Bölüm 39 - Düğün Günü
Uzun sayılabilecek bir yolculuğun ardından Haru, Iseul, Kwan ve Hyun Batı Panter Krallığı'nın sarayına ulaşmışlardı. Sarayın girişinde onları Damon Westerian'ın başlarında olduğu bir heyet karşılamıştı. Bu heyetin içinde orduda ki önemli generallerden, krallıkta ki en güçlü soylulara kadar herkes vardı. Kısa bir selamlaşma faslının ardından Haru kral tarafından ayarlanan odasına çıkarıldı.
Düğünün nasıl olduğu hakkında en ufak bir bilgisi yoktu. Gezegene geldiği zamandan beri birçok kitap okumasına rağmen düğünle ilgili hiçbir kitap okumamıştı. Çünkü böyle bir şeye ihtiyacı olmayacağını düşünüyordu. Oysa ihtiyacı olduğu açıkça ortadaydı.
Haru odasına girdiği anda neye uğradığını şaşırmıştı. Çünkü nereden çıktıkları belli olmayan hizmetçiler odaya akın etmişlerdi.
Dört hizmetçinin taşıdığı için su dolu bir küvet odaya getirilmişti. Onların arkasından gelen on hizmetçi ise Haru'nun düğünde giyeceği kıyafetleri taşıyorlardı. Haru kıyafetleri gördüğü anda gerçekten şoka girmişti.
Evrenin içinde ruh formunda sürülen birisi için bile bir düğünde bu kadar çok kıyafeti giymeye zorlanmak kuşkusuz çok şaşırtıcıydı. Haru bir anda kontrolünü tamamen kaybetmişti. Oyuncak bir bebekten farkı kalmamıştı. Kıyafetleri taşıyan hizmetçilerin ardından elinde kutular bulunan dört hizmetçi daha odaya girdi. Hizmetçiler eşyaları odaya yerleştirdikten sonra beklemeye başladı.
Haru hepten şaşırmıştı. Herhalde ondan bu kadar hizmetçinin önünde yıkanmasını bekliyor olamazlardı.
Sert bir ses tonuyla bütün hizmetçilere işini bitirene kadar odadan çıkmalarını ve odaya kimseyi almamalarını söyledi. Hizmetçiler başta karşı çıkmayı düşünseler de Haru'nun sert ses tonu karşısında pes etmişler ve odayı tamamen terk etmişlerdi.
Haru odada yalnız kalınca üzerinde ki kıyafetlerden kurtulup sıcak su dolu küvetin içine girdi. Su ile yolculuk sırasında yorulan bedenini rahatlatan Haru bir süre sonra temiz bir şekilde küvetin içinden çıktı. Hizmetçilerin getirdikleri havlular ile kurulandıktan sonra odada ki çift kişilik yatağın üzerinde bulunan onlarca kıyafet arasından siyah zemin üzerine mor hatları olan aynı zamanda kırmızı işlemelere sahip bir kıyafeti üzerine giydi. Ona göre hazırlanmıştı. Fakat daha odanın kapısını açtığı anda üzerine gelen onlarca hizmetçiye göre hazırlanmamıştı.
Çünkü Haru'yu nereden çıktığı belli olmayan bir sandalyenin üzerine oturmuşlardı. Her tarafını saran hizmetçiler Haru ile ilgilenmeye başladılar. İkisi Haru'nun ayaklarına, diğer ikisi de ellerine bakım yapıyorlardı. Bu sırada arkasında olan biri saçına garip bir şey sürmekle meşguldü.
Bir kişide elinde ki küçük bir aletle Haru'nun yüzüne bir şeyler yapıyordu.
Haru bedeni üzerinde ki kontrolü kaybetmiş bir şekilde sandalyede oturmaktan başka bir şey yapamıyordu. Bir anda ortaya çıkan iki hizmetçi Haru daha ne olduğunu anlamadan parmaklarına değişik yüzükler takmaya başlamışlardı.
Bu sırada ayaklarında ki bakım bitmiş ve ayağına onlarca farklı ayakkabı sıra ile giydiriliyordu. Hizmetçilerin zevksizliğinden midir gıcıklığından mıdır bilinmez ama Haru onlarca ayakkabı denemesine rağmen bir türlü birini ayağında tutmayı başaramıyordu. Ona göre ayakkabı sadece ayakkabıydı. İşlevini yerine getirdikten sonra renginin ne olduğu önemsizdi.
Fakat hizmetçilerin onunla aynı düşünmedikleri kesindi.
Haru ayakları ile ilgilenmeyi bırakıp yüzüne bakım yapan hizmetçiye odaklandı. Hizmetçi elinde ki küçük bir kutuya batırıp silkelediği beyaz bir şeyi Haru'nun yüzüne sürmeye başlamıştı. Bu sırada ellerinde ki bakım bittiği için iki hizmetçiden kurtulduğunu düşünüyordu.
Oysa daha ne olduğunu anlamadan sandalyeden kaldırılmıştı. Bu sefer iki değil tam dört hizmetçi etrafını sarmıştı. Giydiği kıyafetin üzerine çeşitli boyda mor ve siyah kemerler ile kırmızı zincirler takıyorlardı. Haru kıyafetin aksesuarları ile birlikte kendini zırh giymiş bir asker gibi hissediyordu. Çünkü kıyafet gerçekten ağırlaşmaya başlamıştı. Kemerler takıldıktan sonra bu seferde büyük kutulardan biri açıldı.
Kemerlerin içine çeşitli boylarda bıçaklar yerleştiriliyordu. Bu bıçaklar daha çok gösteriş amaçlıydı.
Çünkü bıçağın keskin olan kısmından daha uzun olan sapı tamamen tek parça değerli taşlardan ve altın kaplamalardan oluşuyordu. Haru artık etrafında dört dönen hizmetçileri incelemekten yorgun düşmüştü. En sonunda onu sandalyeye geri oturttular.
Ayaklarına mor ve kırmızı işlemeli bir ayakkabı geçirilmiş ve ne ara olduğunu anlamasa da siyah ve kırmızı renklerin hâkim olduğu bir pelerin sırtına asılmıştı. Ellerinde olan büyük taşlı yüzüklerin arasında boyutsal yüzüğü görünmez olmuştu. Her parmağında en az iki tane yüzük vardı. Bazılarında bu sayı dörde kadar ulaşıyordu. Boynuna geçirilen değerli taşlarla kaplanmış altın bir aksesuardan sonra hazır görünüyordu.
Saçları sanki kırmızı yıldırımlarla yüzlerce kez çarpılmışçasına dik bir görüntüye kavuşmuştu.
Yüzü ise garip bir şekilde parlıyordu. Bu parlamanın hizmetçilerin yüzüne sürdüğü şeyle alakalı olduğunu anlamıştı. Zorda olsa hareket etmeye çalıştığı anda kıyafetin üzerinde ki aksesuarların ağırlığı yüzünden az kalsın yere düşecekti.
Haru bu kıyafeti ve diğerlerini günlerce sürecek bir işkence süresi boyunca giymek zorundaydı. Başına geleceklerin daha onda birini görmüş olmasına rağmen şimdiden düğünün bir işkence çeşidi olduğuna karar vermişti. Hatta intikam almak istediği kişilere bile düğün yapmayı planlıyordu. Üzerinde ki ağırlığa biraz alıştığı sırada bir anda odaya tekrar hizmetçiler girdi.
Haru hemen elini boyutsal yüzüğünün üzerine attı. Eğer biri daha yanına yaklaşıp bir şey yapmayı denerse boyutsal yüzüğünden Wulkar'ı çıkardığı gibi onlara saldıracaktı. Neyse ki hizmetçiler ona yaklaşmamış ve taht odasına gitmeleri gerektiğini söylemişlerdi.
Haru onları kollayarak odadan çıkmış ve yavaş adımlarla taht odasına doğru gitmişti.
Fakat daha taht odasından içeri girdiği anda durmak zorunda kalmıştı. Çünkü üzerinde bulunan işkence aletine benzer şeyleri giyen yüzlerce insan masaların etrafına toplanmış birbirleri ile konuş eğleniyordu. Odanın bir yanından gelen garip sesler eşliğinde garip hareketler yapan bile vardı. Haru o garip seslerin müzik garip hareket edenlerinde aslında dans ettiğini bilmiyordu.
Taht odasına girdiği anda herkes sanki anlaşmışçasına başını ona çevirmişti.
Kısa bir süre onu süzen bakışlardan rahatsız olmaya başlayan Haru duyduğu seslerle birlikte bu rahatsızlığı son safhaya ulaşmıştı. İnsanların hepsi o sırada Haru'yu alkışlıyor ve kendi aralarında konuşuyorlardı. Haru alkışlar kesildiği sırada taht odasına doğru bir adım atmak istedi.
Fakat taht odasında ki bütün insanların ona doğru hareketlendiğini gördüğü anda geriye doğru bir adım attı. Aksi bir şekilde arkasında ki hizmetçiler taht odasından çıkış yolunu kapatıyordu. Bir anda her yerden üzerine doğru gelen insanlarla birlikte tedirgin olan Haru etrafı incelemeye başladı. Iseul, Kwan ve Hyun'u bütün odada aramaya başladı. En azından birini görmeyi umut ediyordu.
Fakat daha hiçbirini bulamadan her tarafından onlarca insan yanına yaklaşmıştı. Biri elini tutup sıktığı sırada diğeri elini sağ omzuna atmıştı. Öteki ise sırtını sıvazlıyordu. Bu sırada odada ki kadınlardan biri diğerlerini aşmış ve ona sarılmıştı.
Haru ise en iyisinin kurtulana kadar hareketsiz kalmak olduğuna karar verdi.
Daha sadece üç saniyelik bir süre geçmişti ki prenses üzerinde aşağıya doğru gidildikçe kabaran hatları renkli tüller ile örtülmüş değişik bir elbise ile yanına gelmiş ve ona sarılan kadını dışarıdan izleyenler için kibarca fakat Haru için sert bir şekilde üzerinden almıştı.
Çünkü prenses ona sarılan kadını üzerinden alırken hem ayağına sertçe basmış hem de karnına dirseğini geçirmişti. Tabi ki bunu o kadar ustaca bir şekilde yapmıştı ki kimse ne olduğunu anlamamıştı. Haru ise yanında gördüğü prensese ona vurmasına rağmen sıkıca yapışmıştı. Çünkü insanlar prensese yaklaşmıyorlardı. Her tarafını saran o insanlardansa prensesi ve sert darbelerini tercih ederdi.
Prenses ise Haru'nun anlık ilgisinden memnun bir şekilde yanında ki Haru ile birlikte taht salonunun sonunda onlara ayrılan masaya doğru yürümeye başladı.
Haru evinden dışarıya ilk kez çıkmış küçük bir çocuk gibi bu insan kalabalığının arasında kaybolma korkusuyla prensesin elini sımsıkı tutmuştu. Prenses ile birlikte odanın sonunda diğer masalara göre daha ihtişamlı duran bir masaya geçmişlerdi. Masada sadece prenses ve Haru vardı.
Onların hemen yanında kurulan masada ise kraliyet ailesi üyeleri vardı. Haru onların masasında oturan Iseul, Kwan ve Hyun'u seçebilmişti. Surat ifadelerinden ne düşündüklerini anlamasa da hissedebiliyordu. Onlarda burada olmaktan memnun değillerdi. Sonuçta bir askerin yeri her zaman savaş meydanlarıydı. İhtişamlı masalar ve düğünler değildi. Haru masaya oturduğu için biraz rahatlamıştı.
Artık bir tehlike kalmadığı için prensesin elini tutmayı bırakmıştı. Prenses buna bozulsa da belli etmedi.
Haru etrafı incelemeye başladı. Salonda ki en ön sırada bulunan üç masa boş bırakılmıştı. Masaların üzerinde ki şekillerden bu masaların diğer krallıklardan düğüne davetli olan soylu kişilere ayrıldığı belli oluyordu. Haru kendisini her yerde takip eden hizmetçileri ortada göremeyince rahatladı.
Fakat bu rahatlığın tadını daha bir dakika çıkaramadan nereden ortaya çıktığı belli olmayan hizmetçiler masaya çeşitli boylarda tabak yerleştirmeye başladılar. Hizmetçilerin işi bittiği zaman masanın üzerinde onlarca çeşit yemek vardı. Haru'nun yanında ki prenses hizmetçilerin kulağına bir şeyler fısıldayarak onları göndermişti. Hizmetçiler geri döndükleri zaman masaya içecek servisi yapmaya başladılar.
Haru getirilen içeceklerden kuşkulandığı için içmemeye karar vermişti.
Bir anda taht salonuna giren bir muhafız "Güney Kartal Krallığı'ndan düğüne davetli olanları takdim ediyorum" dedi. Hemen arkasından başta Güney Kartal Krallığı kralı olmak üzere tanıdığı ne kadar soylu ve kraliyet üyesi varsa hepsi odaya girmeye başladılar.
Kendilerine ayrılan masaya oturdukları anda bu sefer taht salonuna Doğu Aslan Krallığı davetlileri alınmaya başladı. Haru onları dikkatli bir şekilde incelemesine rağmen aralarında Fahar'ın olmadığını görünce bariz bir şekilde rahatladı. Serith'e yapmayı denediği şeyden sonra kendini onu gördüğü yerde öldürebilecekmiş gibi hissediyordu. Kendi sağlığı için Haru'dan uzak durması yararına olurdu.
Haru taht odasına giren davetlileri incelemeyi bırakıp tabağına hangi ara konulduğunu bilmediği yemeklerden bir parça yedi.
Fakat yediği bir parça yemekle ağzı yanmaya başlamıştı. Yemek ağzını yakabildiğine göre oldukça acı olmalıydı. Haru ağzında ki yemeği zorlukla yuttuğu anda bu sefer acı bütün boğazına yayılmıştı. Haru acıdan dolayı biraz kasılsa da ifadesiz bir şekilde durmayı başardı.
Taht odasına en son Kuzey Kaplan Krallığı'nın düğüne davetli olan soyluları girmeye başladı. Haru idam edildiği gün gördüğü herkesi şimdi karşısında tekrar görüyordu. Haru hepsine büyük bir nefretle bakarken bir anda gördüğü şey karşısında nefreti dağıldı. Çünkü büyük bir şaşkınlık onu ele geçirmişti. Kuzey Kaplan Krallığı davetlilerinin arasında onun yüzünden idam edildiği prenseste vardı.
Haru onu gördüğü anda ne yapacağını gerçek anlamda şaşırmıştı. Şu an ki haliyle onu tanıması mümkün değildi.
Fakat Kuzey Kaplan Krallığı'nda Haru Johun ismini kullanmıştı. Şu anda Haru Xsukwainen Johun olarak biliniyordu. Ustası Zhimu'ya duyduğu saygıdan dolayı onun soyadını kullanmaya devam etmişti. Fakat bunun bir gün başına bir iş açabileceğini düşünmemişti.
En son o girdiği için en son o tanıtılıyordu. Haru gözlerini zorlukla ondan ayırarak biraz sonra ismini açıklayacak olan kişiye odaklandı. Muhafız görevine devam ederek "Kuzey Kaplan Krallığı'nın kraliyet ailesi üyesi olan Prenses Belany'i takdim ederim" dedi. Haru Belany'den ismini saklamanın bir yolunu bulmak zorundaydı. Zaten yeterince düşmana sahipti. İdam edildiği gün yaptığı fevri çıkıştan sonra daha fazla düşman kazanmaya niyeti yoktu. Fakat aksi gibi birazdan isimleri okunacak ve aralarında nikâh kıyılacaktı.
Haru buradan kurtulmanın bir yolunu düşünmeye başladı.
Dış görünüş olarak onu tanımaları mümkün değildi. Bu sayede Krallık Oyunları'nda bile kimse onu tanıyamamıştı. İsmi de karışık olduğu için kimsenin onu tanıyamadığını düşünüyordu. Fakat bu ismi Belany öğrenecek olursa arada ki bağlantıyı hemen kurardı.
Sonuçta kimse onun yüzünden az kalsın idam cezası alacağı kişiyi unutmazdı. Belany'nin hala onu unutmadığından emindi. Haru bir anda bacağına yediği tekme ile neye uğradığını şaşırdı. Batı Panter Krallığı'nın prensesi masanın altından ona tekme atmıştı. Haru prensese baktığı zaman bir kendisine bir Belany'e baktığını fark etti. Anlaşılan ikisi arasında bir şey olduğunu düşünüyordu.
Birde müstakbel karısı(!) ve onun merakı ile uğraşmak zorundaydı. Sıkıntıyla anlık bir dalgınlığa kapılıp önünde ki bardakta bulunan suyu içti.
Suyun garip ve kekremsi tadını hissettiği anda hemen içmeyi bıraktı. Başını yanında oturan prensese çevirdiği zaman kendisine bakıp gülümsediğini gördü. Prenses hizmetçilere emir vererek Haru'nun içeceğinin içine Balzam İksiri dökülmesini istemişti.
Balzam İksiri içen kişinin bedeninde kaşıntı hissi oluştururdu. Gittikçe artan şekilde oluşan bu kaşıntı hissi bir süre sonra insanı çıldırtma noktasına ulaşırdı. Prenses Haru'nun bütün davetlilerin önünde çılgınlar gibi tepinerek kaşınması için böyle bir şey yapmıştı. Ondan büyük bir intikam alamayacak olması işini zorlaştıramayacağı anlamına gelmezdi. Haru ağzında ki acı tadı bile unutturacak bir kaşıntı hissine kapıldı.
Kolları, bacakları, göğsü, başı kısacası her noktası kaşınıyordu.
Haru prensese bunun hesabını mutlaka soracaktı. İradesini sonuna kadar zorlayarak hareketsiz bir şekilde masada duruyordu. Prenses ilk üç dakika Haru'nun hiç tepki vermediğini gördü. Sonra ki yarım saat boyunca Haru yine en ufak bir tepki vermemişti.
Prenses iksirin gücünü ve özelliğini gayet iyi bildiği için Haru'nun nasıl olup ta kaşınmadığını merak ediyordu. Bu sırada taht salonunda yemekler yenmiş ve evlilik törenine geçilmişti. Kral ayağa kalkarak tahtının önüne geçmişti. Haru ve prenses ise yüzleri krala dönük olacak şekilde karşısına geçmişlerdi. Haru gittikçe artan kaşıntı hissi karşısında kendisini zor tutmaya başlamıştı.
Kral "Sen Haru Xsukwainen Johun, kızım Prenses Emilia'yı ömrün boyunca karın olarak kabul ediyor musun" dedi.
Haru bu sözleri duyduğu anda doğrudan davetlilerin arasında olan Belany'nin suratına baktı. Suratında gördüğü dehşete düşmüş ifade her şeyi özetler nitelikteydi. Belany onun kim olduğunu anlamıştı. Haru zorlukla önüne dönerek kısık bir sesle "Evet" dedi.
İşler gittikçe daha karışık bir hal alıyordu. Belany eğer gerçeği açıklarsa bu haber kısa süre içinde bütün krallıklara yayılırdı. Önce Gölge Tarikatı'na yalan söylediği ortaya çıkar ve potansiyel bir düşmana sahip olurdu. Öldürüldüğü halde ölmediği için insan olmadığı düşünülürse kendi birliğinden bile dışlanma tehlikesiyle karşı karşıya kalırdı. Ayrıca Kuzey Kaplan Krallığı onun peşine düşerdi.
Haru'nun en son duyduğu ses artık karısı olan Emilia'nın "Evet, kabul ediyorum" diyen sesiydi.
Comment Now
0 yorum