelerini tehdit etmişti. Ordular kapıya dayandıktan sonra geri adım atılamazdı!
Bir kez daha Teğmen'in sırtından soğuk terler boşalıyordu. Sessizce düşmanın gelmesini ve askerlere oklarını atmaları için emir vermeyi bekliyordu.
Urd bir kez daha ona hiçbir şey söylememişti!
Şimdi bile nerede olduğu belli değildi! Sadece savunma emrini vermiş ve ortadan kaybolmuştu!
Gerçekten Dünya'yı bozguna uğratacak bir fikri var mıydı? Böyle bir şey gerçekten mümkün mü?
Teğmen, Urd'u gerçekten de anlayamıyordu!
O kurnaz gözlerin ardındaki zihin ne düşünüyordu?!
"Gözlerin kararlılıkla parlamalı teğmen! Gerçeğin sana verdiği umutsuzlukla değil!"
Teğmen heyecanla arkasına döndü. Bu gerçekten Urd'du. Sonunda kendini göstermeye karar vermişti. Gerçekten de gözleri kararlılıkla parlıyordu.
"General!"
Teğmen Urd'un gözlerine baktıkça içinin rahatladığını hissetti. Garip bir şekilde bu adam gerçekten güven vericiydi. Onun yanında durdukça korkular diniyor ve yerini cesaret alıyordu.
Urd gülümsedi ve askerlere döndü.
"Urd İmparatorluğu topraklarını kanının son damlası da yere akana kadar, son nefeslerini verene ve ölüm nehrini geçene kadar korumaya yeminli olan askerlerim!"
Gür bir sesle bağırdı ve her bir askerin dikkatini kendine çekti. Her biri dikkatle onun yüzüne bakıyordu.
"Düşman sayıca üstün ve durum ümitsiz görünüyor olabilir!
Ancak size kaderin çarklarını kırmanın sırrını verebilirim!
Önünün ne kadar karanlık görünürse görünsün, sizi o derin çukurdan çıkaracak bir şey var!
Biz buna inanç diyoruz.
Kuyu, ancak gördüğün kadar derindir!
Sen çukurun alçak olduğuna inandığın sürece oradan çıkmak senin kendi çizdiğin kaderin olacak.
İnanç, cesareti getirir.
İnanç, azmi getirir.
İnanç, kararlılığı getirir.
Kendinize inanın!
Ülkenize inanın!
Bana inanın!
Ve kazanacağınıza inanın!
Sayı yüzmüş, binmiş fark etmez! Kazanacağına inandığın sürece zafer, yalnızca yarım adım ilerinde olacak.
Azimli, kararlı, cesaretli olun!
Bunlar sizi zafere götürecek ve göklerin altında egemenliğe çıkaracak olan anahtarlar.
Şu karşıda bir deniz gibi uzanan aptal sürüsüne bakın!
Sırf sayıları fazla diye, kazanacağına inanan bir avuç dolusu aptal, karşımıza çıkmış ve bize meydan okuyor!
Gerçekliği nasıl kırdığımızı, imkansızı nasıl başardığımızı ve ölümün ne demek olduğunu onlara gösterelim!
Kazanacağımıza olan inancımızı onlara gösterelim!
İnancımızın, onlarınkini nasıl kırıp geçtiğini ve güçlerinin yalnızca okyanustaki bir damla olduğunu onlara gösterelim!
Kendiniz, geleceğiniz ve ülkeniz için,
Bağırın!
Zafer nidasıyla bağırın!
İnancınızla bağırın!
Bağırın ki karşıdaki aptallar, zafere olan inancımızın onları nasıl yuttuğunu anlasın!
Şimdi! Kalbindeki inancı kararlılık ateşine dönüştür ve tüm gücünle bağır!!!"
Urd bir aslan gibi kükreyerek konuşurken, ondan tam bir kral aurası yayılıyordu. Ses seviyesi hiç düşmemiş ve giderek artarak her bir askerin kulaklarından girmiş ve beyinlerinde yankılanmıştı. Her bir söz, her bir kelime içlerine işlemiş ve gerçekten de inançlarını arttırmıştı.
İhtişamla bağırarak söylenmiş bu sözler, ayaklarının altını bile sallayacak kadar güçlüydü.
"Heeeeyyyyy!!!!!"
Binlerce asker ağzından çıkan son gücüyle bağırmaya başlamıştı. Öyle ki, bu inançlı ve kararlı sesler yeri, göğü sallıyor bir deprem gibi etraftaki umutsuzluğu yıkarak ilerliyordu! Öyle ki bu bağırışmalar insanların kalplerini temsil ediyor ve bir mutlakiyet yaratıyordu. Gözleri alev alev parlıyor, vücutları heyecanla titriyordu. Binlerce mızrak, yay, kılıç ve silah havaya kalktı.
Şu anda bu ordu, yenilmek nedir bilmez bir savaşçı birliği gibi gözüküyordu.
Binlerce kişi, tamamen aynı düşünceleri paylaşmaktaydı.
Sanki durdurulamaz ve dizginlenemez bir ordu doğmuştu. Umutsuzluk yerini azim, cesaret ve kararlılığa bırakmıştı.
Her bir asker saygı dolu gözlerlere generallerine bakıyordu. Ona, Urd'a inanıyorlardı. Ölüme yürümek mi? Şu anda buna hiçbiri hayır demezdi!
Kanları savaş için kaynıyordu. Her biri zorlukla nefes alıyor ama heyecanla veriyordu.
Urd, sözleri kullanmakta oldukça iyiydi. Ölüme yürümek üzere olan bir orduyu böylesine gaza getirmek ve heyecanlandırmak...
Herbiri ülkelerine derin bir bağla bağlanmış ve bunu sıkıca kucaklamıştı.
Kana susamışlıkları düşman ordularına karşı açığa çıkmıştı!
Ağır ses dalgası, yıkıcı bir tsunami gibi ilerledi. Geçtiği her yeri hakimiyeti altına aldı ve sonunda düşman ordularına ulaştı. Kazanacağına tüm benliğiyle inanan bu kararlı bağırışmalar, aynı sertliğiyle düşman ordularının kalplerine girdi. Kalpleri yavaşça kuşatıldı ve onları ele geçirdi.
Tüm dünyayı düşman edinen bir ordu, kazanacağından nasıl bu kadar emin olabilir?
Bu kadar kararlı bir şekilde nasıl bağırabilir?
"Neler oluyor?"
"Bağırıyorlar"
"Neden cesaretlendiler?"
"Kazancaklarına emin gibiler"
"Bu da ne böyle?"
Kuşatmaya hazırlanan ordu arasında askerler çeşitli tepkilerde bulunmaya başladılar. Rakibin geleceği ölümdü.
Nasıl bu kadar cesaretli olabilirler?
Kazanacaklarına nasıl bu kadar eminler?
Kuşatma ordusu askerlerinin kalplerinde tereddüt filizleri büyümeye başlamıştı. Daha önce böyle umutsuz durumda, böylesine güçlü ve kararlı insanlar görmemişlerdi!
#
"Urd!"
"Urd!"
"Urd!"
Kararlı bağırışlar bir süre sonra yerini tezahuratlara bırakmıştı. Generallerine olan sonsuz inançlarını gösteriyorlardı.
Urd bir süre sessiz kaldı ve bağırışmaları dinledi. Daha sonra elini kaldırdı ve onları susturarak konuşmaya başladı.
"O umutsuz bakışların yerini kararlı gözler aldı. Hepinizle gurur duyuyorum! Kazanacağına böylesine içten bağlanan ve böyle bir durumda savaşmaya ve ülkesini korumaya içten bir şekilde bağlı olan sizle gurur duyuyorum.
Siz benim ve bu ülkenin değerli askerlerisiniz!
Hiçbirinizin ölmesine izin vermeyeceğim!"
*Sallantı*
*Sallantı*
Yerler bir anda titreşmeye ve sallanmaya başlamıştı. Urd gülümsüyor ve askerlerine bakıyordu. İki taraf da şaşkınlık içinde bu sallanmalara anlam vermeye çalışıyordu.
"Deprem mi?"
Gerçekten de bu bir depreme benzitordu. Ancak gerçekte öyle değildi!
Kale kapısının önündeki kum tabakasında hafif bir hareketlenme oldu. Tüm askerler kafasını o yöne çevirdi. Orası bu garip depremin merkez noktasıydı.
Kum tabakası hareket etmeye devam etti. Sanki zemin altında bir şeyler oluyordu.
Etraftaki rüzgar hafifçe güçlenmişti. Kumlar bir merkez noktası etrafında içe doğru hafifçe çekilmeye başlamıştı. Kum tepeleri küçülüyor ve bu merkez noktasına doğru çekiliyordu. Bir girdap oluşmuştu. Ancak fazla belirgin değildi. Bu küçük girdap yerin titreşmesine sebep oluyordu.
Bir süre sonra girdap durgunlaştı. Ancak titreşimler devam ediyordu. Kısa süre sonra kumlar hafifçe kalkmaya başladı. Az önce içe akan kumlar şu anda yüzeye çıkmaya çalışıyor gibiydi.
Önce hafif kabartılar yükseldi. Daha sonra kabartılar gittikçe büyüdü.
Hemen ardından kumlar bir anda yükseldi. Bu devasa bir el şeklindeydi.
Kumdan devasa el yükseldi. Artık bir kol olduğunda yere doğru iniş yaptı ve sert bir gürültü ve sallantıyla birlikte yere çarptı.
"Bu da ne?!"
Kumdan devasa kol, yere sertçe bastırdı. Bu sırada arka tarfta başka bir şey daha yükseliyordu!
Kolun ardında bir tepe büyümeye başladı. Bu tepe gittikçe yükseldi. Gözler, burun, ağız. Bu kumdan devasa bir kafaydı!
"Bir... Bir kum golemi!!!"

------- 0 -------
Bölüm sonu.
Bu bölüm de 2064 kelimeydi.
30. Bölüm oldu buda baya ilerlemişiz. Yakında bir ara bizi bekliyor. Ara süresince yeni kitapta beraber olucaz.
İlginizi çekebileceğini düşünsem de emin değilim. Şu anda bir yandan bu kitap üzerinde çalışıyorum.
Düzenleyici arkadaşa buradan teşekkür ediyorum çok yardımcı oldu.
Lütfen bölümü oylamayı ve yorumlamayı unutmayın ^^
Comment Now
0 yorum