Karanlık Algı: Bölüm 3- Tezgah Sahibi
Uzun boylu bir adam sırtında asılı olan uzun, çift elli kılıcının kabzasını tutarak yürüyordu.
Siyah saçları ve kahverengi gözleri vardı. Yüzü çok yakışıklı olmasa da bakınca sizi uzaklaştıracak tipte biri de değildi. Kıyafetleri bir köylüden ziyade savaşçı gibiydi. Deri bir ceket, kaliteli postallar, siyah kaliteli eldivenler ve üzerine asılı beri bir çanta.
Yürüdüğü yolda saldırıya uğrama ihtimalı her zaman vardı. Ve o eğitimi gereği her zaman tetikte olması gerektiğini öğrenmişti. Özel bir söz vardı ve bunu hayatı boyuca aklından çıkarması yasaktı.
"Gardını düşürdüğün an, öldüğün andır"
Bu kelimeler bir savaşçının daima aklında olmalıydı. Bu sayede defalarca ölümden kurtulmuş olmalıydı. Vicudu önceki savaşlardan kalma yara izlerini hala taşıyordu. Bunun yanı sıra kıyafetlerinde küçük, kurumuş kan lekeleri vardı.
Patika boyunca yürümekte olan adam uzun süredir tek başınaydı. Ortama sessizlik hakimdi.
Uzun bir yürüyüşün ardından ufukta doğal olmayan renkler gördü. Anında bunun ufak bir kasaba olduğunu anladı. En azından geceyi geçirebileceği bir yer olmalıydı. Gerçekten uzun bir süredir yürüyordu ve sıcak, yumşak yatağa hasret kalmıştı.
Adımlarını hızlandırarak kasabaya yaklaştı. Kasabanın etrafı diğer birçok kasaba gibi çitlerle kapatılmıştı. Bu bölgelerde vahşi yaratıkların olması normaldi ve kasabalılar akşamları korumasız bir şekilde kafalarını yastığa koymayı red ediyorlardı.
Bu bölgelerde ölümler fazla olurdu ve şehirler bunlara aldırmazdı. Bu nedenle insanlar kendilerini bu yollarla korumaya alıyorlardı.
Savaşçının kasaba girişine yaklaştığını gören bir nöbetçi hemen ayağa kalktı ve ona yaklaşarak tereddüt, çekingelik ve saygıyla konuştu.
"Yüce savaşçı böyle bir yerde ne yapıyor?"
Kasabada savaşçıların işi olmazdı. Savaşçılar eğitimli insanlardı. Küçük yaşlardan itibaren dövüş sanatı uygular ve vücutlarını geliştirerek güçlenirlerdi. Böyle insanlar kasabalarda yaşayamayacak kadar yüceydi. Ve ilk bakışta bu adamın bir savaşçı olduğu anlaşılmaktaydı.
Bu savaşçılar tek elleriyle kolayca 200 kiloluk bir kayayı kırabilecek yetenkte insanlardı. Bu adamın öfkelenmesi dahilinde kasabada ona karşı koyabilecek biri yoktu. Sadece etrafı yıkarken onlarca metre uzaktan onu seyredebilirlerdi.
Yani bir savaşçıyı gücendirmek çok ama çok kötü sonuçlar doğururdu.
"Bir yolculuktayım ve uzun zamandır bir yatakta yatmadım. Burada birkaç gece geçirerek dinlenmeyi umuyordum"
Bu sözleri duyan kasabalı rahatlamıştı. Önündeki adam alçakgönüllü biri olmasının yanı sıra sesinde kibir veya öfke yoktu. Tek istediği birkaç gece geçirmekti.
"Lütfen biraz bekleyin kasaba şefine haber vereceğim"
Hızlıca oradan ayrıldı ve kasaba şefinin evine yöneldi. Kapıyı tıklattıktan sonra bir adam karşısına çıktı. 40' lı yaşların sonunda gibi görünüyordu. Yüzünde kibirli bir ifade vardı. Sonuçta bu kasabada ondan daha üstün biri hiçbir zaman olmamıştı. O bu küçük habitatta zincirin en üstün halkasıydı. Kuyudaki bir kurbağa da olsa o cahilliği, üstünlüğü ve kibri ile mutluydu.
"Ne var?" sesi öfkeli ve kızgın geliyordu. Bu köyde kapısını kıracakmış gibi vurmaya cesaret eden kim olabilirdi?
"Rahatsız ettiğim için çok üzgünüm. Ancak kasaba girişine bir savaşçı geldi."
"Savaşçı mı?" paniklemeye başlamıştı ve yüzü terler içinde kalmıştı. "Bir savaşçının burada ne işi olabilir?"
"Bir yolculukta olduğunu ve birkaç geceliğine burada kalmak istediğini söyledi"
İçi bir rahatlamayla dolan şef hemen topralandı. "Ne bekliyorsun seni aptal?! Onu gücendirmememiz gerekiyor!" Önündeki adamı kibirli bir şekilde azarladıktan sonra hemen kasaba girişine doğru koşmaya başladı.
Önündeki savaşçıya baktığında yirmili yaşlarda olduğunu tahmin etti. Genç de olsa güçlü görünüyordu.
"Merhaba yüce savaşçı. Ben kasaba şefi Hodor."
Kibirli ve öfkeli sesi gitmiş, dalkavuk, iyimser ve saygılı bir ses gelmişti.
"Adım Rendo. Sorun çıkartmaya gelmedim. Yalnızca birkaç gece geçirebileceğim bir yer istiyorum"
Bu sözleri ikinci defa duyan şef tamamıyla rahatlamıştı. Bu adamın bir sorun çıkarması olabilecek en kötü senaryo olurdu. Ne olursa olsun bu adam gücendirilmemeliydi!
"Benimle gelin. Size bir ev ayarlayabileceğime eminim. Ancak evlerimiz şehirlerdeki kadar kaliteli değil. Bu nedenle pek memnun kalmayabilirsiniz"
"Önemli değil. Birkaç gece uyuyabileceğim bir yer versen yeter. Parasını ödeyeceğim"
Parasını ödeyecek mi?! Bu gerçekten çok iyi olmuştu!
Kısa bir zaman sonunda şef ona bir ev ayarlamayı başarmıştı. Defalarca kez soğuk terler dökse de büyük bir sıkıntı yaşamadığı için seviniyordu.
Genç savaşçı uzun zamandır yatağa başını koymamıştı ve onun için oldukça rahatlatıcıydı. Geceyi geçirdikten sonra yolculuğunda ilk defa kaslarınının ağrımadığını hissederek uyandığını fark etti. Bu kasaba gerçekten dinlenmek için iyi ve huzurlu bir yerdi.
Sabahın ışıklarıyla birlikte kendine verilen evden çıktıktan sonra karşısında şefi görünce şaşırdı.
'Bu adam yoksa evden çıkmamı saatlerdir bekliyor olabilir mi?'
Kaşlarını çatarak aklından bu düşünceyi geçirdi. Görünüşe göre gerçekten korkak bir kasaba şefiydi.
Kasaba şefi ise sanki oraya yeni gelmişçesine sırıttı. "Günaydın Bay Rendo. Oldukça iyi bir gün öyle değil mi?"
Rendo şaşırmıştı. Bu yaptığı gerçekten tuhaftı. Nasıl paranoyak ve ezik birisiydi bu böyle?
"Günaydın." diye yanıtladı genç savaşçı.
"Bay Rendo. Size şehri gezdirmemi ister misiniz? Böylece zamanınız daha hızlı ve eğelenceli geçebilir" Yüzünde pişkin bir sırıtma vardı. Bazı insanlar yalnızca o çehreye bakarak içlerindeki yumruk atma hevesine yenik düşerdi.
Şehir mi? Burası bir kasaba için bile çok küçük bir yerdi. Yalnızca eyaletini övüyordu.
Ancak Rendo bilgili ve tecrübeli bir insandı. Şefin amacını anında anlamıştı. Bu adam onu bir saniye bile gözünden ayrıramayacak kadar paronayak biriydi. Üstüne üstlük kibar bir baskı uygulayarak onu para harcamaya zorluyor ve bu şekilde hızlı bir biçimde köyden ayrılması için teşvik ediyordu.
Yine de Rendo red etmedi. "Teşekkürler Şef Hodor.
Tek istediği sakin ve huzurlu bir yerdi. Böylece yolculuğuna daha dinç bir şekilde devam etmesi mümkün olacaktı.
Şef, hemen genç savaşçının koluna girerek onu kasaba boyunca yürütmeye başladı. Gerçekten dalkavuk gibi görünüyor ve sürekli onu övüyordu. Kasabanın farklı yerlerini gezdikten sonra, şef ilgilendiği noktanın konusunu açtı.
"Kasabamızda oldukça iyi bir pazar var. Belki ilgilendiğiniz şeyleri bulabilirsiniz. Hadi gidip bakalım"
Amacı başından beri onu pazara getitip ceplerini boşaltmaktı. Savaşçıların cüzdanları sıradan kasabalılar gibi olmazdı. Çeşitli zenginler kadar olmasa da halk arasında varlıklı insanlar kabul edilirlerdi. Ve bu şef gibi insanlar için bu adam oldukça zengindi.
Rendo isteksiz bir şekilde pazara gitti. Yüzünden buraya gelmek istemediği rahatlıkla anlaşılıyordu ancak şef görmemiş gibi yapıyordu.
Çeşitli manavların, dükkanların ve sanatkarların tezgahlarının önünden geçtiler.
Rendo hepsine ilgisizce bakıyor ve almak için herhangi bir hareket içerisine girmiyordu. Burada onun ilgisini çeken ne olabilirdi ki? Burası ualnızca aptal köylülerle dolu bir kasabaydı!
İçinden geçirdiği bu sözler bir anda boğazına takıldı. Olduğu yerde donakaldı. Solda gördüğü bir manzara inanılır gibi değildi. Kafasının içi yüzlerce soru işaretiyle doldu taştı. Bu nasıl mümkün olabilirdi?!
"Hey. Bu tezgahın sahibi nerde?!"
Rendo merak ve heyecanını gizlemeye çalışsa da sesindeki farklılığı ve tuhaflılığı gizleyemedi.
Kasaba şefi kafasını çevirdiğinde yere serilmiş mavi bir örtü gördü. Örtünün üzerinde gerçekten gerkesiz ve değersiz şeyler duruyordu. Küçük bir bıçak, satmaşıktan bir kolye, ağaçtan oyma küçük bir wudu bebeği, değersiz renkli taşlar. Sadece bakılarak bile tezgah sahibinin değersizliği anlaşılabilirdi.
"O küçük pislik yine mi tezgah kurmaya cüret etmiş! Hey siz. Şu tezgahı nehre atın-"
"Dur!" Rendo aceleyle sözünü kesmişti.
Şef ise ne diyeceğini bilemez bir vaziyette kalakalmıştı. "Bu tezgahla mı ilgileniyorsunuz? Şu bıçağa bakın. Evimdeki soğanı bile kesmem ben onla"
İğrenmiş bir ifade ile tezgahın üstündekilere baktı. Böyle değersiz şeyleri sergilemeye nasıl cüret edebilirdi.
'Cahil! Tam anlamıyla kuyudaki kurbağa değiminin hayat bulmuş hali! Engelli yada beyin özürlü! Bu bıçakla soğan bile kesmez misin?! Şaka olsa bile harakiri yapmalısın! Bu bıçağı benim kaliteli sayılan kılıcıma tüm gücümle savurduğum takdirde kılıcım parçalara ayrılır. Senin gibi gerkesiz bir varlık bu eşyalardan yayılan ruhani enerjiyi hissedemez. Bu yalnızca güçlü bir ustanın elinden çıkma bir eser olabilir!'
Rendo heyecanını tüm gücüyle gizlemeye çalışıyordu. Şu an gördüklerinin gerçek mi yoksa sadece bir yanılgı mı olup olmadığını anlamaya çalışıyordu.
'Bu eşyaları nehre dökmek mi? Bir hazineyi yok etmekten bahsediyorsunuz!!!'
"Bu tezgahın sahibi nerede?!" diye sordu hemen Rendo.
"Yine kaçmıştır." dedi tiksinti bir ifade takınarak yere tükürdükten sonra.
"Kaçmak mı?"
"10-11 yaşlarında çok tuhaf bir çocuk sürekli buraya tezgah kurar ve onları birinin almasını bekler. Ancak kasabalılar ondan nefret eder. Bir akşam bu kasabaya gizlice girdikten sonra ev kurmaya çalışmıştı. Ancak kasabalılar birleşerek evini yaktı ve onu taşlayarak kasabadan kovduk. Bu tuhaf ve sinir bozucu çocuk sürekli anlamadığımız bir şekilde gizlice kasbaya girdikten sonra buraya tezgah kurup kaçıyor. Biz de bunları nehre atıyoruz"
'10-11 yaşlarında mı? Bu imkansız! Bu hazineler paha biçilemez. Siz pislikler bu yüce çocuğun evini yakarak ve taşlayarak ne yaptığınızı bilmiyorsunuz! Onu gücendirmek mi? Bu yapmanız gereken en yanlış hareket olmalı. Sizi beyin yoksunu embesiller!'
"Bu parçaların hepsini bana ver ve bu çocuğun yerini söyle!" Sesi agresif geliyordu ve çoktan kaşlarını çatmıştı.
Aptal şef ise yalnızca bu adamın çocuktan tiksindiğini ve onu bir daha buraya gelmemek üzere döveceğini düşünüyordu. Yüzünde pişkin bir sırıtma ifadesi vardı. Bu çocuktan oldum olası nefret etmişti. Yalnızca bir iblisin tohumu gibiydi.
"Aslında yaşadığı yeri tam bilmiyoruz. Ormanda yaşıyor. Onu kovalamak için ormanı pek çok kez aradık ama bulamadık. Ancak yarın tekrar geleceğine eminim. Onu o zaman yakalayabilirsiniz"
"Bu çok saçma. 10-11 yaşlarındaki bir çocuk nasıl ormanda tek başına yaşayabilir? Orada vahşi yaratıklar var!"
"Aslında bu düşündüğümüz şey. Onun hakkında fazla bir şey bilmiyoruz"
'Her şeyi bırakırsak. Bu güçlü ruhani efsun neden yalnızca aşımış, eski ve küçük bir bıçağa basılmış olabilir. Bu, bir karıncaya ejderha kanatları takmak gibi bir şey...'
Rendo' nun aklı çalışamaz duruma gelmişti. Yüzlerce soru işareti öylece ortadab kalkamazdı. Böyle yüce biri karşısında oldukça saygılı ve kibar olunması gerekirdi. Onu taşlamak mı? Siz beyin yoksunları sadece gidip harakiri yapmalısınız!
"Bu gün burada nöbet tutacağım. O çocuğu bulmak istiyorum"
Şef şaşkınşıktan donakalmıştı. Yalnızca küçük,ezik ve yetim bir çocuk. Neden yakalamak için nöbet tutuyordu ki?
"Efendim merak etmeyin. Biz onu yakalayacağız ve önünüze çıkaracağız. Lütfen kendinizi böyle basit bir konu için yormayın"
"Kapa çeneni!" Rendo' nun sesi agresif ve sert olmuştu. Bu cevabı vermek için bir saniye tereddüt etmemişti.
Şef neden azarlandığını anlamamıştı. Tek düşünebildiği bu savaşçınıb çok tuhaf davranıyor olduğuydu.
Rendonun düşündüğü ise bu şefin ve köylülerin ne kadar pislik, cahil ve acınası olduğuydu. Onlara nasıl güvenebilirdi?
'Bu embesiller şimdiye kadar çocuğun getirdiği her şeyi nehre atmışlar. Bu bir serveti yok etmektir! Kim bilir nasıl değerli öğeler yok olmuş? Buna rağmen çocuk azimle buraya gelmeye devam ediyor. Şu anda ağzını ikiye ayırmamak için kendimi zor tutuyorum. Umuyorum ona bir zarar gelmemiştir ve yarın tekrar buraya gelir'
O gece boyunca Rendo uyanık bir şekilde orada kaldı ve bu küçük tezgahın sahibinin gelmesini büyük bir sabırla bekledi.
Bu küçük kasabada böyle değerli öğeler bulabileceğini hiç düşünmüyordu.
*
Sabahın ışıklarıyla tezgahlar kurulmaya ve köylüler yaklaşmaya başladı. O ana dek Rendo hiç uyunamış ve gözlerini kırpaya bile cesaret edememişti.
Şef evinden gelip Rendo' yu ayakta gördüğünde gerçekten çok şaşırmıştı. Bu adam gerçekten küçük bir çocuğu yakalamak için gece boyunca ayakta mı kaldı?
O anda uzakta yürüyererek yaklaşan huzurlu, sakin ve tasasız bir çocuk göründü.
Hemen ardından ise bir ses duyuldu.
"Bu o! Yakalayın!"
Birçok insan çocuğa doğru koşmaya başladı. Çocuk ise sanki bunların hiçbiri umrunda değilmiş gibi yürümeye devam etti. Sakin görünüyordu.
Rendo bu çocuğu gördüğü anda içinin kıprandığını hissetti. Çocuğun yüzüne baktığında oldukça şaşırmıştı. Genç ve sağlıklı görünüyordu. Büyüyünce oldukça yakışıklı bir genç olacaktı. Öyle ki bazı kadınlar sırf onun için birbirini öldürebilirdi!
Çocuk yaklaşmakta olduğu sırada birkaç adam onu hemen kollarından tuttu ve hızlıca getirmeye başladılar.
O ana dek Rendo sesini çıkarmamıştı. Aslında çıkaramamıştı. Bu küçik çocuğun gözlerine baktığında tam anlamıyla büyülenmişti. Bunlar hayatında gördüğü en güzel gözler olmalıydı. Bir ateş böceği gibi parlayan turuncu güzel gözler.
Bu köylüler onun gözlerini iblisin bir işareti olarak nitelendirmiş ve ondan daima nefret etmişlerdi. Öyle ki görüldüğü anda taşlamaya başlıyorlardı.
Rendo o anda kendine geldi ve hızlı bir şekilde bağırdı.
"Bırakın onu!"
Güçlü sesi duyan adamlar onu bırakarak geri çekildi.
Şef ise çocuğa baktığında tekrardan tiksindiğini hissetti. Hemen yerden bir taş alıp parlak turuncu gözlü çocuğa fırlattı.
Rendo daha ne olduğunu anlamadan diğer köylüler de yerden birer taş alığ fırlarmaya başladılar.
Çocuk sadece eliyle yüzünü korumaya çalışarak yaklaşmaya devam ediyordu.
Tüm bunları gören Rendo ise kızgınlığı yüzünden alnında damarlar çıkmoştı.
O anda şefin aklından şunlar geçiyordu. 'Oh. Savaşçı kızdı. Görünüşe göre bugün bu çocuk ölecek'
Gülümsemeye başlayarak taş atan köylüleri izledi.
Ancak o anda şefin yanında Rendo ışık hızyla belirmişti.
"Seni gerizekalı!!!"
*Bam*
Şef yüzüne çok sert bir yumruk yedi ve metrelerce geriye savruldu. Yüzü acıyla yanan şef yere elini koydu ve doğrularak Rendo'ya ve küçük çocuğa baktı. O anda herkes taş atmayı kesmişti.
Şef neden yumruk yediğini anlayamamıştı.
Rendo küçük çocuğa döndü. "Bu eşyaları nereden buldun bakalım?" sesi sevgi dolu, nazik ve kibar geliyordu.
O anda herkes Rendo' nun çocuğu koruduğunu anlamış olsa da nedeni hakkında hiçbir fikirleri yoktu.
"Belli değil mi? Ben yaptım"
Sakinlikle yanıtlamış olan çocuğun sesini duyan Rendo gerçekten şaşırmıştı.
Çocuğa doğru adım atıp yakından baktığında şaşkınlığı yüzlerce kat daha arttı. Bir kez daha aklından aynı tuhaf sorular geçmeye başlamıştı. Bu nasıl mümkün olabilir?!
"Hey. Sen... Görme sakatı mısın??!!"
"Ne??!!!'"
------ 0 --------
Bir bölümün daha sonuna geldik. Nihayetinde istediğim bölüm uzunluğuna erişebildim. Genel olarak bölümleri bu uzunlukta yapmayı planlıyorum. Tabiki başarısız olduğum zamanlar da olacak.
Hikaye de yavaş yavaş açılıyor :D
Şimdi açıklamam gereken birkaç şey var.
Kuyudaki kurbağa deyimi*: Bir çin değimi. Kuyunun dibindeki bir kurbağa yukarı baktığında gökyüzünün sadece bir kısmını görüyor ve tüm gökyüzünün o kadar olduğunu düşünüyor. Cahil insanlar için kullanılan bir değim.
Harakiri*: Kılıcı karnına soktuktan sonra iç organlarını dışarı çıkararak intihar etmek. Onurlu bir şekilde ölmenin bir yolu.
Lütfen düşücelerinizi yorumlarla belirtmeyi ve hikayeyi oylamayı unutmayın. :)
Comment Now
0 yorum