Angoria Bölüm 74

Angoria Bölüm 18: İki Farklı Ölüm


Kung Lao’dan binlerce kilometre uzakta…

‘’Onu bana ver!’’

Yarı ince sesli bir erkek yanındaki bir başka erkeğe doğru haykırıyordu. Elinde bir kılıç ile karşısındaki adamı tehdit ediyor ve yeri geldiği zaman sallıyordu, gözlerinde korkudan eser yoktu. Siyahtan yeşile doğru kayan saçları güneşin vurması ile birlikte bataklık yeşili bir hale geliyordu. Etraflarındaki sık ağaçlar onu neredeyse gizliyor ve görünmez bir hale sokuyordu.

‘’Ancak rüyanda.’’

Alaycı bir ses tonuyla bir başka adam elinde tutmuş olduğu paketi vermeyi red etmişti. Suratında kibirli bir ifade vardı, Portakal rengindeki saçları açıktı ve dalgalanıyordu. Elinde tutmuş olduğu paketi güvenle kendisine çekmiş ve karşısındaki adama dalga geçer gibi bakmıştı. İkisi de bunun için son derece zorlu bir maceraya katılmışlardı ve on kişilik ekiplerinden sadece ikisi kalmıştı.

Aç gözlülüğün gözlerini kör ettiği paket elinde bulunuyordu yapması gereken tek şey bir an önce oradan uzaklaşmaktı.

‘’Ha-ha! Kaçmak mı istiyorsun? Bunu ancak rüyanda yapacaksın! Bana o paketi ya verirsin, ya da seni öldürürüm!’’

Bataklık Yeşili saçlara sahip olan adam sesindeki arzuyu gizlemeyi gereksiz görmüş ve elini turuncu saçlı adama doğru sallayarak paketi kendisine vermesini istemişti. Diğer elinde tutmuş olduğu kılıç öylesine güçlü parlıyordu ki aşağıdan görenler üçüncü bir güneşin ortaya çıktığına şahit olabilirdi.

Turuncu Saçlı adam da silahını çıkarmıştı. Çıkarmış olduğu silah bir yabaydı ve etrafı değerli taşlarla süslenmişti. Gözleri kamaştırması öylesine güçlüydü ki Yeşil Saçlı adamın bile yer yer dikkatini çekmişti bu yaba.

İkisi de daha fazla konuşmalarının anlamsız olduğunu çok ama çok iyi biliyordu.

‘’Swosh!’’

İkili jet hızı ile birbiri ile çarpıştı. Kılıç ve Yaba’nın çarpışmasından oluşan kıvılcım aşağılarında yaşayan hayvanları ve Kaynak canavarlarını ürküttü. Böylesine güçlü bir aura karşısında başka ne yapabilirlerdi ki?

İkilinin çarpışması son derece kısa olmuş ve kendilerini geri çekmişlerdi. Bu esnada ise adam paketi mekânsal yüzüğünün içine koymuş ve yabayı iki elle sağlam bir şekilde tutmuştu. Karşısındaki adama bakan Turuncu Saçlı adam gözlerini kısmış ve iyice rakibini süzmüştü. Bir zamanlar ortaklarından birisi olan adamın şimdiki düşmanı olacağı kimin aklına gelirdi ki?

‘’Gökyüzü kaynak alemine yeni girdin Feng Hoo Chui benimle aşık atabileceğini mi sanıyorsun? Eğer beni biraz daha kışkırtırsan seni yerle bir ederim!’’

Sinirli surat ifadesiyle seslenen turuncu saçlı adam kendi duruşunu değiştirmiş ve saldırı pozisonuna geçmişti. Her ne kadar karşısındaki insanı öldürmek istemese de başka bir şansının bulunduğundan emin değildi. Ya kendisi ölecekti yada karşısındaki, iki ilahi figürün karşılaşması sadece tek bir göz kırpma sonrasında başlamıştı.

İkiside son derece hızlı ilerleyerek birbirlerine saldırılar yapıyor ve kendilerini savunuyordu. İkilinin gözlerinden çıkan yoğun ve baskıcı ateş yanlarında bulunan tüm canlıların başlarını eğmelerine neden olmuştu. Güçlülerin rağbet gördüğü bu dünyada nasıl olurdu da bu ikisi rağbet göremezdi ki?

İkilinin çarpışması daha da şiddetlenmiş ve kendilerini sürekli hareket eder hale soktukları için engin gök yüzünde ilerlemeye devam etmişlerdi. Çarpışmalarındaki hızdan ötürü ikisi de ufak bir gölgeye dönüşmüşler ve sürekli birbirleri etrafında hareket etmişlerdi. Bunu gören birkaç insan ise şaşkınlık ile onlara bakmış ve ne olduklarını anlamaya çalışmıştı.

‘’Kaçma!!’’

Feng Hoo Chui’nin sesi tüm gökyüzünde yankı bulmuştu. Sesinde bariz bir şekilde belli olan öfke tüm alanı kaplamış ve kör edici bir hızda rakibine doğru atılmışlardı.

‘’Çotank!’’

İkilinin tekrar çarpışması ile birlikte bir elleri ile kılıcı tutarken aynı zamanda birbirlerine yumruk atmışlardı. Feng Hoo Chui’nin suratında bir gülümseme ortaya çıkmıştı. ‘’Gerçekten de benden daha iyisin, su üzerinde çok derin anlayışlar geliştirmişsin .’’ diyerek rakibini onaylamıştı.

Turuncu saçlı adam da kafasını sallamıştı. İkisi de rakibinin gelişmiş olduğunu gördüklerinde şaşırmıştı. Özellikle şaşıran taraf ise Turuncu saçlı adam olmuştu, sonuçta Feng Hoo Chui daha yeni atılım yaparak Gökyüzü Kaynak Alemine geçmişti ve böylesine derin başarılar kazanması neredeyse imkansızdı.

‘’Ha-ha! Sende bayağı iyisin! Daha sadece 25 döngüdür Gökyüzü Kaynak Alemindesin ancak son derece derin bir anlayışa sahip olmuşsun. Seni takdir etmek elde değil… Ancak bu gün burada ölecek olman çok üzücü.’’

Bu sözler ile birlikte ikili tekrar gözleri kör eden bir hız ile birbiri ile buluşmuştu. Altlarında bulunan üç çift göz ise onların ne yaptıklarını izlemeye devam ediyordu.

***

Kung Lao hemen üstlerinde dövüşen bu ikilinin destansı çarpışmasına bizzat şahit oluyordu. İkilinin elinde tutmuş olduğu güç o kadar fazlaydı ki Kung Lao ne yapacağını şaşırmış ve önünde duran savaşı bile unutmuştu.

Yukarıdaki ikilinin sergilemiş olduğu destansı mücadele öylesine derindi ki, aynı zamanda Gun Chi’de unutmuştu. Gun Chi’nin suratında oluşan hayranlık ifadesi o kadar belirgindi ki, daha hemen o anda kendisinin de onlar ile eşit bir seviyede olması gerektiğini anlamıştı. Yoksa nasıl olurdu da en güçlü insan olabilirdi ki?

Kung Lao bir anda irkilmiş ve kendisine gelmişti. Rakibinin şaşkın ve hayran, dalmış bakışlarını fırsata dönüştürmesi gerektiğini düşünmüş ve sismik adımları kullanarak şimşek hızında ilerlemişti.

Gun Chi neler olduğundan habersiz ikilinin dövüşünü izliyordu. Yeşil saçlara sahip olan kişinin zorlanmaya başlaması ile birlikte kazanacak olan tarafın kim olacağını çoktan fark etmiş ve kendisine kazanmış olan kişiyi rakip olarak belirlemişti.

Tengri Mei nasıl olurda havada uçan iki adama hayran olmazdı ki? Kendisi öyle çok imrenmişti ki, bir gün böyle olabilmek için neler vermezdim diye düşünmeye başlamıştı bile…

Kung Lao hızla ilerlemiş ve iri rakibinin arkasına doğru geçmişti. Tek ve neredeyse ses çıkarmayan bir zıplama ile rakibinin boynuna doğru atlamış ve bacakları ile hemen kendisine destek olmuştu.

Gun Chi bir anda üstüne binen Kung Lao’dan ötürü irkilmiş ve kendisine gelmişti. Neler olduğunu anladığında ise hayrete düşmüştü. Şuan boynunda bir kılıç ile birlikte Lao denen çocuk duruyordu ve çentiklerle dolu kılıcı doğruca boğazına doğru ilerliyordu.

Kung Lao bu şekilde yapamazsa öldüremeyeceğini çok iyi biliyordu. Eğer öldüremezse ve ölürse hem kendisine hem de Tengri Mei’ye olacağını daha da iyi biliyordu. Müstakbel eşinin bu şekilde olmasını asla istemezdi.

Tek ve güçlü bir kesme darbesi ile birlikte boğazında açılan yara Gun Chi’nin başının dönmesine neden olmuştu. Nefes alması güçleşmiş ve her nefes alışı ile birlikte ciğerleri kan ile dolmuştu. Bağırmak ve Kung Lao’ya hareket etmek istiyordu ancak bunu yapamıyordu. Dudakları sürekli olarak oynuyor ancak tek bir kelimeyi seslendiremiyordu.

Gözlerinin ağrımaya başladığını fark eden Gun Chi böylesine sefil bir şekilde öldüğü için kendisine ve yukardaki dövüşen ikiliye lanetler okudu. En büyük lanetini ise rakibi Lao denen çocuğa karşı okumuştu.

Gözlerindeki bulanıklık giderek artmış ve en sonunda ise tamamen kendisini ele geçirmişti. Kararan göz kapakları hızla düşmüş ve en sonunda vücudundaki hakimiyetinin son bulduğunu anlamıştı. Yıkılan vücudu ile birlikte kendi iradesi de yıkılmış ve en sonunda tamamen bilinci kaybolmuştu.

Kung Lao devrilen Gun Chi ile birlikte kendisini yere atmış ve derin nefesler vermişti. O başarabilmişti! Böylesine zorlu bir rakibi tanrıların yardımıyla en sonunda yenmişti. Dinlenirken kendisini yukarıdaki iki efsanevi dövüşçüyü izlerken bulmuştu. Birbirlerine yapmış oldukları güçlü saldırılar öylesine imkansız üstüydü ki Kung Lao ne diyeceğini dahi bilemiyordu. Bir gün kendisinin de böyle olması gerektiğini hissetmişti. Nasıl olurda kendisi onlar gibi olamazdı ki?

İkilinin destansı karşılaşması yüksek hızda ilerlemeye devam etmişti. Kung Lao bile gözlerine kaynak enerjini yoğunlaştırdığı halde ikilinin hareketleri takip edemez hale gelmişti. Sadece boş gözler ile yukarıya bakıyordu. ‘’Nasıl bu kadar hızlı olabilirler…’’ diye düşünen Kung Lao sadece soruyu sorabilmiş ancak cevabını ne yaparsa yapsın bulamamıştı.

Kung Lao daha fazla durmasının bir anlamının bulunmadığını fark etmiş ve kendisini hareketlendirmişti. Öldürmüş olduğu beş kişinin parmaklarında bulunan mekânsal yüzüklere içten bir bakış atmış ve hemen hepsini toparlamaya koyulmuştu.

Bu esnada Tengri Mei’de kendisine gelmiş ve otuz adım ilerisine yüz üstü yatan adamı gördüğünde hayretler içerisinde kalmıştı. ‘’O geçekten başarmış…’’ diye düşünen Tengri Mei kafasını hızla çevirerek Kung Lao’yu aramıştı.

Kung Lao mekânsal yüzükleri topladığında hızla her birine tek tek bir damla kan damlatmış ve hemen ardından ise içindekilere göz atmıştı.

İlk iki kişinin mekânsal yüzüğü bomboştu. Kung Lao bu derece boş bir mekânsal yüzüğün varlığından bile haberdar olmamıştı. Şaşıran Kung Lao iki yüzük içindeki bağını koparmış ve boş mekânsal yüzükleri kendi mekânsal yüzüne doğru kaybetmişti.

Üçüncü kişiden sadece 1 beyaz kaynak altını ortaya çıkmıştı. Tatmin olmayan Kung Lao beyaz kaynak altınını kendi yüzüğüne koymuş ve hemen ardından ise Yüzüğü de kendi yüzüğüne depolamıştı.

Dört ve beşinci mekânsal yüzükler ise pür dikkat kendisine bakmaktaydı. Kung Lao direkt olarak dördüncü yüzüğü açmış ve bir hayal kırıklığına daha uğramıştı. Buda ilk ikisi gibi bomboştu…

Boş olduğu için hemen yüzüğün kendisini mekânsal yüzüğün depolamış ve elinde kalan tek mekânsal yüzüğe merak içinde bakmıştı. Derhal kanını damlatmış ve içindekilere göz gezdirmişti.

Mekansal yüzüğün eski sahibi bizzat Gun Chi denen adama aitti ve Kung Lao içindekilere göz attığında hayretler içerisinde kaldığını fark etmişti. İçinde çok sayıda beyaz kaynak altını ve aynı zamanda Sarı kaynak altını vardı! Sarı kaynak altının ne kadar değerli olduğunu bilen Kung Lao hemen paraları kendi mekânsal yüzüğüne takviye etmiş ve ardından içinde kalanlara göz atmıştı.

Bir adet küpe mekânsal yüzüğün içinde fırlamıştı. İki keskin parçadan oluşan yüzük üstünde kanatlanmış bir şahin figür edilmişti. Değersiz gibi görünen ancak kendisini içine çeken bu yüzüğe karşı Lao dayanamamış ve elini alarak küpeye bakmıştı. Bir an bile düşünmeden direkt olarak kulağına doğru götürmüş ve küpenin sivri ucunu kulak memesinden içeriye doğru ittirmişti.

İki keskin parçalı şahin direk olarak göz alıcı bir şekle bürünmüş ve Kung Lao küpeyi sol kulağına taktığında içini daha rahat hissetmişti. Böylesine ucuz ancak maneviyatı yüksek bir hazine nasıl olurdu da kendisine ait olmazdı ki?

Kanayan kulağındaki kan kısa sürede durmuş ve kendisini küpede acı hissine bırakmıştı. Tam bu esna da ise iki dövüşçünün silahları bir kez daha parıldamış ve uzun bir yaba tutan adamın silahı hızla ilerlemişti. İkisi de son derece yorgundu ve bu dövüşü daha ne kadar devam ettireceklerini bilmiyorlardı. Ancak iç gıdıklayan bir ses yabadan geldiğinde turuncu saçlı adam sevinmişti. Yabası karşısındaki adamın direkt olarak karnına doğru girmiş ve arka tarafından çıkmıştı.

Hemen turuncu saçlı adam yabasını iki tarafa doğru döndürmüş ve rakibinin omurgasınında kırılmasına olanak sağlamıştı. Ardından ise zaten kontrolünü kaybetmiş olan adamın bedenine basarak yabasını çıkarmış ve hızla ortadan kaybolmuştu. Yapması gereken çok daha önemli bir şey vardı.

Gökten yere düşen adam Kung Lao’ya yüz yirmi adım uzaklığa düşmüştü. Kung Lao düşen adamı gördüğü anda ne olduğuna bakmak için hızla o tarafa doğru ilerlemişti.

İlerleyip adamın yanına vardığında ise gözleri şaşkınlıktan iki elmas tanesine dönüşmüştü.

[1618]

***

Bu bölüm yukarda belirttiğim kişiye ait first alan kişi alsada onun değildir! Neyse sallayın siz yinede almayı unutmayın :D

Kung Lao’nun gözlerinin elmas gibi olmasına neden olan şey ne?

Küpeyi neden anında kulağına soktu?

Merak mı ediyorsunuz o zaman bir sonraki bölümü bekleyin, okuyun ve öğrenin!

Posted by
Facebook Twitter Google+

Comment Now

0 yorum