Angoria Bölüm 16: Benden Kaçamazsın
Kung Lao kendisini adeta bir köpeğin
kuyruğu gibi takip eden Gun Chi’nin varlığını bütün benliğinde hissediyordu.
Can havliyle kucağındaki Tengri Mei ile son sürat koşuyordu, ‘’Benden
kaçabileceğini mi sanıyorsun çocuk!! Seni bu baltam ile ikiye ayıracağım!’’
diye arkasından bağırıyordu. Kung Lao’nun kendisine olan güveni sürekli
sallantıdaydı. Bu durum öyle farklı bir durumdu ki kimi zaman kendisine son
derece güveniyor ve arkama dönsem mi diye düşünüyor, hemen ardından ise
kendisine tıpkı bir ayının avını kovaladığı gibi kovalayan adamın yaklaştığını
düşünüyor ve tekrar hızlanıyordu.
Bu durumun acı halini en çok yaşayan
ise kuşkusuz Tengri Mei’ydi. Elinden gelebilecek tek şey Kung Lao’ya güvenmek
ve onun kollarında süzülürcesine ilerlemekti. Kung Lao’nun bu kadar hızlı
olabileceğini hiç düşünmemişti. İki erkek son sürat koşuyordu, birisinin
adımları bir tüy kadar hafifti; diğerinin ise her adımı yeryüzünü utandıracak
derecede güçlü ve dalgalanma doluydu. Etrafa saymış olduğu titreşimler o kadar
güçlüydü ki, içlerindeki en zayıf Tengri Mei bile her dalgayı hissediyordu.
Kung Lao’nun üstündeki baskıyı nasıl olurdu da bilemezdi.
Kung Lao uzun zamanın ardından ilk kez
kendisini birkaç vuruşta yenemeyeceği bir uzman ile karşılaşmıştı. Vücudunun
dayanıklılığı o kadar fazlaydı ki Kung Lao’nun Anka’nın Dörtlü mızrağı tekniği
bile ufacık çizikler atabilmiş ve kısa süreli bir kanamaya yol açmıştı. Kung
Lao’nun şuan güvenebileceği tek gücü eski hayatında Shimao klanının resmi tekniği
olan Meteor Yumruğunda başkası değildi.
Ancak bu yıkılmaz bir kale gibi adamı
gördüğü anda o tekniğin bile işe yarayacağı meçhuldü. Daha öncesinde hiç
böylesi bir vücut görmemiş olan Kung Lao’nun nasıl olurdu da damarlarında korku
ve gerilimin varlığı hissedilmezdi? Geniş ormanı gerilerinde bırakıp en sonunda
çayırlıklara çıktıklarında Kung Lao’nun tüm bu zaman boyunca koşmuş olması ve
sürekli olarak kaynak enerjisini kullanması kendisini yormuştu. Arkasındaki Gun
Chi’de yorulmuştu ancak içinde son derece iyi bir ödül bulacağının hissi olduğu
için kaslarına yüklenmeye devam ediyordu.
Tengri Mei, Kung Lao’nun yorulmaya
başladığını fark etmişti, ciğerlerine çekmş olduğu havanın miktarı bile
değişmişti nasıl olurdu da yorulmazdı? Tüm bu koşturma süresi boyunca en az 10
kilometre koşmuşlar ve buda ciğerlerine büyük miktarda ağırlık yapmıştı. Kung
Lao elinden başka bir çarenin bulunmadığını az çok anlamıştı. Bu iri yarı adam
ile dövüşecekti.
Tengri Mei’ye bakmış ve sadece üzgün
bir surat ifadesi gösterebilmişti. Bu zamana kadar yapmış olduğu tüm bu
koşturmaca sadece enerjisini harcamış ve dövüşmedeki istikrarını düşürmüştü.
Kafasında iki farklı plan vardı, İkinci planı seçmesinin çok daha iyi olacağını
düşünmüş ve derhal bunu uygulamaya koyulmuştu.
Bacaklarına göndermiş olduğu kaynak
enerjisini daha da arttırmış ve ustasının kök kaynak alemine geçtiğinde
kullanması gerektiğini söylediği tekniğin içindeki basit bir ayak hareketini
derhal sismik adımların içerisine eklemişti.
Güneşin Dokuz Dalgası
Bir anda iki ayrı vücuda dönen Kung
Lao iki farklı tarafa doğru koşmaya başlamıştı. İki farklı Kung Lao’nun
bulunduğunu fark eden Gun Chi gözlerinin bir elmas büyüklüğünde açılmasına
engel olamadı ve direkt olarak durdu. Bir insan nasıl olurdu da ikiye
bölünebilirdi ki?
İki farklı Kung Lao ve ikisinin de
kucağında bir kız, gördüklerini lidere anlatmış olsa lider bu durum karşısında
kahkahaya boğulurdu. Kabaca bir insanın ikiye bölünmesi imkansızdı.
Ne yapacağını bilemeyen Gun Chi sadece
uzaktan izlemesi gerektiğini düşünmüştü. Yoksa hangisinin imkansız olduğunu
bilemez ve bir şekilde orjinalini kaybederdi. Hızını yavaşlatmış ve neredeyse
normal yürüme hızına düşürmüştü.
Kung Lao arkasından koşmakta olan Gun
Chi’nin adımlarının yavaşladığını hissetmiş ve derin bir nefes vermişti. Ancak
bu tekniği sürekli olarak kullanması gerekiyordu. Taaki Gun Chi görüşünden
ayrılana kadar yoksa nasıl olurdu da, böylesine kuvvetli bir insandan
kurtulabilirdi.
Ne kadar ilerlediğini bilmeyen Kung
Lao müthiş derecede hızlı ilerleyerek kısa sürede sadece minicik bir gölge
haline gelmişti. Sürekli ayrı yere giden kopyası ise belli bir süreden sonra
kaybolmuş ve Kung Lao’nun ağzından kan gelmesi ile birlikte son bulmuştu.
Ağzından kan gelen Kung Lao’nun farkına varan Tengri Mei ise bir miktar
endişelenmiş ancak fazla umursamamıştı.
Kung Lao derhal yüzüğünü tokatlamış ve
Kan Donduran Hap’lardan bir tanesini ağzına götürmüştü. Damarlarına binen aşırı
yük ile birlikte şimdiden damarlarının çatlamaya başladığını ve kanın aktığını
hissetmişti ancak bunun hakkında ne yapabilirdi ki?
Ağzından çıkan bir başka kan
dalgasıyla birlikte sadece bacaklarına değil aynı zamanda alt organlarına da
zarar verdiğine emin olan Kung Lao derhal durmuş ve Tengri Mei’yi yere
indirmişti. Ardından ise kendisini salmış ve ince küçük gövdesini rüzgar ile
birlikte savrulan çayırların üstüne bırakmıştı. Derin bir nefes alan Kung Lao
kendisini bitkin hissediyordu, bir adım daha atacak gücü kalmamıştı ve tüm bu
koşuşturmaca sırasında kendisini sakatlamıştı.
Gözleri ile Tengri Mei’nin gözlerinin
içine bakmış ve ‘’Bir süre dinlenelim.’’ Diyerek tepkisini ölçmüştü.
Tengri Mei’nin ilk tepkisi elbetteki
kafa sallamak olmuştu. Nasıl olurdu da, kendisini kurtaran kişiye karşısı üstün
görebilirdi ki? Aynı zamanda şoke oluyordu, kendisini sürekli ezmiş olan insana
kim yardım ederdi ki?
Kung Lao ile ilgili görüşlerinin bir
miktarda olsa ılımanlaştığını hisseden Tengri Mei sadece kafasını sallamış ve
Kung Lao’nun yanına oturarak göz ucu ile yaralarını incelemişti. Yaralarının
son derece derin olduğunu düşünen Tengri Mei kendisini rahatsız hissetmiş ve en
sonunda dayanamayarak Kung Lao’nun bacaklarına bakmak için pantolonunu yukarıya
çekiştirmişti.
Lao ne olduğunu bile alamadan
bacaklarına gelen soğuk havanın etkisi ile bir anda irkilmişti. Terli olan alnı
ile birlikte şiddetli bir baş ağrısı hissetse de önemsememiş ve Tengri Mei’nin
ne yaptığını anlamaya çalışmıştı. Bacağına dökülen birkaç damla sıvının
kendisini anında rahatlattığını hisseden Kung Lao bu eşsiz rahatlama ile
birlikte dudaklarının tatminkar bir şekilde gülümsemesine engel olamamıştı.
Tengri Mei’nin suratına bakan Lao
‘’Sormak istiyorum Tengri Mei, daha demin damlatmış olduğun şey nedir? Kendimi
çok ama çok daha iyi hissediyorum. Sanki vücudumun pamuğa dönüştüğünü hissetmeme
sebep oluyor…’’
Tengri Mei kısabir süre susmuş ve
cevap verememişti. Kung Lao bu kısacık sürenin içerisinde bacağına damlayan
sıvıdan birkaç damla daha düştüğünü hissetmişti. Tengri Mei en sonunda kafasını
kaldırmış ve önüne düşmüş olan bir tutam saçı eli ile ittirmişti. Gülümsemesi
daha bir şıktı ve içten görünüyordu. ‘’Bu dökmüş olduğum sıvı ailemizin derin
sırlarından birisidir. Ginseng Suyu olarak da bilinir, ancak son derece
efsanevi bir bitkidir. Babamın bana anlattığına göre sadece klanımıza özeldir
ve klan lideri dışında kimsenin bunu yetiştirmesinde ve görmesinde izin
yoktur.’’
Kung Lao kafasını sallamıştı
‘’Gerçekten de büyüleyici bir sıvı… En az üç üç gün iyileşmeyecek olan
bacaklarımı en hızlı bir biçimde göz açıp kapatana iyileştirdi ve beni kendime
getirdi. Şimdi sadece alt organlarımda ufak bir ağrı kaldı…’’ diyerek suratını
buruşturmuştu. Birde bu ağrısı kaybolmuş olursa Kung Lao neden kendisini iyi
hissetmesin ki?
‘’Kalacak bir yer bulmalıyız…’’ diye
iç geçiren Kung Lao etrafına bakmıştı. Ancak görebildiği tek şey etrafını
kaplayan dümdüz arazinin üzerinde yetişen bozkırlar ve arkasında görülen
ormandı. Şansının bu kadar kötü olmasından ötürü küfür eden Kung Lao aklına ilk
gelen şehrin Demir Su şehri olduğunu fark etmiş ve ‘’Keşke demir su şehrine
yakın olsaydık…’’ diye mırıldanmıştı. Ancak sadece hayalinde olduğunu çok iyi
bilen Kung Lao hemen ardından ise bir iç geçirmiş ve kısa bir süre burada
kalmaları gerektiğini anlamıştı. Ayağa kalkarak yakabileceği çalıları arayarak
etrafı kolaçan etmişti.
4 saat sonra…
Derin bir muhabbetin tam ortasında
Tengri Mei’nin tatlı kıkırtısı ortalığı doldurmuştu. ‘’İşte böylelikle
eczacıdan neredeyse bedavaya ilaçları aldım.’’ Diye Kung Lao tekrar kıkırdamış
ve sessiz geceleri ikisinin kıkırtıları doldurmuştu. İkisinin bu dört saatlik
sohbeti sırasında son derece yakınlaşmışlar ve birbirlerine anılarını anlatır
olmuşlardı. Tengri Mei elbette ki anılarının bir kısmını halen daha gizli
tutuyordu ancak oda bir çok şeyi anlatmış ve kimi zaman Kung Lao’nun şaşırmasına
kimi zaman ise sinirlenmesine ve gülmesine neden olmuştu.
‘’Küçükken Tengri Yan ile klan
içerisindeki bir göle seyahate çıkmıştık. O zaman ikimizde heyecanlıydık, ilk
kez yalnız seyahat ediyorduk ve bu bizim ilk maceramızdı…’’
Kung Lao hemen kafasını salladı ve
devam etmesini işaret etti. ‘’Maceramız sırasında bir çok belaya bulaşmıştık
elbet ancak bunların arasında en kötüsü ise Tengri Yan’nın yapmış olduğu
hatadan kaynaklanmıştı.’’
‘’Ne yapmıştı ki?’’
‘’Göl içerisinde yaşaya ve son derece
uysal olan kaynak canavarları vardı, ismi ise suskunluk timsahıydı. Kendi
hallerinde yaşarlar ve göl içerisinde bulunan balıklardan başka hiçbir şey
yemezlerdi. En büyük eğlenceleri ise sanırım çamur ile kaplanıp ağızlarını
açarak beklemekti. Çamuru ağızlarına alırlar ve dişleri ve de ağız
kapatmalarıyla ağızlarını yaydırırlardı. Tüm ağzı çamur ile kaplandığı ise
ağzılarını sonuna kadar açar ve çamur ile bütünleşmiş bir halde beklerlerdi.
Ancak Tengr Yan…’’
‘’Yolcuğumuz sırasında tuvaletini daha
fazla tutmayacağını söylemiş ve idrarını timsahın ağzına yapmıştı…’’
Kung Lao bunu duyduğunda derin bir
kahkaha patlattı. ‘’Eee… söyle bakalım sonrasında ne oldu?’’
‘’Sonrası ise hemen belli, timsah bu
hareketinden sonra son derece sinirlenmişti. Derhal ağzını kapatmış ve çizgili
mavi gözleri ile doğrudan Tengri Yan’a bakmıştı. Perdeli bacaklarını yere iki
defa tüm gücü ile vurmuş ve derin bir ‘’Güm!’’ sesi ile birlikte koşmaya
başlamıştı.’’
Gözlerinin yeşerdiğini hisseden Kung Lao
‘’Söylesene neden durdun devam et!!’’ diyerek gülmeye devam etmiş ve mekânsal
yüzüğünde tutmuş olduğu dilimlenmiş etleri iki uzun çıtaya çevirtip ateşte
piştikten sonra Tengri Mei’ye uzatmıştı. Tengri Mei kendisine verilen eti almış
ve cahilliğinin verdiği aptallık ile direkt ısırmıştı.
‘’Ah!’’ direyerek dilini dışarıya
çıkarmış ve sonrasında ise eli ile kısacık bir süre havalandırmıştı. ‘’Dikkat
et son derece sıcaktır, izin ver biraz soğusun ki sende rahatça yiyebilesin.’’
Demiş ve bu haline içten bir kahkaha ile eşlik etmişti.
Bu hareketten sonra yanaklarının
kızardığını hissede Tengri Mei ise kısa sürede kafasını yere gömmüş ve sessiz
kalmıştı.
Kung Lao ve Tengri Mei’nin sohbeti bu
olaydan sonra son bulmuştu. İkiside yemeklerinin hafif soğumasını beklemiş
ardından ise yemeklerini yemişlerdi. Yemeklerini yeme işleminden sonra ise
ikisinin de ağır bir şekilde uykusu gelmeye başlamış ve gözlerinin
kapanmalarına ramak kalmıştı.
Bir anda irkilen Kung Lao derhal
etrafına bakınmış ve ateşin karşısında uyuyakalmış olan Tengri Mei’yi
uyandırmıştı. ‘’Tengri Mei derhal kalkman lazım, buraya birisi yada birileri
geliyor.’’ Demiş ve hızlıca iki kez dürtmüştü.
Uyandığı anda panikleyen Tengri Mei
ise hızlıca etrafına bakmış ve kimsenin olmadığını gördüğünde ise Kung Lao’ya
doğru tedirgin gözler ile bakmıştı ‘’Emin misin?’’ diye soran Tengri Mei birkaç
kısa bitkinin hışırdaması ile birlikte emin olmuştu. Gerçekten de gelmişlerdi.
‘’Kimseniz çıkan ortaya!’’
Sesinin geniş boşlukta yankılanmasını
izleyen Kung Lao en sonunda hışırtıların daha da arttığını hissetmiş ve
kendisini gösteren geniş bir figüre bakmıştı.
‘’Haha! Sonunda seni bulabildim çocuk!
Kimse bana saldırıp daha sonrasında kaçamaz!’’ diyerek ilerlemesini
sürdürmüştü.
Gelen kişi elbette ki Gun Chi’den başkası
değildi. Ancak Kung Lao başka hışırtılar duymuş ve etrafına baktığında ise
çevresini saran beş kişinin varlığından emin olmuştu.
‘’İşte şimdi öldün çocuk! Geçen sefer
hızın sana yardım etti ancak bu sefer, seni tanrılar bile kurtaramayacak!’’
[1.661]
Comment Now
0 yorum