Karanlık Algı: Bölüm 13- Sereina


'Buraya... nasıl düştüm?'

#

Küçük Sereina kafasını kaldırdı. Önündeki adama dikkatlice baktı.

"Yani demek istediğin. Bu kılıca ruhsal gücümü aktaracağım. Ve güçlenecek" dedi Sereina kafasını kaşıyarak.

"Hayır. Hayır. Hayır. Fazla basit düşünüyorsun. Ruhsal gücünü hissettmekte bir sıkıntı yaşamıyorsun öyle değil mi? Şimdi bu gücü içinde dalgalandır. Kılıcın içinde ruhsal gücün zaten bulunuyor. İçindeki ruhsal gücün ile kılıçta bulunan gücü kombine et.
Kılıcı savurduğunda, kılıçtaki ruhsal gücü keskinleştir ve sal. İşte böyle"

40' lı yaşlardaki adam, kılıcını savurduğu anda beyaz bir ışık kılıcın savrulma yönünden ileri doğru çıktı. Keskin gözüken beyaz ışık, kılıç doğrultusundaki ağaca çarptığında yere çapraz bir kesik oluşturdu.

"Hey. Bahçemize zarar verme!" dedi Sereina karşısındaki adama bağırarak.

9 yaşında, küçük bir kız çocuğuydu. Ancak ailesi onun ruhsal güce olan yatkınlığını fark ettiği anda, emri altında bulunan uzmanlardan birini onu eğitmesi için emir vermişti.

"Bazı insanların bir anda ellerinde kılıç yaratabildiğini duymuştum. Onu nasıl yapacağım?"

Karşısındaki eğitmen çaresizlikle elini başına koydu.
"Bunun için derin bir kılıç anlayışı gerekiyor. Gücünü kılıcınla kombine etmeyi bile başaramayan sen, nasıl kendi kılıcını oluşturmayı düşünebilirsin ki? Önce temelden başlamalısın!"

"İyi de 3 yıldır çalışıyoruz zaten!"
Sereina dudaklarını büktü. Bir anda tüm isteğini yitirmiş gibi görünüyordu.
Elindeki küçük kılıca baktı. Bu kılıç, bizzat onun için tasarlanmış ve boyutu değiştirilerek ayarlanmıştı.

Ruhsal gücünü çok net bir şekilde hissedebiliyor ve bedenine çekerek kendini güçlendirebiliyordu. Ancak iş, şu anlayış denilen şeylere geldiğinde kafası bir türlü basmıyordu. 3 yıldır kılıç sallıyordu. Nasıl yapıldığını, neyden yapıldığını, ağırlığını, boyunu, kabzasını. Kılıç hakkında anlayışını güçlendirmesi için yıllardır gözüne kılıç sokup duruyorlardı.
Ancak o sadece kılıcın kesmekten başka bir işe yaramadığını düşünmekten ileri gidemedi.

Ruhsal gücü nasıl kılıç ile bağdaştırabilirdi ki?
Bir türlü anlamadı.

"Merak etme. Yaşına göre oldukça yeteneklisin. Eminim gelecekte çok güçlü olacaksın"

Küçük Sereina' nın gözleri bir anda parlamaya başladı. "Gerçekten mi??" diye sordu heyecanla.

"Çok fazla böbürlenme."

Aslında yeteneği gerçekten ağızları açık bırakacak kadar fazlaydı. Ve onun gibiler toplumda daima kibirli olurdu ve diğer herkesi küçümserdi. Bunun yanında Sereina, oldukça iyi bir eğitim almıştı. Kibar, nazik ve yardımsever olması tembihlenmişti. Ona daima Mandehizm dininin öğrerilerini esas alması gerektiği söylenmişti. Ne var ki, bu dinin öğretilerini de fazla anlamamıştı.

Onun kişiliğindeki büyük etken masumluğuydu.

Eğitmeni derin bir nefes aldıktan sonra gülümseyerek devam etti;
"Yine de geleceğin oldukça parlak görünüyor"

Ancak eğitmeninin söylediği bu sözün gerçekleşmesi gerçekten de mümkün müydü?
Yetenek tek başına hayatta kalabilmek için yeterli miydi?
Bu sorunun cevabı iki yıl sonunda hayır olarak yanıtlanacaktı...

--- 2 yıl sonra ---

Dolunay gecesini karanlık bulutların kapladığı ve ışığını kestiği, yağmurun yer yüzünü cezaldırırcasına sağanak bir şekilde yağdığı o gece, bazı insanlar için hiç de iyiye işaret değildi.

Sereina' nın annesi ve eğitmeni, malikane avlusunda yüksek sesle birbiriyle tartışmaktaydılar. Her ne kadar Sereina' nın bu tartışmalar hakkında hiçbir fikri olmasa da iyi bir şey olmadığından da emindi.
Eğitmeni, annesinden sonra bu konakta sözü geçen en yüksek kişi idi.
Nedeni önceki sene evden ayrılan babasının bir daha geri dönememiş olmasıydı.

"Bu çok, çok kötü oldu."

"Eğer Lord Drasius burada olsaydı..."

Lord Drasius olarak bahsi geçen kişi bizzat Sereina' nın babası idi.

"Lanet olası ülke. Eğer savaş, savaş olmasaydı... Savaşa çağırılmasaydı..."

Evet. Lord Drasius oldukça yetenekli bir savaşçıydı. Yakın zamanda sınır çatışmalarının yaşandığı ülke, Lord Drasius' un gücüne göz dikmiş, ardından savaşa çağırmış ve red etmesi için hiçbir şans vermemişti. En nihayetinde kanlı savaşlar baş göstermiş, ve babasının ölü bedeni bile geri gönderilmemişti. Sadece bir mektup ve üzerine duygusuzva çakılmış kırmızı bir damga.

Şu anda büyük bir kriz ile karşı karşıya kalan Emperegia ailesi, çıkmazın eşiğine düşmüştü.

"Anlamıyorum. Senqie ailesinin Ten klanına karşı hiçbir düşmanlığı yoktu. Peki neden böyle oldu?!"
Dedi Sereina' nın annesi kendi kendine.

"Hanımım. Bunun bir komplo olduğunu düşünüyorum."

"Hayır. Bu komplo değil. Bu iş biraz daha karmaşık. Birisi Ten Klanına bilgi sızdırmış olmalı. Senqie klanının kesinlikle bazı gizli planları vardı. Ancak bunların Ten ailesinden saklanmasının bir nedeni vardı. Ne yazık ki yeterli bilgimiz yok..."

"Keşke Lord Drasius bize bu konu hakkında daha çok bilgi verseydi."

İkili iç çekmekte iken uzak bir köşeden Sereina sessizce onları dinliyordu. Neler olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Ancak eğitmeninin ve annesinin yüzleri korku doluydu.

Ancak tüm bunlar, daha da kötüleşmek üzereydi.

*

Ve Sereina' nın lanetli kaderini başlatan bir ses duyuldu. Birisi, saki kapıyı kırmaya çalışıyormuş gibi tıklatmaya başladı.

*Tak* *Tak* *Tak*

Konağın kapısı hızla açıldığında diğer taraftan ıslanmış bir muhafız çıktı. Yüzü korku, panik ve şok içindeydi. Güçlükle nefes alıp verebiliyordu. Ancak endişe ettiği şey o anda kendisi değildi. Kendini toparlamaya vakit bulamadan konuşmaya başladı.

Sereina' nın aklından o anda şu kelimeler geçiyordu.
'Hayır. Söyleme. Lütfen! Söyleme...!'

Ancak kaderin onu dinlemek gibi planları yoktu.

"Ten Klanı. Ten Klanı savaşçıları buraya geliyor. 100 den fazla savaşçı."

"....."

"!!!!"

O anda herkesin sesi kesilmiş durumdaydı. Sadece konağın pencerelerine vuran yağmur damlaları ve sırılsıklam olmuş muhafızın üzerinden süzülen su tanenciklerinin yer ile çarpışma sesi duyulmaktaydı.

İnsiyatifi eline alarak kendini toparlayabilen ilk kişi Sereina' nın eğitmeni oldu. Bu çaresiz durumu hızlıca gözden geçirerek düşündü. Ardından sert bir şekilde cevap verdi.

"Birlikleri konuşlandır. Sınırda hazır et. Onları karşılamaya gideceğiz. Konaktakiler, avluda toplansın. Hanımım. Sereina ile birlikte arka tünellerden çıkarak uzaklaşın. Zaman kazandığımızdan emin olacağım. Çabuk!"

Ancak hızlı bir cevap aksi yönde geldi.
"Hayır. Seninle geleceğim. Buradan ayrıldığım sürece beni yakalamaya çalışacakları kesin. Sereina' ya yük olmaktan başka işe yaramam. Hayatta kalması için tek seçeneği yalnız gitmesi. "

Bunu söyleyen kişi Sereina' nın annesiydi. Sözlerini kesin ifadeyle belirtmişti. Ona karşı çıkmak boş ve zaman kaybı olacaktı.

Sereina' nın eğitmeni çaresizlikle başını salladı. Daha sonra hala dikilmekte olan sırılsıklam olmuş muhafız baktı.
"Ne bekliyorsun? Hadi!"

Bir anda doğruldu ve hızlıca cevap verdi. "Emredersiniz"

"Sereina, buraya gel!"

"Anne?"

Köşede sessizce bekleyen Sereina, annesinin yanına doğru yürüdü.

Annesi, Sereina' nın yüzüne uzunca bir süre baktı. Daha sonra eğildi ve yüzünü Sereina ile aynı hizaya getirdi.

Sereina annesinin yüzünde daha önce hiç görmediği bir gülümseme gördü.
Bu gülümseme sevgi doluydu.
Ancak aynı zamanda çaresizlik ile boyanmıştı.

"Üzgünüm Sereina."

Annesinin güzel, gülümseyen çehresindeki gözlerinden yavaşça damlalar süzülmeye başladı. Yağmur sadece yeryüzüne yağmuyordu. İnsanların kalplerine de yağmur yağabilirdi.
Bu yağmuru, insanlar gözyaşı olarak adlandırıyor.

Çaresizliği saklamaya çalışan bu sevgi dolu gülümsemenin ardına trajik bir hikaye yatıyordu.

Sereina, gözlerinden damlalar süzülse de kendisi için gülümsemekte olan annesine sessizce baktı.

Bir anda hissettiği duyguların altında bocalayan Sereina ağlamaya başladı. Ancak gözyaşları usulca aksada sesini çıkarmadı. Sadece kendisine sevgiyle gülümsemekte olan annesini gördükçe kendini tutamadığını hissetti.

"Üzgünüm"

"Anne..."

*Hıck*

Sessizce hıçkırarak ağlayan Sereina, annesine sarıldı ve annesinin sıcaklığını içine çekti. Kollarıyla sımsıkı annesi tutmakta iken onu bırakmaktan korkuyordu. Onu bıraktığında, bir daha tutamayacağını ve uzaklaşacağını hissetti.

Annesi ise, kendisine sımsıkı sarılan kızının bir süre öyle kalmasına izin verdi ve bunun son bir kez yaşandığını bilerek kokusunu içine çekti.

Annesi, Sereina' nın kollarından tutarak kendisinden uzaklaştırdı. Daha sonra kalbi, söylemesine müsade göstermese de, ağzı bu kelimeleri dışarı vurdu;

"Üzgünüm Sereina. Gitmek zorundayım."

Daha sonra Sereina' nın ellerini bırakarak doğruldu ve çıkışa doğru bir adım attı.

" Beni dinle; buradan ayrıldığında sakın bir daha dönme tamam mı? Artık tek başınasın. Lütfen hayatta kal. Lütfen..." dedi Sereina' nın annesi gözlerindeki yaşları silerek.

Annesi konağın çıkışına doğru yürümekteyken Sereina, onun peşinden gitmeye istekliydi. Ne var ki, çoktan biri elini tutmuş ve onu farklı bir yöne sürüklemeye başlamıştı.

"Anne!!"

"Anne!!"

Annesinin konaktan çıktığını gördüğü anda tek yapabildiği hıçkıra hıçkıra ağlamak oldu.

Elini tutan kişi onu gizli çıkışa götürmüştü ve Sereina' nın ağlamalarınıni tamamen yok sayıyordu.

"Kaç Sereina. Kaç ve bir daha gelme!"

Sereina, kara bulutların gökyüzünü esir aldığı ve sadece yeryüzünü değil, kalpleri de cezaldırdığı o karanlık geceyi hiç unutamayacaktı.

Tek yapabildiği, yağmur damlalarının arasında kaybolmuş, yüzünde süzülen gözyaşları ile birlikte koşmak oldu. Nereye gittiğini bile bilmeden, yaşadığı evden farklı yöne doğru koştu.

Onun da kaderi, birilerine benzerdi. Genç yaşta, tek başına sokaklara düşen genç bir kız.

Günlerce hayatta kalmaya çalıştı. Eski rahat yaşamı bitmiş, hayatta kalabilmek için daima sınırlarına kadar zorlandığı sert ve çetin yaşamı başlamıştı.

Ancak onun gibi biri bu yaşama fazla ayak uyduramazdı.
Günlerce zorlanarak yaşadı ve Ten Klanının bahsi geçtiği her yerden kendini uzaklaştırdı ve kaçırdı.
Bir duvara yaslanarak uyumaya çalıştı ve kafası yerde uyandı...
Ama ne var ki sınırlarına ulaşması da fazla uzun sürmedi.

Yorgunluk, açlık ve susuzluk baş göstermişti. Şehrin çetin sokaklarında küçük, tecrübesiz bir kızdı sadece. Gerçekten ne kadar dayanabilirdi ki?

Ruhsal yeteneğini fark edildiğinde kolayca yakalandı.

Gözlerini para hırsı bürümüş kişiler tarafından, kölelikle tasmalandı ve esaret zinciri boynuna geçirildi.
Artık sadece bir köleydi.

Müzayede salonunda sergilendi ve hiç tanımadığı insanlar tarafından satın alındı.

#

Şimdi ise koca bir arenanın ortasına, kendisiyle aynı kaderi paylaşanları öldürmesi için tezahuratlar altında, elinde kısa, paslı bir kılıçla kalakalmıştı.

Gökyüzü, tıpkı o geceninki gibi kara bulutlar ile kaplanmıştı. Üç metre yüksekteki tirübinlerde kendisini ve diğer köleleri izleyen yüzlerce kişi vardı.

Duvarlar yosunlanmış ve pislenmişti. Ancak duvarların en kötü tarafı, silinmeye bile tenezzül edilmemiş, hayır, silinmeye çalışınsa bile çıkarılamayacak kadar derin kan lekeleri idi.

Ayakları çıplak, kıyafetleri inceydi ve kemiklerine kadar işleyen soğuğu hissedebiliyordu. Ayaklarının altındaki toprakların üzerinde can vererek kan döken kim bilir kaç insan olmuştu?

İşte o anda Sereina' nın zihninde o kelimeler oluştu.

'Buraya... Nasıl düştüm?'

'Sayısız insan canının yok olduğu bu ölüm çukuruna nasıl düştüm?'

Sereina' nın zihni o anda geçmişe dönmüş, ve şu anda bulunduğu ana kadae yaşadığı her şey zihninde belirmeye başlamıştı. Yüzlerce insanın sesi, rüzgarın sesi, nefes alış- verişlerin sesi. Hepsi onun için yok olmuştu.

Yalnızca sebebini arıyordu. Onun kaderinin lanetlenmesine sebeb olacak ne yapmıştı? Gökler neden ona kızgındı? 11 yaşında, vahşet arenasına düşmesine sebep olacak kadar kaderi kızdıracak ne yapmıştı?!

Gökyüzünde, yağmur olmamasına rağmen bir gök gürültüsü yankılandı ve mavi bir ışık belirdi.

Bu bileşenle birlikte, Sereina' nın zihni tekrardan açılmaya başladı.

Önce nefes alış-verişlerini yeniden duymaya başladı. Daha sonra etrafındaki insanları. Tekrar bulunduğu ana geri dönmüştü.

Seyircilerin arasından gelen yoğun gürültü, gür bir ses ile kesildi.

"Ancak ek bir kuralımız daha var. Arenanın sağ köşesinde bulunan turuncu gözlü çocuğun gözlerine saldırmak kesinlikle yasak! Bu çocuk görme sakatı olsa da ruhsal gücü kullanabiliyor ve bu konuda oldukça yetenekli.
Öldürülmesinde bir sakınca olmasa da gözlerine zarar vermeye çalışan tüm kölelere, ölümden daha kötü şeyler olduğunun farkına varmasını sağlayacağız."

Bunları duyduğunda, Sereina' nın gözleri bahsi geçen turuncu gözlü çocuğa kaydı.

'Benim yaşlarımda biri daha mı var?'

Sereina, çocuğun gözlerine baktığında gerçekten çok şaşırmıştı. Ateş böceği misali turuncu gözler. Ne kadar güzel...

'O... Görme sakatı mı?'

Siyah saçlı bu çocuk, tuhaf bir şekilde sakinlikle dikiliyordu. Yakışıklı bir yüzü ve iyi bir fiziği vardı. Ancak gözlerindeki kararlı ifade, görme sakatı olduğunu tamamen örtbas eder vaziyetteydi.
Ruhsal gücü kullanamayan insanların, onun kör olduğunu anlaması gerçekten çok zor olurdu.

Bu çocuk, arenaya atılan silahların yanına gitti ve sanki tam olarak yerini biliyormuş gibi bir kılıcın kabzasını tuttu ve çekerek oradan çıkardı.

Eline aldığı anda, kılıç tertemiz ve bembeyaz bir şekilde parladı. Öyle ki, bu temiz ve sakin ifadeye, bu kılıç gerçekten çok yakışıyordu.

Sanki bir kral gibi dimdik durmuş, nefes kesici bir sakinlikle kılıcı doğrultarak bekliyordu. İhtişamlı bir görüntüsü vardı.

Sereina, bu görme sakatı olan çocuğu izledikçe nefesini tutmuş olduğunu fark etti.
Kendisinin aksine bu çocuğun yüzünde korku yoktu!

Onu önünde diz çöktürmek için öldürmekten başka seçeneğin yok!
Bu turuncu fözlü çocuğun etrafa verdiği izlenim tamamen bu yönde idi.

Sereina, bu turuncu gözlü çocuğun gerçekten kör olup olmadığı hakkında şüpheye düştü.

Her ne kadar kan arenasının üstündeki izleyicilerden dalga geçer tonda sesler gelse de, Sereina, bu çocuğu düşman yapmanın çok büyük bir hata olacağını hissetti.

O anda mücadele başlamak üzereydi.
Onlarca kölenin, arenanın ortasında birbirini katletmesini büyük bir zevk ile izleyecek insanlar, öylece oturmuş gülüşmekte ve kölelerle dalga geçmekteydi.

Kalbi hızla çarpmakta olan Sereina en nihayetinde beklediği kelimeleri duydu.

"Neksel Kan Arenası mücadelesi...
Başlasın!!...."

"Heeeoooyyyy"

***

***

***

*Slash*

***

***

***

Daha tek bir adım atmaya fırsatı olmayan Sereina' nın gözleri bir anda sesin kaynağına doğru kaydı.

Nefesi kesilmiş, karşısındaki sahneye bakmaktan başka hiçbir şey yapamaz vaziyetteydi.

Kanlı ve vücudundan ayrılmış bir insan kafası öylece havaya fırlamış ve dönerek etrafa kan sıçratmaktaydı.

Defalarca kez havada döndükten sonra, yüzüne ve gözlerine son saniyesinde korku yansımış olan bu kafa, yavaşça yere düştü.

Gözleri kocaman olmuş ve ağzı midesine gelmiş olan Sereina, gözlerinin altında birikmiş, su damlalarıyla önündeki sahneye öylece bakakaldı.

*Tak*

Kafası ayrılmış olan beden, dizlerinin üzerine çöktükten sonra yere çakıldı. Kafasının olması gereken yerde bir boşluk vardı ve boyun kısmından yere doğru koyu, kızıl ve yoğun kanlar yayılmaktaydı.

Sereina, yavaşça üzeri kanla kaplı olan kılıcın sahibine baktı.

Elindeki kanlı kılıcı hızla savurup, üzerindeki kanı yere sıçratarak kılıcı temizleyen kişi, kör olarak bahsi geçen, kendisi ile yaşıt, parlak turuncu gözlü çocuktan başkası değildi...

-------- 0 ---------

Dram romanı mı yazsam xd

Aynı bölümü ikinci kez okuttuğum için özür dilerim ama bu bölüm önemliydi.

Gene en heyecanlı yerde ikinci kez kestim bana küfür etmeyin :D

Lütfen görüşlerinizi belirtmeyi ve hikayeyi oylamayı unutmayın.
Çok teşvik edici oluyor :D


Posted by
Facebook Twitter Google+

Comment Now

0 yorum