Bölüm 5 - Kralın Daveti
Haru kısa sürede o kadar ünlenmişti ki bu ünü saraya kadar ulaşmıştı. Sarayda ki çoğu kişi onun iksirlerinden bahsediyordu. Sarayda ki diğer simyacılar ise Haru'nun bu başarısını kıskandıkları için her yerde ondan bahsedilmesine dayanamıyorlardı. Haru ise halinden son derece memnundu. Daha yapması gereken çok şey olmasına rağmen yavaş yavaş bir şeyleri başarıyordu.
Kazandığı altınlar amacı için kullanabileceği basit bir nesneden öteye gidemiyordu.
Daha çok son iki yılda bulduğu fakat kalıcı hale getiremediği formül ile uğraşıyordu. Bu formül herhangi bir silahın üzerine üç damla damlatıldıktan sonra o silahın güçlenmesini sağlıyordu. Fakat geçici olduğu için silah bir süre sonra eski haline dönüyordu.
Oysa Haru'nun istediği şey tamamen kalıcı olan bir formül yapabilmekti. Eğer bu formülü kalıcı bir hale getirebilirse silahını yapmaya başlayabilirdi. Zaten silahı bitince Haru bu gezegende ki hiçbir insanın karşısında duramayacağını düşünüyordu. Bunun için sürekli denemeler yapıyor ve bu formülü kalıcı hale getirmeye çalışıyordu.
Fakat etkisi kalıcı olan iksirler aynı zamanda yapılması imkânsıza yakın olan iksirler olduğu için Haru aylarca denemesine rağmen başarılı olamamıştı. Birçok materyalin binlerce birleşimini denemişti. Ama bir işe yaramamıştı.
Elinde ki altınların hemen hemen hepsini harcayarak en güçlü ve nadir bulunan simya malzemelerini almıştı.
Bu malzemelerle yaptığı denemeler bile sonuçsuz kalmıştı. Haru bu formülün etkisini kalıcı yapmak istiyorsa daha güçlü bir şeye ihtiyacı olduğunu anlamıştı. Bu gezegen hakkında ki bütün bilgisi okuduğu kitaplara dayandığı için gezegende kendi işine yarayacak kadar güçlü bir enerji kaynağına sahip materyal olup olmadığını bilmiyordu.
Bunun için her gün onlarca kitap okuyor ve denemelerine aralıksız devam ediyordu.
Zhimu'da kendi aradığı formül için denemeler yapıyordu. İkisi de ihtiyaçlarını giderdikleri zamanlar haricinde aralıksız çalışıyorlardı. Haru bu materyallerle istediği şeyi başaramayacağını anladığı için daha fazla deneme yapmayı bıraktı.
Artık bütün zamanını çeşitli kitapları okuyarak güçlü bir materyal aramakla geçiriyordu. Bir yandan da basit iksirler yaparak hem simyacılık seviyesinin çok az da olsa artmasını sağlıyor hem de bu iksirleri satarak altın stokunu arttırıyordu. Aslında böyle önemsiz bir işle uğraşmazdı. Fakat bu materyali bulduğu zaman gerçekten çok pahalı olacağını düşündüğü için hazırlık yapıyordu.
Haru hazırladığı iksirleri bir sepetin içine yerleştirdikten sonra Loan Şehri'nin çarşısına gitti.
Çarşının simyacılık ile ilgili bölümünde onu görenler başına toplanmaya başlamışlardı. Haru sepetinde ki seksen yedi tane iksiri çıkartarak önüne dizdi. Şişelerin içinde ki iksirler onlarca farklı renkte ve tondaydılar.
Tam iki saatlik bir sürenin ardından Haru önünde ki bütün iksirleri satmış iki torba altının sahibi olmuştu. Birkaç ihtiyacını gidermek ve bazı eksik iksir malzemeleri ile çeşitli boylarda iksir şişesi almak için en büyük simyacılık dükkânlarından birine girdi. Dükkânın sahibi olan adam onu tanıdığı için olağanüstü bir ilgi göstermeye başladı. Çünkü Haru öyle üç beş altınla değil altın torbalarıyla alışveriş yapardı.
Bunu bilen satıcının şimdiden ağzının suyu akmaya başlamıştı.
Kazanacağı onlarca altının hayaliyle Haru kendisinden ne isterse elinde ki en iyi malzemeyi onun önüne koyuyordu. O oldukça tecrübeli bir satıcıydı ve kime iyi kime kötü malzeme satacağını bilirdi. Haru'ya elinde ki en iyi malzemeleri vererek başka bir yerden alışveriş yapmasını önlüyordu. Kaz gelecek yerden tavuk esirgemeyecek kadar akıllıydı.
Haru istediği malzemeleri satıcıya söylemeyi bitirdiğinde dükkânın neredeyse tamamını kaplayan rafların arasında dolaşmaya başladı.
Bir yerde ilginç bir kıyafet görünce yanına gitti. Bu kıyafetler birbirinin tıpa tıp aynısı ve saydam bir beyazlıktaydılar. Haru satıcıya "Bu kıyafetlerin özelliği ne?" dedi. Satıcı Haru'nun gösterdiği kıyafetlere baktı.
Nasıl söze başlayacağını düşünen satıcı sonunda söze girerek Haru'ya "Bu kıyafetlere simyacı cübbesi denir. Büyücü cübbelerine benzer fakat özellikleri çok farklıdır. Cübbenin iç kısmında yirmi tane iksir cebi vardır. Ayrıca cübbenin iki kolunda da toz püskürten iki tane büyülü cepler vardır. Bu ceplere koyduğun tozlara göre bir savaş alanında farklı avantajlar kazanırsın." dedi.
Haru cübbenin oldukça işe yarar olduğunu anlamıştı. Fakat aklına takılan bazı şeyler vardı. Satıcıya "Hangi tozlar var ve etkileri neler. Ayrıca neden bu cübbelerin hepsi aynı renkte?" diye sordu.
Satıcı büyük bir sandığı alarak biraz zorlansa da Haru'nun önüne getirmeyi başarmıştı.
Sandığın kapağını açarak Haru'ya "Dört çeşit farklı toz vardır ve etkileri de birbirinden farklıdır. İlki siyah renkli olan ve rakibe püskürtüldüğünde onu kısa bir süre felç eden bir tozdur. İkincisi turuncu renkli olan ve rakibin görüşünü azaltan bazı durumlarda tamamen kör eden bir tozdur. Tabi ki etkisi geçicidir. Üçüncü toz mavi renkli büyücü tozudur. Bir büyücüye isabet ettiğinde büyü gücünü azaltır. Dördüncü tozda kırmızı renkli savaşçı tozudur. O da aynı şekilde savaşçıya isabet ederse fiziksel gücünü azaltır." dedi.
Haru sandıkta ki dört bölmeye ve içinde ki siyah, turuncu, mavi ve kırmızı tozlara baktı.
Bunların kendisine avantaj sağlayacağını düşündüğü sırada satıcı ona "Simyacı cübbeleri bir simyacı onu kullanana kadar tek renktir. Bir simyacı onu kullanınca cübbe onun Notai Kolyesi ile etkileşime girer ve gücüne göre renk değiştirir" dedi.
Haru satıcıya bir torba altını uzatarak "Simyacı cübbesini ve bütün tozları alıyorum" dedi. Satıcı bir torba altını hırslı bir şekilde Haru'nun elinden aldıktan sonra at arabasını hazırlamaya gitti. Haru'nun aldığı malzemeler anca at arabasıyla taşınırdı. Haru simyacı cübbesini üzerine giydi. Cübbenin rengi bir anda siyaha dönüştü. Ayrıca cübbenin omuzlarında üç tane sarı işleme ortaya çıktı.
Bu işlemeler onun simyacılık seviyesini belirtiyordu. Haru üzerinde ki cübbeye memnun bir şekilde baktıktan sonra dükkândan ayrılarak aldığı malzemelerin yüklü olduğu at arabasıyla evine gitmiş ve Zhimu'nun yardımıyla malzemeleri yerleştirmişlerdi.
Haru kendisi için hazırladığı iksirlerin olduğu tahta sandığın yanına giderek kapağını açtı.
Bu cübbe sayesinde yirmi tane iksiri yanında taşıyabilirdi. Haru cübbeye birer tane hız, güç, dayanıklılık, refleks artışı ve iyileştirme iksiri koydu. Silahları güçlendirmeye yarayan fakat hala geçici etkiye sahip iksirini de cübbeye koydu.
Bunun haricinde seviyesi yetmediği için kendi hazırlayamadığı fakat satın aldığı görünmezlik sağlayan iksirle, üzerine bir damla damlatıldığı zaman herhangi bir nesnenin boyutunu küçülten iksiri de cübbesine yerleştirdi. Aldığı boş iksir şişelerinin birinin içine turuncu tozla, diğerinin içini de mavi tozla doldurmuş ve cübbesine koymuştu.
Cübbesinde sekiz iksire ve iki şişede toza sahipti. Sandıktan aldığı turuncu tozu sağ kolunda ki büyülü cebe mavi tozu da sol kolunda ki büyülü cebe doldurdu. Artık cübbesi her anlamda hazırdı.
Haru geçen iki seneden beridir yaptığı çalışmalarla birlikte vücudu bayağı kaslanmış ve gelişmişti.
Aynı orantıda boyu da uzamıştı. Haru zaten fiziksel güce sahip olduğu için savaşçı tozu kullanmaya gerek görmemişti. Ne kadar zorlanırsa zorlansın bir savaşçıya uzun bir süre karşı koyabileceğini düşünüyordu. Fakat bir büyücüye karşı hiç gücü olmadığı için savunmasızdı. Bunun için büyücü tozunu kullanmayı düşündü. Aynı şekilde görüş kaybı veya bazı durumlarda geçici körlük sağlayan turuncu tozu seçmesinin sebebi de buydu. Bir büyücü hareketsiz kalsa da büyü yapabilirdi. Fakat hedefini göremezse büyü yapsa bile bir işe yaramazdı.
Haru o gün akşama kadar ertesi gün çarşıda satabileceği elli tane iksir yapmış sonrada uyumuştu.
Zhimu ise o geceyi de uykusuz geçirmişti. Ertesi gün Zhimu Haru'yu kaldırmış birlikte yemek yedikten sonra Haru dün hazırladığı elli iksiri sepetine koyarak satmak için çarşıya doğru yola çıkmıştı. Haru simyacı cübbesine sahip olduğu için mutluydu.
Çünkü kendisine büyük bir kolaylık sağlıyordu. Çarşıya ulaşan Haru sepetinde ki iksirleri önüne dizeceği sırada Loan Şehri'nin askeri üniformalarından birini giyen siyah saçlı bir adam Haru'nun önüne üç torba altın atarak "Hepsini alıyorum" dedi. Haru bunca zamandır bu çarşıda satış yapmasına rağmen ilk kez başına böyle bir şey geliyordu.
İçi iksir şişeleri ile dolu olan sepeti adama uzattı. Daha sonrada yerde ki üç torba altını alan Haru evine gideceği sırada biraz önce iksirleri alan adam " Kuzey Kaplan Krallığı kralı sizi sarayına davet ediyor. Lütfen benimle gelin" dedi.
Haru iyice tedirgin oldu. Okuduğu kitaplardan dolayı kral ve soylular ile ilgili birçok şey öğrenmişti.
Fakat öğrendiği bir şey varsa o da kralın veya soyluların bir çıkarı olmadığı müddetçe yerel halkla uğraşmaya tenezzül etmedikleriydi. Bunun için mutlaka önemli bir nedenden dolayı onu saraya çağırıyorlardı. Haru gidip gitmemek arasında kalmıştı. Gitmese peşine düşeceklerinden emindi. Bu da iki yıldır uğraştığı düzeninin bozulması ve Zhimu'dan ayrılması anlamına geliyordu.
Oysa iki yılda ondan birçok şey öğrenmiş ve kendini geliştirmişti. O kendisine ilk gün yardımcı olmasa bugün bu kadar gelişmesinin imkânı yoktu. Haru bunun farkındaydı bu yüzden gitmemezlik yapamayacağını anlamıştı.
Fakat gitse başına ne geleceğini bilmiyordu. Öldürülebilir ya da hapsedilebilirdi.
İki seçenekte onun amaçlarına ters düştüğü için bunları göze alamazdı. Fakat Zhimu'dan ayrılmak ve burada ki düzenini bozmakta istemiyordu. Bunun için gitmeye karar verdi. Çok küçük bir ihtimal olsa da başına iyi bir şey gelme olasılığı da vardı. Haru önünde ki askeri takip ederek sarayın kapısına ulaştı. Sarayın kapısından önünde ki asker sayesinde içeri girmişti.
Haru oldukça büyük sarayın koridorlarında yüzlerce odanın önünden geçerek büyük bir kapının önünde durmuşlardı.
Bu kapının önünde üzerinde silah olup olmadığı kontrol edilmişti. Haru daha silahını yapma fırsatı bulamadığı için bir silah taşımıyordu. Kontrolün ardından büyük kapı açılmış ve kapının önünde ki muhafızlar onu içeri sokmuştu.
Girdiği oda Zhimu ile yaşadıkları evden en az iki kat büyüktü. Odanın yanları tıpkı merdiven basamakları gibi öne uzanan üç tane taş basamaktan oluşuyordu. Bu taş basamakların üzerinde birçok insan oturuyordu. Oda ince uzun bir yapıya sahipti. Odanın sonunda üç tane taht vardı. Bu tahtların ortasında ki taht diğerlerinden daha büyüktü ve bu tahtta saçları ve sakalları beyazlamaya yüz tutmuş bir erkek oturuyordu.
Sağ tarafta ki taht ortada ki tahttan sonra ki en büyük tahtı ve bu tahtın üzerinde sarı saçların çevrelediği oldukça güzel bir yüze sahip güzel bir kadın oturuyordu. Haru bu kadının kralın eşi olduğunu ilk görüşte anlamıştı.
Diğer tahtsa salonda ki en küçük tahttı ve bu tahtın üzerinde tıpkı annesi gibi sarı saçlara ve babası gibi sert yüz hatlarına ve su yeşili gözlere sahip bir kız oturuyordu. Haru kıza biraz dikkatli bakınca aniden yürümeyi bıraktı. Arkasında ki muhafızlar Haru'nun bir anda durmasını beklemedikleri için ona çarpıp bir anlık boşlukla ellerinde ki silahları yere düşürdüler.
Taht odasında çıkan silah şıngırtılarıyla birlikte artık salonun kenarında ki basamaklarda oturan insanlar ve tahtlardakilerde dâhil herkes doğrudan onlara bakıyordu. Muhafızlar hemen toparlanarak silahlarını alıp Haru'nun bir adım gerisinde ki yerlerini aldılar.
Haru'ysa şaşkınlık ve korkunun bedenini ele geçirmesinden dolayı nefes almayı bile unutacak bir hale gelmişti.
Çünkü gördüğü bu kız Loan Şehri'ne gelirken ormanda gördüğü kızdı. O gün kızda onu fark etmişti. Haru bu kızın kendisini tanımaması için neler yapabileceğini düşünmeye başladı. Ama yapabileceği bir şey yoktu. Mecburen odanın sonuna doğru yürümeye başladı.
Aradan iki yıl geçmesine rağmen Haru hala o kızın kendisini tanıyabileceğini düşünüyordu. Bu arada kötü şansına hayıflanmayı da unutmuyordu. Kız babasının zoruyla tahtında ki yerini almış Loan Şehri'nde büyük başarı gösteren bir gencin babası tarafından ödüllendirilmesini izlemek zorunda bırakılmıştı. Tüm bunlar kıza göre değildi.
Kim bilir yine hangi soylunun çocuğu babasının torpiliyle kral tarafından ödüllendirilecekti.
Sanki büyük bir gösteri varmış gibi Kuzey Kaplan Krallığı'nın bütün soylularının taht odasına toplanmasını anlayamıyordu. Onun için tüm bunlar oldukça gereksiz ve yapmacıktı. Duyduğu şıngırtı sesleriyle birlikte daldığı düşüncelerden sıyrılıp sesin geldiği yöne doğru baktı.
Gür siyah saçlara ve yakışıklı sayılabilecek yüz hatlarına kaslı bir vücuda ve bal rengi gözlere sahip olan genci o zaman fark etti. Bu genci görür görmez neye uğradığını şaşırmıştı. Genç olağanüstü bir yakışıklılığa ve etkileyiciliğe sahipti. Genci alıcı gözle şöyle bir süzen kız daha sonra odanın her iki yanında olan soyluların da bu gence baktığını fark etti.
Erkeklerin gözünde kıskanç ve aşağılama dolu bakışlar vardı. Soylu kadınlarsa gençten etkilenmiş bir şekilde bakıyorlardı.
Kendini toparlayan kız yüzüne kısa sürede sert bir ifade vererek gencin oturdukları tahtların önüne gelmesini bekledi. Haru kendini toparlar toparlamaz tahtların önüne gitmişti. Kıza bakmaktan özellikle kaçınıyordu. Şu an kimse umurunda değildi. Tek istediği başına bir şey gelmeden buradan çıkabilmenin bir yolunu bulmaktı. Tahtların önüne gelince dik bir ifade ile doğrudan krala bakmaya başladı.
Okuduğu kitaplardan krala ve soylulara saygı göstererek eğilmesi gerektiğini biliyordu. Fakat kendi ırkına göre oldukça ilkel olan bu kralın karşısında eğilmeye hiç niyeti yoktu. Kralın yüzünde ki ifade iyice sertleşirken arkasında ki muhafızlardan biri sağ bacağına tekme attı.
Haru yediği tekmeyle birlikte üstün savaş yetenekleri devreye girmiş iki muhafızı da saniyelerin ardından etkisiz hale getirmişti.
Odada ki diğer muhafızlar Haru'ya doğru gelmeye başladıkları sırada kral tahtından kalkarak "Bu kadar yeter" diye bağırdı. Haru bu yaptığı şeyle birlikte başı belada değilse bile belaya soktuğunu biliyordu. Fakat bu konuda taviz vermeye niyeti yoktu.
Ne kadar farklı olmaya çalışsa da sonuçta o da bir Ko ruhuna sahipti. Bu sırada kız gencin saygı göstermemesine sinir olmuştu. O sıradan bir insandan(!) başka bir şey değildi. Kendini ondan nasıl üstün görebilirdi. Kız kimsenin kendisini engellemesine fırsat vermeden aurasını gence yönlendirerek yaymaya başlamıştı. Haru bir anda kendisine baskı yapan gücü hissettiğinde bunu o kızın yaptığını anlamıştı.
Fakat diz çökmeye niyeti yoktu.
Comment Now
0 yorum