Haru atı ile Doğu Aslan Krallığı'nın topraklarına girmişti. Bu esnada Güney İntikamcı Krallığı ile Doğu Aslan Krallığı arasında bir köprü vazifesi gören ve kendisine ait olan Zarmuth Bölgesi'nden özellikle uzak durmuştu. Şu an ki haliyle bir avcıdan farkı yoktu. Zaten yüzünü tanıyan az kişi olduğu için tanınmaktan çekinmiyordu. Bütün bir gün ve gece yolculuk yapmasına rağmen hiç mola vermemişti.
Fakat bir süre sonra mola vermek zorunda kaldı. Çünkü atı dört nala koşmaktan çatlayacak hale gelmişti.
Haru fazla zaman kaybetmek istemediği için atına yüklenmişti. Şu an yanında savaş hayvanı Serith olsa bu atın koştuğu mesafenin beş hatta on katını bile koşsa yorulma belirtileri göstermezdi. Fakat bu kadar değerli bir savaş hayvanına Doğu Aslan Krallığı'nda binmek ben önemli birisiyim diye bağırmakla eş değerdi. Çünkü bu tür hayvanlara tüm kıtada sayılı zenginler ve kraliyet aileleri sahip olabilirdi.
Haru bunun için böyle bir şey yapmayacak kadar akıllıydı. Onun aksine sıradan bir kişi olmaya ihtiyacı vardı. Halkın içinde mümkün olan en alt kademeye inerek kendini belli etmemeye çalışıyordu. Bunun için bir karar almıştı.
Onun kimliğini ortaya çıkaracak hiçbir gücünü kullanmayacaktı. Bunların içinde Wulkar ve kırmızı yıldırımlarda vardı.
Ayrıca bağlı olduğu kaynak canavarının güçlerini de kullanamazdı. Çünkü Güney İntikamcı Krallığı'nın kralı olarak bu güçleri kullandığı biliniyordu. Haru zaten hayati bir duruma düşmediği sürece bu güçlerini kullanmayı istemiyordu.
Aksine kendini geliştirmek için sadece tekniklerini ve aurasını kullanacaktı. Şu an da aurası ortalama bir insanın aurasına eş değer güce sahipti. Bu yüzden onu kullanarak dikkat çekmesi mümkün değildi. En kısa zamanda Kadim Azarath'ın Adıyla Hükmetme tekniği hariç diğer tekniklerini sürekli kullanarak onları geliştirecekti. Bir yandan da savaşçı ve ruh avcısı seviyelerini güçlendirecekti.
Ruh avcısı gücünü bugüne kadar denemediği için tam potansiyelini bilmiyordu.
Fakat ormanda avlandığı sırada ilginç bir gerçeği keşfetmişti. Sadece insanların ruhunu değil canlı olan ve yakınlarında ölen her şeyin ruhunu kalbine toplayarak güçlenebiliyordu. Bu gerçeğin sadece kendisine mi özel olduğunu bilmese de bunu şu an için öğrenmesinin bir yolu yoktu.
Haru atından inerek onu yakınlarında ki bir ağaca bağladı. Daha sonra yanına çökerek meditasyon yapmaya başladı. Şu an ki hali ile normal insanlardan biraz daha güçlüydü. Tüm potansiyelini kullansa on seviyeyi geçmiş beş kişi ile baş edebileceğini düşünüyordu. Bu kişilerin savaşçı veya büyücü olmasının önemi yoktu. Fakat daha fazlası ile karşılaşırsa kendini açığa çıkarmak zorunda kalırdı.
Bu da hiç yapmak istemediği bir şeydi. Yarım saat boyunca yaptığı meditasyonun ardından boyutsal yüzüğünden biraz yiyecek çıkardı.
Yemeğini yavaş bir şekilde yedikten sonra atının bağlı olduğu ağacın diğer tarafına uzandı. Bir süre uyumamak için dirense de daha fazla başarılı olamadığı için uykuya daldı. Haru uykusunun ortasında bedeninin farklı noktalarında üç tane acı hissetti.
Bu acı hissi bir iğnenin batması gibi önemsiz bir histi. Haru'nun iç güdüleri devreye girerek onun şimşek gibi yerinden kalkmasını sağladı. Haru ayağa kalktığı anda karşısında gördüğü şeye inanamadı. Bir çeşit tüf tüf silahı kullanan yaklaşık otuz kişilik bir grup silahlarını ona doğrultmuşlardı. Haru bugüne kadar birçok insan görse de böyleleri ile ilk kez karşılaşıyordu.
Çünkü karşısında ki grubun geneli on ile on beş yaş arası çocuklardan oluşuyordu.
Yüzlerine taktıkları kemik maskeler yüzünden Haru birçoğunun cinsiyetini anlayamasa da içlerinden birinin cinsiyetini anlamıştı. Bu çocuk grubunun içinde elinde onlardan farklı bir tüf tüf tutan yirmili yaşlarının başlarında bir kadın vardı.
Haru kadının yüzünü göremese de bedeninden dolayı cinsiyetini anlayabilmişti. Tüm bunlar analiz yeteneği ile saniyenin onda biri gibi bir sürede olmuştu. Haru kadının yüzüne taktığı kemik maskeden görünen siyah gözlerine bakarken bir yandan da elini belinde ki kılıcı almak için harekete geçirdi. Fakat üzerine gelen sayısız küçük dart ile bunun kötü bir fikir olduğunu anladı.
Kendini son anda ağacın arkasına siper ettiği için bedenine öncekilerle birlikte sadece sekiz tane dart isabet etmişti.
Ağacın arkasında bedeninde ki dartları çıkardıktan sonra "Benden ne istiyorsunuz" diye bağırdı. Fakat aldığı tek cevap dartların siper aldığı ağaca çarpan tok sesleri oldu. İyice kötü duruma düştüğü sırada yanında ki atın ipini çözmeye başladı.
İpi çözmeyi bitirdiği için tam atın sırtına atlayacağı sırada atılan dartlardan birisi atın sırtına isabet etti. Haru neyin geldiğini anlasa da çok geç kalmıştı. Atın refleks olarak attığı çifte ile birlikte ağacın arkasından geriye doğru savrulmuş ve sertçe yere düşmüştü. Bedeninin dayanıklılığı çok yüksek olsa da uyuşturucu etkisi olan sekiz darttan ve bir çifteden sonra tükenme noktasına gelmişti.
Bulunduğu alandan sürünerek uzaklaşmak istese de ensesine saplanan bir dart ile birlikte kendinden geçmişti.
Hemen başını kaldırarak geriye baktığında gördüğü tek şey kadının ona doğrulttuğu tüf tüfü indirmesiydi. Daha sonra kendinden geçmişti. Ne kadar bir zaman geçtiğini bilmese de uyandığı zaman her tarafının ağrıdığını fark etti. Özellikle başı çok fena ağrıyordu.
Çevresini incelemeye çalıştığı anda daha beter şaşırdı. Sazlardan bir çeşit bambudan ve sarmaşıklardan yapılmış irili ufaklı yüzlerce kulübenin bulunduğu bir alanın ortasındaydı. İşin kötüsü bedeni tahta bir çukurun içine konmuştu. Sadece başı çukurun içinden çıkıyordu. Boynuna takılan ve çukurun açık kısımlarını kapatan ortası delik ağır bir tahta parçası ile birlikte şu an bulunduğu durumu özetleyebilirdi.
Elleri ve ayakları çukurun içinde bağlanmıştı. Haru kafası ile görebildiği kadar alanı tarayınca tek olmadığını fark etti. Bulunduğu alanda yerden çıkan yirmi sekiz tane kafa saymıştı. Haru hemen parmağını yoklamaya çalıştı.
Fakat büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Boyutsal yüzüğü ve ticaret bilekliği üzerinde ki bütün kıyafetlerle birlikte alınmıştı.
Haru çukurun içinde çıplak bir şekilde duruyordu. Ne kadar denerse denesin bağlarından kurtulması mümkün olmamıştı. Yapabileceklerini düşünmeye başlamıştı. Bir şekilde bu çukurdan ve boynunda ki ağırlıktan kurtulsa bile bulunduğu alanda belli ki yüzlerce düşman vardı.
İlkel silahlar kullansalar da Haru'nun hepsine karşı şansı yoktu. Artık rüzgârı kullanması azalan aurası yüzünden mümkün değildi. Kahrın Yedi Katı tekniğini geliştirmediği sürece sadece suyun gücünü kullanabilirdi. Bu durumda yeterince güçlü olmadığını açık bir şekilde anlayabiliyordu. Ayrıca bir şekilde kaçmayı başarsa bile eşyalarının nerede olduğunu bilmiyordu.
Diğer eşyalarını önemsemese de Wulkar hala boyutsal yüzüğünün içindeydi. Onu geride bırakmayı göze alamazdı.
Haru kızgın güneşin altında gittikçe daha fazla su ihtiyacı hissederek diğerleri ile birlikte beklemeye başlamıştı. O günün akşamına kadar ilginç bir şey olmamıştı. Bir çeşit köy olan bu alanda insanlar günlük ihtiyaçları için dışarı çıkarken onlara garip bir ifade ile bakıyorlardı.
Her birinin yüzünde ve bedeninde değişik boyalar vardı. Haru medeniyetin bu köye uğramadığını çoktan anlamıştı. Bu gezegende ilk kez bu kadar ilkel bir yaşam biçimi görüyordu. Öyle ki bu insanları gördükten sonra diğerlerini ilkel olarak yargıladığı için pişmanlık duymaya başlamıştı. Akşama doğru ellerinde meşaleler ile bir grup insan onların bulunduğu alana toplanmışlardı.
Ellerinde değişik boyutlarda kovalar vardı. Bu kovalar yerlere konulduktan sonra toplanan insanlar hep bir ağızdan "Hsun Hsuba, Hsun Hsuba, Hsun Hsuba" diye bağırmaya başladılar. Haru bir şeylerin olacağını sezdiği için bütün dikkatini önünde ki insanlara vermişti.
Uzun süre yankılanan Hsun Hsuba seslerinden sonra kalabalık insan grubunun ortasından bir kadın öne doğru çıktı.
Bu kadın onu bayıltan kadının tam kendisiydi. Kadın alana göz gezdirdikten sonra elini kovaya daldırarak içinden değişik bir şey aldı. Aldığı şeyin ne olduğunu anlayamadan kadın onu elinden fırlattı. Haru'nun tek görebildiği şey fırlatılan nesnenin kendisine doğru geldiğiydi.
Çukurda bağlı olduğu için kaçamadan şap diye çıkan bir sesin ardından kadının fırlattı şey yüzünde parçalandı. Haru aldığı tiksindirici koku ile birlikte üzerine atılan nesnenin çürümüş bir meyve olduğunu anladı. Bütün yüzü yapış yapış olmuştu. Aynı zamanda iğrenç bir şekilde kokuyordu. Kadının atışının ardından orada bulunan diğer insanlarda çürümüş meyveleri rastgele atmaya başladılar.
Haru o gün sekiz tane çürümüş meyveyi başına yedi. Hala bunun nedenini anlayamasa da diğerlerine baktığı anda anladı.
Onun durumunda bulunan diğer yirmi yedi kişi atılan çürümüş meyveleri yemeye çalışıyorlardı. Hemen önünde ki meyveyi yemek için toprağı yalayanlar bile vardı. Haru bunu gördüğü anda sinirlenmeye başladı. O kadar sinirlendi ki hiçbir şeyi umursamadan kırmızı yıldırımları kullandı.
Önce ellerini daha sonra ayaklarını bağlayan sarmaşıkları kırmızı yıldırımları ile yakmıştı. Fakat bununla yetinmediği için kendisine zarar vereceğini bilse de kırmızı yıldırımların hepsini kullanarak bütün bedenini kırmızı yıldırımlar ile kapladı. Artık ne elleri ne de yüzü kırmızı yıldırımlar yüzünden gözüküyordu. Bir şeylerin yanlış gittiğini anlayan kalabalık kendi arasında bağırarak telaşla dağılmaya başlamışlardı.
Haru tek darbede boynunda ki tahtayı parçaladıktan sonra çukurun içinden dışarı çıktı.
Bazı şeylere anlayış gösterebilirdi. Fakat aşağılanmaya asla anlayış gösteremezdi. Oysa bu insanlar ona köpekten bile daha aşağılık bir şekilde davranmışlardı. Haru bunun bedelini onlara ödetecekti. Çukurdan çıktığı anda gördüğü insan kalabalığına bir eli ile kırmızı yıldırım gönderdi.
İnsanların ortasında patlayan kırmızı yıldırım yakınında ki herkesin ölmesine yol açmıştı. Haru durmadan etrafında ki kulübelere kırmızı yıldırımlar göndermeye başladı. Öyle ki alanın ortasında bulunan kulübeler içlerinde ki şeylerle birlikte yanmaya başlamışlardı. Haru önüne çıkan herkesi kırmızı yıldırımları ile ebedi yolculuklarına kalıcı bir şekilde uğurluyordu.
Bu sırada önüne onu yakalayan kadınla birlikte bir grup çocuk çıktı. Sayıları yaklaşık olarak yüz kişiydi. Haru onları öldürmeyi istemedi. Aslında kadını öldürmeyi istese de çocukları öldürmek ona göre değildi.
Oradan uzaklaşmak ve eşyalarını bulmak için arkasını döndüğü sırada sırtında bir acı hissetti. Yine o dartlardan biriyle vurulmuştu.
Artık iyice öfkelendiği için kırmızı yıldırımlarını gelişi güzel fırlatmaya başladı. Karşı gruptan atılan dartların birçoğu bedenine saplansa da keskin öfkesi onun kendinden geçmesini önlüyordu. Fakat gittikçe artan bir yorgunluk hissi bedenine yayılmaya başlamıştı.
Haru yıldırımları ile önünde ki yüz kişilik grubun çok büyük bir kısmını yok etmişti. Geriye sadece kömürleşmiş cesetleri kalmıştı. Haru bir an önce buradan uzaklaşmak için hareket ettiği sırada sırtına saplanan ok ile birlikte gittikçe hassaslaşan dengesini kaybederek yere düştü. Ona oku atan kişi ilk saldırısında ölmeyen kadının tam kendisiydi. Bu sefer yaptığını yanına bırakmak gibi bir niyeti yoktu.
Bedeninde ki bütün kırmızı yıldırımları kendinden geçmeden önce eline toplayarak kadının bulunduğu alana gönderdi.
Yaptığı yıkımın etkisini göremeden gözlerini kapadı. Son yolladığı saldırı ile birlikte kadının durduğu alanda küçük bir krater açılmıştı. Yakınlarında bulunan herkes çarpılmıştı. Kadın çevikliği sayesinde son anda kaçınmayı başarsa da saçlarının yarısı ile birlikte yüzünün yarısı yanmış ve görenleri tiksindirecek bir görüntüye bürünmüştü. Fakat buna rağmen kadın kurtulmayı başarmıştı.
Haru gözlerini açınca bu sefer kendini bir mağarada buldu. Bütün bedeni zincirler ile mağaranın duvarına zincirlenmişti.
Haru kendini toparladığı anda zincirlerden kurtulmak için çabalamıştı. Fakat gücü tükenme noktasına geldiği için başarısız olmuştu. Kırmızı yıldırımları bir süre için kullanmasına olanak yoktu. Sahip olduğu az miktarda ki güç ile bu zincirleri kırması mümkün değildi.
Eski aurası ile birlikte bu zincirleri toza çevirecek güce sahipken şimdi sallamaktan bile acizdi. Kendini aşırı derecede zorladığı için çok yorgundu. Bunda bedenine saplanan onlarca dartın etkisi de vardı. Sırtında hissettiği keskin acı ona okla vurulduğunu hatırlatmıştı. Görünüşe göre yarası açıktı ve sırtından bacaklarına doğru yaradan kan akıyordu. Haru başını zorlukla yere çevirince yerde biriken kanı gördü.
Anlaşılan çok kan kaybetmeye başlamıştı. Bu kadar yorgun hissetmesine şaşırmaması gerekiyordu.
Bu mağaraya neden bağlandığını bilmese de kesinlikle hayırlı bir iş için olmadığını söyleyebilirdi. Haru zincirlerinden kurtulmak için elinden geleni yapıyordu. Fakat mağaranın derinliklerinden gelen boğuk bir sesi duyduğu anda daha çok çabalamaya başlamıştı.
Anlaşılan onu buraya bağlamalarının sebebi bir canavara yem etmek istemeleriydi. Haru'nun bu kadar şey atlattıktan sonra bir canavara yem olmaya kesinlikle niyeti yoktu. Boğuk ses geldiği gibi aniden kesildi. Aynı anda mağarada ki karanlık sanki mümkünmüş gibi daha çok artmaya başladı. Öyle ki Haru kendini bile göremez bir hale geldi. Gözlerini kapattığı zaman gördüğü karanlık açtığı zaman gördüğü karanlıktan daha azdı. Mağara karardığı gibi bir anda soğumaya başladı. Haru artan soğukluğu iliklerine kadar hissediyordu.
Her nefesi ile birlikte soğuk hava ciğerlerine doluyordu. Bütün bedeni kan kaybından dolayı zaten zayıf haldeyken üzerine eklenen soğukla birlikte titremeye başlamıştı. Haru soğuktan öleceğini gerçekten düşünmemişti. Bu bir canavara yem olmaktan bile daha aşağılık bir durumdu.
Kalan son gücü ile canavarın anlayıp anlayamayacağını bilmese de "Onurlu bir şekilde ölmek istiyorum. Her kimsen benimle adil bir şekilde karşılaş" dedi.
Karanlığın içinden boğuk ve baskıcı bir ses "Onurlu bir şekilde ölmek mi? Kah, kah, kah. Güldürme beni sen benim için kurban edilen basit bir canlısın. Sana cömertçe onurlu ölmek için bir şans versem bile benimle adil bir şekilde karşılaşabileceğine mi inanıyorsun" dedi. Haru canavarın baskıcı sesini duyduktan sonra durumunu gözden geçirdi. Şu an ki hali ile serbest kalsa bile canavara karşı bir şansı olacağına inanmıyordu. Bedeni oldukça zayıf düşmüştü. En ufak bir silaha sahip değildi. Serbest kalsa bile kaçamazdı.
Her seçeneğin sonucu ölüme çıkıyordu. Fakat pes etmeye niyeti yoktu.
Bunun için "Beni serbest bırak, şu an ki durumum ile oldukça zayıf olsam da büyük ihtimalle seni yenemeyecek olsam da en azından bunu denerken ölmeyi, yem olmaya tercih ederim" dedi. Karanlığın içinde ki ses "Uzun zamandır gördüğüm en garip varlıksın insan. Cesur mu yoksa aptal mı olduğunu çözemesem de benimde eğlenmeye ihtiyacım var. Bunun için sana benimle olabildiğince eşit bir şekilde karşılaşman için bir şans vereceğim insan. Fakat bunun bir bedeli var. Eğer yenilirsen benim kölem olacaksın ve bana secde edeceksin. Buna ne diyorsun insan" dedi.
Haru canavarın teklifini biraz düşündükten sonra "Peki ya ben kazanırsam ne olacak" dedi.
Bunun üzerine karanlığın içinden gelen ses "O zaman bana istediğini yapmakta özgürsün insan. Fakat seni uyarıyorum kazanmak gibi bir hayale kapılma. Sen sadece canımın sıkıntısı için kullandığım yeni bir oyuncaksın" dedi.
Haru ise canavarın kışkırtmasını önemsemeden "Öyleyse teklifini kabul ediyorum" dedi. Karanlığın içinden gelen boğucu ses aniden durdu. Aynı anda bedenini bağlayan zincirler çözülmüştü. Haru güçsüz olduğu için yere çökmek zorunda kalmıştı. Bedeni çok kan kaybetmişti. Fakat karanlığın içinden gelen bir büyü ile bütün bedeni iyileşmeye ve gücünü toplamaya başladı.
Haru kendini toparladığı anda karanlık dağılmaya başladı. Karanlık dağıldığı zaman gördüğü tek şey mağaranın çıkışını kapatan siyah bir gölgeydi.
Comment Now
0 yorum