Haru üzerine doğru koşan insanların hangi amaçla koştuklarını tek seferde anlamıştı. Bunun görünüşleri ile alakalı olduğunun farkındaydı. Fakat umursamamıştı. Aklında çok daha derin düşünceler vardı. Ryou Jo'nun önderliğinde insanlar onun yanına ulaştılar. Birer, ikişer hepsinin yüzünde utanç ifadesi oluşmaya başlamıştı. Birçok büyük şehre göre küçümsenen savaşçılar olsalar da birçoğu kasabanın elit askeri gücüydü.
İki binden fazla insanın aptalca bir sebeple silahsız iki kişiye saldırıya geçmesi hepsini küçük düşürmüştü.
Üstelik auraları sayesinde karşılarında ki kişilerden birinin ölü diğerinin de güç sahibi olmadığını anladıklarında duydukları utançtan dolayı ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Aralarında sıradan askerlerde olsa oldukça önemli kişiler vardı.
Gül Şövalyeleri Okulu'nun elderleri orada ki birçok insandan konum ve statü olarak yüksekteydiler. Sadece klan başkanları ile kasaba başı onlardan daha yüksek bir seviyedeydi. Bu on elder bugün silahsız ve güç sahibi olmayan bir kişiye ve onun kucağında ki ölü bedene silahları ile saldırıya geçtiler. Bu o kadar kötü bir durumdu ki elderlerin sahip olduğu tüm saygınlığı yok etme tehlikesi vardı.
Öte yandan elderler ile birlikte birçok üst düzey klan yetkilisi de aynı kaderi paylaşıyorlardı.
Her biri ismi saygıyla anılan hatta korku ile telaffuz edilen kimselerdi. Fakat bugün düştükleri durumdan sonra ufak çocukların bile maskarası haline geleceklerdi. Tam bu sırada Ryou Jo, Haru'ya doğru koşarak "Yunzi, Yunzi Jo" diye bağırdı.
O anda Haru hariç orada bulunan herkes yıldırım çarpmışa döndü. Onlar aslında Ryou Jo'nun çocuğunun cesedini taşıyan kişiye ve doğrudan onun cesedine karşı saldırıya geçmişlerdi. Sıradan askerler korkudan bayılma noktasına gelmişlerdi. Büyük klanların bile tartışmaktan çekindiği Ryou Jo'nun oğlunun cesedine karşı saldırıya geçmişlerdi. Bu açıkça hem cesede hem de ona saygısızlıktı.
Sebepleri ne olursa olsun yaptıkları eylemin geri dönüşü yoktu. Sıradan askerler bu durumdayken önemli kişiler soğuk terler dökmeye başlamışlardı. Kim ne derse desin Ryou Jo şu anda hepsine zarar verebilirdi. Onları öldürebilir ya da kasabadan sürebilirdi.
Üstelik kasabada ki herkes onu desteklerdi. Gül Şövalyeleri Okulu'nun elderleri ise daha beter bir haldeydi.
Az önce ki olaydan sonra bütün saygınlıklarını kaybettiklerini biliyorlardı. Üstelik bu durumda sadece kendi saygınlıklarına değil Gül Şövalyeleri Okulu'nun saygınlığına da büyük zarar vermişlerdi. Bu haber duyulduğu zaman insanlar okula öğrenci olarak gelmekten vazgeçebilirdi.
Alan büyük bir sessizliğe gömülmüştü. Sadece oğlunun cesedine sarılıp ağlayan Ryou Jo'nun sesi duyuluyordu. Bütün başlar eğilmişken Haru başı dik bir şekilde sabırla bu anın bitmesini bekliyordu. Karşısında ki adamın hislerini çok iyi anlıyordu. Çünkü ondan daha fazlasını kaybetmişti. Tek yapabileceği sadece beklemekti. Ryou Jo bir süre ağladıktan sonra kucağında oğlunun cesedi ile ayağa kalktı.
Doğrudan Haru'nun gözlerine bakarak "Nasıl oldu" dedi.
Haru çocukları takip ettiklerinden ve ormanda ayrılmalarından başlayarak Arithor'un anılarında ki her şeyi ufak bir değişiklikle anlattı. Bu değişiklik bitki canavarının çocuğu yuttuktan sonra ağzının içinde ki sivri diken ile öldürmesi fakat kendisini yuttuğu sırada dikeni keserek bitki canavarını öldürmesiydi. Anlatılanları duyan insanlar pişmanlıkla dolmaya başladılar.
Kendi hayatını umursamadan çocuğu kurtarmaya çalışan bu kişiye karşı saldırıya geçtikleri için büyük bir üzüntü duyuyorlardı.
Aralarından birçoğu Arithor'u tanımasa da tanıyanlarda vardı. Ryou Jo'da onu tanıyanlar arasındaydı. Anlatılanları dinledikten sonra Arithor'a büyük bir minnet duymaya başlamıştı. Arithor'un durumunu bildiği için orada ki herkesin duyabileceği şekilde yüksek sesle konuşmaya başladı.
Arithor'a "Kendi canını riske atarak tek evladımı Yunzi'yi kurtarmaya çalışmışsın. Onu kurtarmakta başarılı olamasan bile cesedinin canavara yem olmasına izin vermeyip bana getirdin. Bu yüzden sana büyük bir minnet borcum var. Ben borçlu kalmayı sevmem. O yüzden bugünden sonra ailenin hastalıkta dahil bütün masraflarını ben karşılayacağım" dedi.
Diğer insanlar Ryou Jo'nun bu konuşmasından sonra memnun oldular.
Aralarında Arithor'dan hoşlanmayanlarda olsalar da en azından Ryou Jo'nun öfkesinden kurtulduklarını düşünüyorlardı. Ryou Jo konuşmasını bitirdikten sonra diğerlerine kötü gözlerle bakarak son bir ekleme yaptı.
Ryou Jo herkesin duyabileceği şekilde "Arithor izin ver tıpkı benim gibi burada ki herkes sana pişmanlığını göstersin" dedi. Bu sözlerin anlamı gayet açıktı. Ryou Jo'nun öfkesi ile karşılaşmaktansa Arithor'a pişmanlık belirtmek onlar için bir nimetti. Hemen Arithor'un çevresini kuşatarak bulunabilecekleri en iyi tekliflerde bulunmaya başladılar. Kimisi pişmanlığı için elli altın vermeyi kabul ederken kimisi değerli ekipmanlar verecek kadar işi ileriye götürüyorlardı. İçlerinde pişmanlık olsa da bunun gerçek nedeni Ryou Jo'nun gazabından kurtulmak istemeleriydi.
Haru etrafında ki her insanın kendisine bir şeyler teklif etmeye başlamasından inanılmaz derecede rahatsız olmaya başladı.
O sırada Gül Şövalyeleri Okulu'ndan bir elder ortalığı sessizliğe boğacak olan sözleri söyledi. Elder herkesin önünde Haru'ya "Arithor yaptığın kahramanlık dillere destan. Sana olan davranışımızdan ötürü hepimiz pişmanız. Bu yüzden lütfen Gül Şövalyeleri Okulu'na katılarak bizi onurlandır" dedi.
Bu sözler ortalığa bomba gibi düşmüştü. İnsanlar şaşkınlıktan Arithor'a verecekleri teklifleri unutmuşlardı. Gül Şövalyeleri Okulu gibi önemli bir savaş okulu geçilmesi zor olan meşhur giriş testi ile ünlenmişken hiç gücü olmayan birini doğrudan kendilerine katılması için davet ediyordu. Üstelik bu katılım bir öğrenci olarak değil aksine onları onurlandıracak(!) şekilde olacaktı.
Ryou Jo kucağında ki cesetle birlikte oradan ayrılacağı sırada sabrının sonuna gelmiş olan Haru daha fazla dayanamadı.
Orada ki herkese yüksek sesle "Sizleri hiçbir şey için suçlamıyorum. Bitki canavarına saldırmak ve cesedi geri getirmek tamamen benim seçimimdi. Hiçbiriniz bana hiçbir şey borçlu değilsiniz. Bunun için hepinizin teklifini reddediyorum" dedi ve kalabalığı yararak oradan ayrıldı.
Haru çok kısa bir sürede ortalıkta oynanan tiyatroyu anlamıştı. Onların bu iki yüzlü tavrı ise içini bulandırmıştı. Haru cesedi sahibine teslim ettikten sonra tekrar ormana doğru gitmeye başladı. Okuduğu kitaplar ve hafıza sarayı sayesinde Arithor'un babasının hastalığını kalıcı olarak geçirecek bir ilaç yapmak onun için çocuk oyuncağıydı. Ormana girer girmez gördüğü bütün büyülü ve kaliteli bitkileri toplamaya başladı.
Sadece üç saatte koca bir öbek dolusu şifalı ve büyülü bitkiye sahipti. Bu öbeği sarmaşıklarla bağlayarak sırtına astı.
Ormanın içinde bulduğu birkaç değerli taşı da ceplerine doldurmuştu. Bu şekilde gezgene büyük bir atılım getirecek teknolojilerin ilk adımı atılmış oldu. Haru yapacakları ile ortaya çıkaracağı etkinin farkında bile değildi. Bunu zaman gösterecekti.
İşini bitirince havanın kararmasına yakın evine döndü. Arithor'un kasabaya girişi büyük olaylara sebep olmuştu. Onun gidişinden sonra insanlar ancak korkutucu gerçeğin farkına varabilmişlerdi. Arithor oldukça sıradan birisi olmasına rağmen hem Ryou Jo'yu hem de Gül Şövalyeleri Okulu'nu reddetmişti. Diğer klanları reddetmesi ise ayrı bir olaydı.
Çok az insanın ismini bildiği daha az insanın simasını hatırladığı kadınların yanındayken sanki yokmuş gibi davrandıkları Arithor bir anda kasabanın en önemli meselesi haline geldi. İnsanlar kasabanın girişinde Arithor'un dönüşünü bekliyorlardı.
Bunların arasında beş tane önemli heyette bulunmaktaydı.
Bu heyetler Gül Şövalyeleri Okulu'nu, kasabanın başı olan Ryou Jo'yu, Taş Höyük Klanı'nı, Akyeleler Klanı'nı ve Bozyurtlar Klanı'nı temsil ediyorlardı. Her birinin tek amacı Arithor'u kendi mekanlarına davet ederek halk üzerinde ki itibarlarını geri kazanmaktı.
Açıkça kasabanın bütün önemli güçlerinin Arithor'a özür borcu vardı. Bu özür geciktikçe halk tarafından daha çok kınanacaklardı. Normalde bunu önemsemeyecek birçok kişi vardı. Fakat arada Ryou Jo'nun oğluna yapılan saygısızlığında bulunması durumu oldukça büyük bir hale getiriyordu. Ryou Jo hepsinin önünde açıkça Arithor'a pişmanlıklarını belirtmelerini istemişti.
Bunun anlamı Arithor'a özürlerini kabul ettiremeyenlerin Ryou Jo ile görüşmek zorunda kalacaklarıydı.
Olay halk arasında yayıldığı anda Arithor yüzlerce kişinin kalbinde yer kazanmıştı. Bu zamanda kendi canını başkası için tehlikeye atacak insan az bulunurdu. Beş önemli heyetin dışında kasabanın zenginlerinin de ufak uşak grupları at arabaları ile birlikte onu bekliyordu.
Şu durumda Arithor'un desteğini kazanmak halkın desteğini kazanmakla aynı değerdeydi. Ryou Jo'nun kasaba üzerinde ki gücü bile doğrudan halktan geliyordu. Haru kasabaya girdiği anda öncekinden daha büyük bir kalabalıkla karşılaşınca kimsenin anlayamayacağı bir şekilde iç çekti. Daha sonra sanki orada kimse yokmuş gibi doğrudan kasabanın meydanında ki pazara doğru yürümeye başladı.
Özellikle bu şekilde davranmayı uygun görmüştü. Zamanında Arithor'un farkında olmayan ve onu hiçe sayanlar şimdi onunla aynı duruma düşmüşlerdi. Haru düşmanına kendi silahı ile karşılık veriyordu. Kimseyi önemsemeden doğrudan kasabada ki eczaneye girdi.
Eczacı son yıllarda oldukça tanıdık bir sima olan Arithor'u görünce hemen tezgâhın altına uzanarak ilacı çıkardı.
Fakat bu sefer Arithor ilaçla hiç ilgilenmeden sırtında ki bir öbek dolusu bitkiyi tezgâhın üzerine koyarak "Hepsini satmak istiyorum" dedi. Eczacı daha önce görmediği miktarda şifalı ve büyülü bitkiyi görünce şaşırdı. Fakat yılların alışkanlığı ile bitkileri incelemeye başladı.
Sadece on beş dakikada şaşkınlığı gittikçe katlanan bir biçimde bitkileri incelemeyi bitirmişti. Toplam yüz sekiz dal büyülü ince su otu, doksan sekiz adet şifalı bron mantarı, on beş adet yüksek kalite güve çiçeği kökü, otuz dört tane büyülü yonsmir dalı, beş parça şifalı kabuk tortusu ve kırk dört tane şifalı marifet çimi bitkisi vardı. Bu bitkilerin hepsi yüksek kalitede ilaç malzemesiydi.
Aynı zamanda birçoğu simyacılıkta da kullanılıyordu. Eczacı hepsini kendine kazanç payı bıraktıktan sonra değerlerini hesapladı.
Bütün bitkilerin maliyeti iki bin dört yüz seksen altın tutmuştu. Eczacı bu rakamı hesaplayınca hemen altın durumunu kontrol etti. Elinde sadece bin dokuz yüz altın vardı. Bu miktar hepsini karşılamaya yetmezdi. Ne yapacağını düşünürken Arithor'un önüne uzattığı kâğıdı gördü.
Haru eczacı düşüncelere daldığı sırada tezgâhın üzerinde ki kağıtlardan birini kullanarak Arithor'un babası için yapacağı ilaca lazım olacak malzemeleri yazmıştı. Yazdığı malzemelerden birçoğu oldukça değerli şeylerdi. Eczacı Arithor'un kendisine uzattığı listeyi görünce şaşkınlıktan ağzını kapatmayı unutacak noktaya geldi. Hatta ağzının ne ara açıldığının farkında bile değildi.
Listede ki malzemelerden birçoğu yüksek eczacılık ya da simyacılık bilgisi ve yeteneği ile kullanılabilecek şeylerdi.
Hatta listede olan bazı şeyleri kendisi bile kullanmayı düşünemezdi. Yüz gram kırmızı vermilyon tozu, beş gram yuta özü, dörtte bir gram sarı dhun yılanı kanı bu malzemeleri aklından tekrar ettikçe dehşete düşüyordu. Bunlardan bazıları özelliklede dhun yılanı kanı insanlar için hayaldi.
Onu kullanabilecek kadar yetenekli kişiler sadece büyük şehirlerde en güçlü loncalarda bulunurdu. Eczacı listede ki her malzemeyi eksiksiz bir şekilde hazırladı. Bu malzemelerin Ryou Jo tarafından istendiğini düşünüyordu. Yoksa yıllardır tanıdığı Arithor'un bu malzemelerle işi olmazdı. Malzemeleri hazırladıktan sonra fiyatını kendi kazancını da içine katarak belirledi. Arithor’a tüm malzemelerin bin doku yüz altın tuttuğunu söyledi. Haru önemsemeden eczacının malzemeleri teslim etmesini bekledi.
Eczacı bütün malzemeleri hazırlayıp bir pakete koyduktan sonra onu uzattı. Daha sonra içinde beş yüz seksen altın olan bir keseyi ona verdi.
Haru sattığı paradan kalan fazlalığı hesapladıktan sonra tatmin oldu. Arithor'un anılarında bu eczacının ona sürekli yardım ettiğini görünce sanki önemsiz bir miktarmış gibi kesede ki seksen altını tezgâha bırakarak hiçbir şey demeden dükkândan ayrıldı.
Hemen evinin yolunu tuttu. Bu sırada önüne çıkan kimseyi önemsemedi. Haru evine girmek için terzi dükkanının içine girdi. Annesi her zaman ki yerinde onun geldiğini gördüğü anda yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle ayağa kalkmış ve sıkıca ona sarılmıştı. Bu sırada "Arithor bu saate kadar nerede kaldın? Öldüm meraktan" demeyi de ihmal etmemişti.
Haru durumu bozmaması gerektiğini bildiği için Arithor'un anılarından yola çıkarak "Önemli değil anne sadece bazı işlerim vardı. Yemek hazır mı" diye sordu. Arithor annesinin yemeklerine düşkün olduğu için sürekli olarak bu soruyu annesine sorardı.
Haru'nun Arithor'un alışkanlıklarını bir süre için devam ettirmesi gerekiyordu.
Hemen dükkânın ikinci katına çıktılar. Annesi sofrayı hazırlarken Haru ise odasına çekilerek ilacı yapmaya başladı. Simyacılık yeteneklerinden yoksun olsa da hala bilgisi vardı. Hemen ufak bir kazanın içine tozları ve bitkileri koydu.
Daha sonra bunları iyice ezmeye başladı. Arada üzerine kattığı su ile yumuşak kıvamlı bir karışım elde edene kadar bunu yapmayı sürdürdü. Karışım hazır olunca dhun yılanının kanını bu karışıma ekledi. Kanın özellikle ortada toplanmasını sağladıktan sonra bir kâseye bu karışımı ters bir şekilde boca etti. Karışım verdiği şekilde dolayı yukarı doğru kubbe şekline girmişti.
Kubbenin altında dhun yılanının kanı bulunuyordu. Bu kanın karışım ile doğrudan temas etmemesi gerekiyordu.
Aksine kanın buharına ihtiyacı vardı. Haru bu kâseyi olduğu gibi alarak odasında ki ocağı yakıp ısıtmaya başladı. Karışım yeteri kadar ısındıktan sonra Haru karışımı sivri bir bıçakla kontrol etti. Karışımın dışı taş gibi sertleşmişti.
Haru en tepesinden bıçak ile ince bir delik açtı. Bu delik sayesinde buharlaşan kan karışımın nemli ve yumuşak olan içine nüfuz ederek delikten havaya karışmaya başladı. Kan tamamen yok olduktan sonra Haru ocağın altını kapatarak karışımı ters çevirdi. Yumuşak olan kısımda bıçak yardımı ile aldığı iki büyük parçayı başka bir kabın içine koydu. Daha sonra bu kaba iki bardak sıcak su ekledi.
Bu sıcak su ile birlikte yumuşak olan karışım çözülmeye başladı. Haru beş dakika bekledikten sonra sarı renkli sıvı ilaç hazırdı.
Bir çorbadan biraz daha koyu bir kıvamı vardı. Fakat Arithor'un babasının hastalığı için kesin çözüme sahipti. Haru bu ilacı bir şişeye koydu. Ailesi ile birlikte yemek yedikten sonra Haru anılarından yola çıkarak Arithor'u taklit ederek "Baba sana ilaç aldım, üstelik bu sefer ki oldukça güçlü bir etkiye sahip. Sabaha kalmadan koşmaya başlayacaksın" demişti. Babası her zaman ki tebessümü ile karşılık vermiş ve ilacı içmişti.
Haru ilacın bittiğine emin olunca en azından Arithor'a bir konuda yardımcı olduğu için sevinerek uykuya daldı.
Ertesi sabah Aritor'un evinde büyük bir heyecan ve mutluluk hakimdi. Babası ilaç sayesinde eski haline göre oldukça iyi bir şekilde ayağa kalkmıştı. Bu da yetmezmiş gibi sabahtan evden çıkarak yıllardır yapamadığı sporu bile yapma fırsatı bulmuştu.
Sonra geri dönmüştü. O sabah kahvaltıdan önce Arithor'un babası ona minnet duygusu ile "Oğlum" diyerek sarıldı. Haru bugüne kadar babasından bir kez bile böyle bir hareket görmediği için olduğu yerde donmaktan başka bir şey yapamadı. Arithor'un babası ona sıkıca sarılırken ellerini beceriksizce Arithor'un babasının bedenine doladı.
Comment Now
0 yorum