Haru önünde ki üç canavara yeni savaş formu olan Kadim Azarath Savaş Formu ile saldırmak için harekete geçti. Tmyrin Ejderi formunun bütün özellikleri Kadim Azarath Savaş Formu'na geçmişti. Yeni savaş formu dayanıklılık ve hızın dışında artık ona olağanüstü bir güçte sağlıyordu. Bu güç daha çok fiziksel bir güçtü. Haru on metrelik bir toprak parçasını aniden yok etti.
Bunun ardından yok ettiği toprak parçasını kendisine en yakın olan akrebimsi canavarın üzerinde yeniden ortaya çıkardı.
Haru kısa sürede bu işlemi tekrarlayarak her biri on metre olan iki yüze yakın toprak parçası elde etti. Bu toprak parçalarını yeni gücü ile şekillendirerek sert kayalara dönüştürdü. Bu işlemde bittikten sonra bütün kaya parçalarını serbest bıraktı.
Bulundukları yükseklikten hız kazanarak yere düşen kaya parçalarından çoğu canavarlara isabet etti. Haru saldırısının sonuçlarını izlerken bir yandan da bulundukları alanda ki kayaları toprağa çeviriyordu. Bunun sebebi tabi ki dengeyi sağlamaktı. Sadece bir dakika içinde onlarca ağır kaya tarafından ezilen üç canavar yumuşak toprağın içine gömülmüştü. Üzerlerini örten kayalarda onlara mezar olmuştu.
Haru yeni savaş formunun gücüne gerçekten hayran olmuştu. Bu güç ona çoğu savaşta doğrudan yarar sağlamasa da birçok avantaj sağlayabilirdi. Haru yeterince güçlenirse gökyüzünden yapacağı büyük bir kaya yağmuru ile koca bir krallığı dümdüz edebilirdi.
Yine de bu gücü her yerde kullanmaması gerektiğini anlamıştı. Böyle bir gücü olduğu ortaya çıkarsa hedef haline gelebilirdi.
Fakat zamanı geldiği zaman bu gücü kullanacaktı. Başta namanlar olmak üzere hala birçok düşmanı vardı. Haru bunları düşünürken bir anda Hotaru Lin'in yokluğunu fark etti. Savaşa o kadar fazla odaklanmıştı ki Hotaru Lin'i gözden kaçırmıştı.
Endişeli bir şekilde hızlıca etrafı gözleriyle taradı. Hotaru Lin olması gereken bir kabartının oldukça uzak bir mesafede durduğunu görünce ona doğru koştu. Yalnız savaşmaya alışık olduğu için yaptığı saldırının Hotaru Lin'e zarar verebileceğini düşünmemişti. Hotaru Lin'in yanına ulaştığı zaman sadece baygın olduğunu gördü. Neyse ki yaptığı saldırıdan bir hasar almamıştı.
Haru daha dikkatli olmayı aklının bir köşesine not etti. Hotaru Lin'in yakınlarından ayrılmadan topladığı odunlarla küçük bir ateş yaktı.
Aynı zamanda aurası ile kalbinde ki kaynak canavarının ruhuna odaklanmayı bırakarak insan bedenine geri döndü. Odun toplarken her türlü tehditte karşı Kadim Azarath Savaş Formu'nu bozmamıştı. İnsan bedenine geri döndükten sonra boyutsal yüzüğünden biraz yiyecek çıkardı.
Fakat bir anda başı dönmeye başladığı için yere düştü. Ne olduğunu bile anlayamadan kendinden geçti. Bilinçsiz bir şekilde geçirdiği bütün bir geceden sonra sabaha karşı kendine gelmeye zorlandı. Çünkü birisi ona tokat ve yumruk atıyor aynı zamanda anlam veremediği bazı sesler çıkarıyordu. Haru biraz kendine gelince duyduğu sesleri anlamlandırmaya başladı.
Duyduğu sesler Hotaru Lin'den geliyordu. Haru yavaşça gözünü açtığı sırada suratına bir tane daha tokat yedi.
Bu tokat bedeninde en ufak bir etkiye sahip olmasa da iç güdülerini harekete geçirdi. Kendisine doğru yaklaşan ikinci tokadı durdurmak için Haru Hotaru Lin'in bileğini yakaladı. Fakat daha ne olduğunu anlayamadan Hotaru Lin elini ondan kurtararak ona sarıldı.
Haru içine düştüğü duruma anlam vermekte zorlansa da Hotaru Lin'in parlak sarı saçları neredeyse bütün yüzünü kaplamıştı. Haru içine çektiği bir nefes ile anlık olarak rahatlasa da Hotaru Lin'in sağ omzunu ıslatan göz yaşlarını hissettikten sonra bu rahatlık ortadan kayboldu. Haru kendini zarifçe Hotaru Lin'den kurtararak yattığı yerden doğruldu. Doğrulduğu anda uyanan sinirleri ile birlikte acı hissetmeye başladı.
Bu acı sağ bacağının bileğinden geliyordu. Haru bileğine baktığı zaman yumruk büyüklüğünde bir şişliğin bileğinin üzerinde olduğunu gördü.
Üstelik bu şişliğin üstünde oldukça kötü görünen bir kesik izi vardı. Kesiğin etrafı yer yer siyahlıklar ve morluklarla doluydu. Şişlik ise çürük bir yeşil rengine bürünmüştü. Haru bacağında ki bu yaranın sıradan bir yara olmadığını anlamıştı.
Zamanında okuduğu o kadar kitaptan sonra Haru normal olmayan bu yaranın ancak bir zehirlenme sonucu bu şekilde olacağını biliyordu. Fakat neden zehirlendiği ve zehrin türü hakkında en ufak bir fikri yoktu. Haru bacağına bakarken bir şey dikkatini çekti. Gittikçe açılan aklı sayesinde ormanda bayılmış olması gerektiğini biliyordu. Fakat şu anda bir çeşit tahta zeminin üzerindeydi.
Kulağına dolan ve gittikçe daha da anlamlı gelen seslere bakılırsa üzeri kapalı bir at arabasının arkasında olması gerekiyordu.
Arada duyulan atın kişnemesi ve tahta arabanın gıcırtıları bu düşüncesini doğruluyordu. Fakat burada ne aradığı konusunda en ufak bir fikri yoktu. Haru Hotaru Lin'e baktığı zaman dikkatini çeken ilk şey sağ bileğinde bulunan anormal şişliğin Hotaru Lin'in iki bileğinde de bulunmasıydı.
Haru tek bir şişlikle bu durumdaysa Hotaru Lin'in durumunu tahmin bile edemiyordu. Fakat ne hikmetse ondan önce kendine gelmişti. Haru bunu biraz düşününce o zaman anlamsız gelen bazı şeyler anlam kazanmaya başladı. Haru normal bir savaşta olsa Hotaru Lin'i unutmasına imkân yoktu. Hafıza sarayı sayesinde zaten bir şeyi unutması mümkün değildi. Fakat Hotaru Lin'i unutmuştu.
Bu durumda hafıza sarayını etkileyen bir zehirle karşı karşıyaydı. Zaten bacağında ki yaranın bir zehir yüzünden bu halde olduğunu hissedebiliyordu. Bunun anlamı canavarlarla savaştığı zaman boyunca aklı yerinde değildi.
Haru bir çeşit illüzyon görüp görmediğinden bile emin olamıyordu. Sakince Hotaru Lin'in yüzüne uzandı ve gözyaşlarını eliyle sildi.
Anlaşılan Hotaru Lin onun için endişelenmişti. Haru Hotaru Lin'e "Bize ne oldu" dedi. Aslında durumu biraz tahmin edebilmesine rağmen bunu doğrulamaya ve bacağında ki yara için bir önlem almaya ihtiyacı vardı. Hotaru Lin bir süre hıçkırarak karşısında durdu.
Daha sonra kısık bir sesle "Bende bilmiyorum bir şekilde ikimizde zehirlendik. Çok garip bir rüya gördüm. Aslında rüya mı gerçek mi bende bilemiyorum. Seninle beraber bir pusuya düşüyorduk. Sen, sen benim hayatımı kurtarıyordun. Daha sonrada büyük canavarlara karşı savaşıyorduk. Bazı yerleri hatırlamasam da en son senin güçsüz düştüğünü ve kendimden geçerek bayıldığımı hatırlıyorum" dedi.
Haru Hotaru Lin sayesinde belli başlı sorularına yanıt bulmuştu. Anlaşılan savaştıkları canavarlar gerçekti. Fakat orada olanlar hakkında hala içinde bir şüphe vardı. Bir şeyler yanlış gibiydi. Haru neyin yanlış olduğunu çözemese de bir yanlışlık olduğunu hissediyordu.
Hemen at arabasından dışarıya çıkmaya çalıştı. Fakat o zamana kadar onu üzgün gözlerle izleyen Hotaru Lin tarafından engellendi.
Hotaru Lin'e baktığı zaman şaşkınlıktan dolayı sürüklenerek geriye doğru gitti. Çünkü Hotaru Lin'in yüzü değişmeye başlamıştı. Haru ne olduğunu tam olarak anlayamasa da garip bir şeyler olduğu kesindi. Daha Hotaru Lin'in değişimine anlam veremeden içinde bulunduğu at arabası değişim geçirmeye başladı. Artık bir at arabasında değildi. Yanında Hotaru Lin'de yoktu.
Aksine akrebimsi canavarlardan birinin sırtında duruyordu. Hotaru Lin sandığı şeyse canavarın dev kuyruğuydu.
Ucunda ki diken doğrudan ona hedeflenmişti. Haru bir göz kırpmalık sürede kendisine doğru fırlatılan dikeni fark etti. Ani bir hareketle yana doğru devrilerek canavarın sırtından yere düştü. Fakat tam kurtulmayı beklerken yüzünün hemen önünde kalkan iki bacağı gördü.
Canavarı altı bacağından önde ki iki bacağı ona saplandığı sırada Haru bir kez daha gözünü açtı. Ormanda sönmeye yüz tutmuş ateşin yanında uyandı. Az önce yaşadığı şeylerin ne olduğuna anlam veremese de hemen ayağa kalkmak istedi. Hotaru Lin'i gerçekten merak etmişti. Fakat ayağa kalkmaya çalıştığı anda sağ bacağının bileğinde yine aynı yaranın olduğunu gördü.
Fakat bu sefer bileğinde ki devasa yumru hareket ediyordu.
Haru hissettiği acı hissi ile birlikte bacağının yırtılmaya başladığını anladı. Sanki bileğinde ki yumru oradan çıkmak istiyormuş gibiydi. Haru acı hissine rağmen başı ile bileğine baktığı zaman akıl sınırını zorlayan bir şey gördü.
Sağ bacağı dizine kadar ikiye yarılmıştı. Şişlik yarıldığı anda yeşil dumanlar çıkaran bir sıvı bileğinden dökülmeye başlamıştı. Bu sıvı hemen altında ki çimenleri ve toprağı eriterek yok ediyordu. Haru bu sıvının bir çeşit asit olduğunu anladı. Fakat olanlara hala bir anlam veremiyordu. Asidin bacağında ne işi vardı. Hotaru Lin neredeydi. Bacağı kendi kendine nasıl ikiye yarılmıştı.
Haru bacağına bakarken şişlikten akan sıvının diz kapağına doğru aktığını gördü.
Sanki sıvının kendi bilinci vardı. Kısa sürede diz kapağını geçerek bedeninin içine girdi. Haru sağ bacağından başlayan ve iç organlarını yok ederek kalbinin yakınlarına kadar ulaşan bir acı hissetti. Fakat anlam veremediği bir şekilde bu sefer göğsü yarıldı.
Bu sıvı kalbine ulaşmak yerine göğsünden çıkmıştı. Fakat nasıl olduğu hakkında bir fikri yoktu. Haru daha ne olduğunu bile anlayamadan bir kez daha kendinden geçti. Aynı anda bir doktor ona acele olarak getirilen iki yaralıyı kontrol ediyordu. Bu iki yaralı geçen günün sabahında baygın olarak bulunmuştu. Onları bulan kişilerse ormanlık alanda yolculuk eden bir tüccar topluluğuydu.
Yaralıları da yanlarına alarak tüccarlar en yakın yerleşim yeri olan İnci Başkenti'ne gelmişlerdi.
Yaralıları şehir muhafızlarının gözetiminde bir doktora bıraktıktan sonra İnci Başkenti'nden ayrılarak yollarına devam etmişlerdi. Doktor ormanda bulunan bu iki yaralıyı inceledikten sonra onlara koyduğu teşhis zehirlendikleri yönündeydi.
Çünkü iki yaralının da ayak bileklerinde kötü görünümlü yaralar vardı. Erkekte bir yara varken kadının iki bacağında birden yara vardı. Doktor bu yaralardan ve hastaların durumundan bir şey anlayamadığı için aklında ki şüphelerle birlikte biraz araştırma yapmış ve diğer doktorlara danışmıştı. Fakat sonuç tam bir hayal kırıklığı olmuştu. İki yaralının da durumu gittikçe ağırlaşırken sebebi gizemini koruyordu.
Doktorun akıl danıştığı diğer doktorlar ve birkaç bilge kişi sayesinde İnci Başkenti'nde bu haberler ışık hızıyla yayılmıştı.
İnci Sarayı'na kadar giden bu haberlerden sonra saray nazırı duruma el koymak için hemen krala danışmıştı. Sonuçta ne olduğu bilinmeyen bu hastalığın bir çeşit salgın hastalık olma ihtimali vardı. İnci Başkenti'nin göbeğinde bilinmeyen bir hastalığın ortaya çıkması endişeye neden olmuştu.
Saray nazırı krala danıştıktan sonra kral durumu ele almış ve bu hastaların yanına süratle kraliyet doktorunu göndermişti. Kraliyet doktoru aynı zamanda beşinci seviye bir simyacı olan seçkin bir kimseydi. Bütün Doğu Aslan Krallığı'nda bulunabilecek en iyi doktordu.
Kralın bu doktoru göndermesinin sebebi hasta olan insanları umursaması değildi. Aksine bir tehlike varsa öğrenmek ve önlem almak için böyle bir harekette bulunmuştu. Kraliyet doktoru biri kadın biri erkek olan iki hastayı detaylı bir şekilde inceledi. Vardığı tek sonuç iki hastanın da oldukça etkili bir zehir ile zehirlendikleriydi. Zehrin türü bilinmedikçe bu hastalar ölmeye mahkumdu.
Kraliyet doktoru hastaların bileklerinde bulunan şişliklerden iğne ile biraz sıvı çektikten sonra oradan ayrıldı.
Aldığı emir hastaları tedavi etmek değil aksine İnci Başkenti ile ilgili bir tehdittin önüne geçmekti. Neyse ki başkente sorun oluşturacak bir tehdit ortada yoktu. Kraliyet doktoru bu haberleri krala verdikten sonra kendi odasına çekildi.
Hastaları iyileştirmek için en ufak bir nedeni olmasa da sırf mesleki merakından dolayı hastalardan aldığı sıvıyı teşhis etmek için çalışmalara başladı. Alınan sıvıları inceledikten sonra tek bir tür zehir oldukları konusunda emin oldu. Daha sonra anlam veremediği bu zehri bilinen belli başlı zehirler ile karşılaştırdı. Fakat denemeleri hiçbir sonuç vermedi. Bu sırada diğer doktor hastaların gittikçe kötüleşen durumundan sonra yapabileceği tek şeyi yaptı. Deneme yanılma yoluyla hastaları iyileştirmeyi umarak erkek hastanın sağ bileğini kesti.
Sağ bileğinde ki kesikten akıttığı sıvıyı topladıktan sonra bu sefer kesiği hastanın dizinin hemen altına kadar uzatarak bacağını ikiye yardı.
Erkek hasta kurtulamasa bile kadın hastanın kurtulması için bir umudu olabilirdi. Fakat erkek hastanın bacağını yardığı anda ortaya çıkan zehir hastanın yattığı yatağın büyük bir bölümünü eritmeye başladı. Bununla da kalmayarak bu zehir kanına karışarak dizine girdi.
Doktor erkek hastanın titremeye başladığını görünce hemen bir şeyler yapmaya çalıştı. Fakat tepki verene kadar çoktan hastanın karın bölgesinde ki deformasyonu fark etti. Zehir hastanın iç organlarına zarar veriyordu. Doktor bunun üzerine zehrin doğrudan kalbe ulaşacağını anladığı anda erkek hastayı kurtarmak için göğüs bölgesinde kalbin yakın bir çıkış yolu açtı. Neyse ki kalbe pompalanan kanın bu çıkış yolu ile dışarı akmasıyla birlikte bedenine karışan zehir dışarı çıktı. Doktor hastanın göğsünü diktikten sonra aynı şekilde bacağını da dikti.
Tüm bunlar olurken kraliyet doktoru mesleki merakı yüzünden yaptığı araştırma sırasında ortaya çıkan bir kazan sonucu inanılmaz bir keşifte bulundu. İçi hastalardan alınan sıvı ile dolu olan kavanoz yanlışlıkla içinde simya tozlarının bulunduğu sandığın üzerine düşmüştü.
Kavanoz kırıldığı anda bu sıvı sandığın içinde ki tozlar ile karışmıştı.
Kraliyet doktoru çok değerli olan simya tozlarını kurtarmak için harekete geçtiği sırada şaşkın bir ifade ile olduğu yerde donakaldı. Çünkü simya tozları sıvı ile temas ettikten sonra en yüksek kalitede saf özlere dönüşmüşlerdi.
Bu simya tozları değerli ve büyülü bitki özlerinden elde edilirdi. Bir büyülü bitkiden ancak yüzde bir oranında büyülü öz çıkardı. Bu yüzde bir oranında ki büyülü özdende sadece yüzde bir oranında simya tozu elde edilebilirdi. Elde edilen simya tozu saflık derecesi bitkinin kalitesine göre değişirdi. Fakat asla yüzde elliyi geçen bir saflığa ulaşamazdı. Bugüne kadar elde edilen en yüksek saflık rekoru Ymua Bitkisi'nin özü ile yapılan simya tozundaydı. Bu saflık derecesi ise yüzde kırk yedi gibi hayli yüksek bir orandaydı.
Simya tozunun saflık oranı yapılan iksirlerin gücünü etkilediği için oldukça önemliydi.
Fakat hastalardan elde ettiği sıvı sandıkta ki simya tozlarına döküldükten sonra durum tam anlamıyla değişmişti. Saflık derecesi yüzde otuz olan simya tozu yüzde yüz saflığa sahip öze dönüşmüştü. Bu öz bitki özlerinin aksine doğrudan kullanılabilirdi.
Yüzde yüz saflığa sahip bir öz tam anlamıyla paha biçilemez bir hazineydi. Kraliyet doktoru bu sıvının simya tozları üzerinde ki olağanüstü etkisini gördükten sonra araştırmasını genişletti. Bu sefer simya malzemeleri üzerinde yaptığı araştırmalar sonucunda iki günlük bir süre içinde büyük bir keşfe imza attı. Çok eski kaynaklarda yüzde yüz saflaştırma etkisine sahip bir simya malzemesinden söz ediliyordu.
Bu simya malzemesinin ismi Çalı Kırbacı'ydı. Bulunması oldukça zordu. Çünkü sıradan çalıların içinde kamufle oluyordu.
Zamanında sırf saflaştırma etkisi için binlerce simyacı kıtanın her yerinde bu bitkiyi aramıştı. Fakat birer ikişer hepsi elleri boş dönmüştü. Bunun üzerine Çalı Kırbacı bitkisinin varlığı inkâr edilmişti. Oysa kraliyet doktoru artık bu bitkinin varlığından emindi.
Bu bitki tek başına bütün bir krallıktan daha değerliydi. Bu bitkiyle yüzde yüz saflaştırılmış özler simyacılık piyasasında dudak uçuklatan fiyatlardan satılabilirdi. Her krallık diğerinden güçsüz kalmamak için bu saflaştırılmış özleri almak zorundaydılar. Kraliyet doktoru bu keşfin ne kadar değerli olduğunu biliyordu. Anlaşılan Çalı Kırbacı bitkisi içinde büyük bir zehir barındırıyordu.
Kontrol ettiği iki hasta mutlaka bu bitkinin olduğu yerlerde gezmiş olmalıydılar. Ayak bileklerinde ki yaralar ancak bu şekilde olabilirdi.
Bitkinin zehri oldukça güçlü bir etkiye sahip olsa da kraliyet doktoru o iki hastayı iyileştirmek için hemen bir şeyler düşünmeye başladı. Eğer o hastaları iyileştirebilir ve gezdikleri yerleri öğrenirse oralara gidebilir ve bir tane Çalı Kırbacı bitkisi bulabilirdi.
Bu bitkiyi bulduktan sonra tohumlanmasını ve üremesini sağlar kısa bir sürede kocaman bir Çalı Kırbacı bitkisi ile dolu bahçeye sahip olurdu. Kraliyet doktoru keşfini krala bildirdikten sonra Doğu Aslan Krallığı'nın muhafızları hemen harekete geçmişti. İki hasta bulundukları yerden İnci Sarayı'na getirilmiş ve kraliyet doktorunun gözetimine verilmişti. Doktor zehri analiz ederek bir panzehir yapmaya başlamıştı bile.
Comment Now
0 yorum