Angoria Bölüm 72

Angoria Bölüm 16: Benden Kaçamazsın


Kung Lao kendisini adeta bir köpeğin kuyruğu gibi takip eden Gun Chi’nin varlığını bütün benliğinde hissediyordu. Can havliyle kucağındaki Tengri Mei ile son sürat koşuyordu, ‘’Benden kaçabileceğini mi sanıyorsun çocuk!! Seni bu baltam ile ikiye ayıracağım!’’ diye arkasından bağırıyordu. Kung Lao’nun kendisine olan güveni sürekli sallantıdaydı. Bu durum öyle farklı bir durumdu ki kimi zaman kendisine son derece güveniyor ve arkama dönsem mi diye düşünüyor, hemen ardından ise kendisine tıpkı bir ayının avını kovaladığı gibi kovalayan adamın yaklaştığını düşünüyor ve tekrar hızlanıyordu.

Bu durumun acı halini en çok yaşayan ise kuşkusuz Tengri Mei’ydi. Elinden gelebilecek tek şey Kung Lao’ya güvenmek ve onun kollarında süzülürcesine ilerlemekti. Kung Lao’nun bu kadar hızlı olabileceğini hiç düşünmemişti. İki erkek son sürat koşuyordu, birisinin adımları bir tüy kadar hafifti; diğerinin ise her adımı yeryüzünü utandıracak derecede güçlü ve dalgalanma doluydu. Etrafa saymış olduğu titreşimler o kadar güçlüydü ki, içlerindeki en zayıf Tengri Mei bile her dalgayı hissediyordu. Kung Lao’nun üstündeki baskıyı nasıl olurdu da bilemezdi.

Kung Lao uzun zamanın ardından ilk kez kendisini birkaç vuruşta yenemeyeceği bir uzman ile karşılaşmıştı. Vücudunun dayanıklılığı o kadar fazlaydı ki Kung Lao’nun Anka’nın Dörtlü mızrağı tekniği bile ufacık çizikler atabilmiş ve kısa süreli bir kanamaya yol açmıştı. Kung Lao’nun şuan güvenebileceği tek gücü eski hayatında Shimao klanının resmi tekniği olan Meteor Yumruğunda başkası değildi.

Ancak bu yıkılmaz bir kale gibi adamı gördüğü anda o tekniğin bile işe yarayacağı meçhuldü. Daha öncesinde hiç böylesi bir vücut görmemiş olan Kung Lao’nun nasıl olurdu da damarlarında korku ve gerilimin varlığı hissedilmezdi? Geniş ormanı gerilerinde bırakıp en sonunda çayırlıklara çıktıklarında Kung Lao’nun tüm bu zaman boyunca koşmuş olması ve sürekli olarak kaynak enerjisini kullanması kendisini yormuştu. Arkasındaki Gun Chi’de yorulmuştu ancak içinde son derece iyi bir ödül bulacağının hissi olduğu için kaslarına yüklenmeye devam ediyordu.

Tengri Mei, Kung Lao’nun yorulmaya başladığını fark etmişti, ciğerlerine çekmş olduğu havanın miktarı bile değişmişti nasıl olurdu da yorulmazdı? Tüm bu koşturma süresi boyunca en az 10 kilometre koşmuşlar ve buda ciğerlerine büyük miktarda ağırlık yapmıştı. Kung Lao elinden başka bir çarenin bulunmadığını az çok anlamıştı. Bu iri yarı adam ile dövüşecekti.

Tengri Mei’ye bakmış ve sadece üzgün bir surat ifadesi gösterebilmişti. Bu zamana kadar yapmış olduğu tüm bu koşturmaca sadece enerjisini harcamış ve dövüşmedeki istikrarını düşürmüştü. Kafasında iki farklı plan vardı, İkinci planı seçmesinin çok daha iyi olacağını düşünmüş ve derhal bunu uygulamaya koyulmuştu.

Bacaklarına göndermiş olduğu kaynak enerjisini daha da arttırmış ve ustasının kök kaynak alemine geçtiğinde kullanması gerektiğini söylediği tekniğin içindeki basit bir ayak hareketini derhal sismik adımların içerisine eklemişti.

Güneşin Dokuz Dalgası

Bir anda iki ayrı vücuda dönen Kung Lao iki farklı tarafa doğru koşmaya başlamıştı. İki farklı Kung Lao’nun bulunduğunu fark eden Gun Chi gözlerinin bir elmas büyüklüğünde açılmasına engel olamadı ve direkt olarak durdu. Bir insan nasıl olurdu da ikiye bölünebilirdi ki?

İki farklı Kung Lao ve ikisinin de kucağında bir kız, gördüklerini lidere anlatmış olsa lider bu durum karşısında kahkahaya boğulurdu. Kabaca bir insanın ikiye bölünmesi imkansızdı.

Ne yapacağını bilemeyen Gun Chi sadece uzaktan izlemesi gerektiğini düşünmüştü. Yoksa hangisinin imkansız olduğunu bilemez ve bir şekilde orjinalini kaybederdi. Hızını yavaşlatmış ve neredeyse normal yürüme hızına düşürmüştü.

Kung Lao arkasından koşmakta olan Gun Chi’nin adımlarının yavaşladığını hissetmiş ve derin bir nefes vermişti. Ancak bu tekniği sürekli olarak kullanması gerekiyordu. Taaki Gun Chi görüşünden ayrılana kadar yoksa nasıl olurdu da, böylesine kuvvetli bir insandan kurtulabilirdi.

Ne kadar ilerlediğini bilmeyen Kung Lao müthiş derecede hızlı ilerleyerek kısa sürede sadece minicik bir gölge haline gelmişti. Sürekli ayrı yere giden kopyası ise belli bir süreden sonra kaybolmuş ve Kung Lao’nun ağzından kan gelmesi ile birlikte son bulmuştu. Ağzından kan gelen Kung Lao’nun farkına varan Tengri Mei ise bir miktar endişelenmiş ancak fazla umursamamıştı.

Kung Lao derhal yüzüğünü tokatlamış ve Kan Donduran Hap’lardan bir tanesini ağzına götürmüştü. Damarlarına binen aşırı yük ile birlikte şimdiden damarlarının çatlamaya başladığını ve kanın aktığını hissetmişti ancak bunun hakkında ne yapabilirdi ki?

Ağzından çıkan bir başka kan dalgasıyla birlikte sadece bacaklarına değil aynı zamanda alt organlarına da zarar verdiğine emin olan Kung Lao derhal durmuş ve Tengri Mei’yi yere indirmişti. Ardından ise kendisini salmış ve ince küçük gövdesini rüzgar ile birlikte savrulan çayırların üstüne bırakmıştı. Derin bir nefes alan Kung Lao kendisini bitkin hissediyordu, bir adım daha atacak gücü kalmamıştı ve tüm bu koşuşturmaca sırasında kendisini sakatlamıştı.

Gözleri ile Tengri Mei’nin gözlerinin içine bakmış ve ‘’Bir süre dinlenelim.’’ Diyerek tepkisini ölçmüştü.

Tengri Mei’nin ilk tepkisi elbetteki kafa sallamak olmuştu. Nasıl olurdu da, kendisini kurtaran kişiye karşısı üstün görebilirdi ki? Aynı zamanda şoke oluyordu, kendisini sürekli ezmiş olan insana kim yardım ederdi ki?

Kung Lao ile ilgili görüşlerinin bir miktarda olsa ılımanlaştığını hisseden Tengri Mei sadece kafasını sallamış ve Kung Lao’nun yanına oturarak göz ucu ile yaralarını incelemişti. Yaralarının son derece derin olduğunu düşünen Tengri Mei kendisini rahatsız hissetmiş ve en sonunda dayanamayarak Kung Lao’nun bacaklarına bakmak için pantolonunu yukarıya çekiştirmişti.

Lao ne olduğunu bile alamadan bacaklarına gelen soğuk havanın etkisi ile bir anda irkilmişti. Terli olan alnı ile birlikte şiddetli bir baş ağrısı hissetse de önemsememiş ve Tengri Mei’nin ne yaptığını anlamaya çalışmıştı. Bacağına dökülen birkaç damla sıvının kendisini anında rahatlattığını hisseden Kung Lao bu eşsiz rahatlama ile birlikte dudaklarının tatminkar bir şekilde gülümsemesine engel olamamıştı.

Tengri Mei’nin suratına bakan Lao ‘’Sormak istiyorum Tengri Mei, daha demin damlatmış olduğun şey nedir? Kendimi çok ama çok daha iyi hissediyorum. Sanki vücudumun pamuğa dönüştüğünü hissetmeme sebep oluyor…’’

Tengri Mei kısabir süre susmuş ve cevap verememişti. Kung Lao bu kısacık sürenin içerisinde bacağına damlayan sıvıdan birkaç damla daha düştüğünü hissetmişti. Tengri Mei en sonunda kafasını kaldırmış ve önüne düşmüş olan bir tutam saçı eli ile ittirmişti. Gülümsemesi daha bir şıktı ve içten görünüyordu. ‘’Bu dökmüş olduğum sıvı ailemizin derin sırlarından birisidir. Ginseng Suyu olarak da bilinir, ancak son derece efsanevi bir bitkidir. Babamın bana anlattığına göre sadece klanımıza özeldir ve klan lideri dışında kimsenin bunu yetiştirmesinde ve görmesinde izin yoktur.’’

Kung Lao kafasını sallamıştı ‘’Gerçekten de büyüleyici bir sıvı… En az üç üç gün iyileşmeyecek olan bacaklarımı en hızlı bir biçimde göz açıp kapatana iyileştirdi ve beni kendime getirdi. Şimdi sadece alt organlarımda ufak bir ağrı kaldı…’’ diyerek suratını buruşturmuştu. Birde bu ağrısı kaybolmuş olursa Kung Lao neden kendisini iyi hissetmesin ki?

‘’Kalacak bir yer bulmalıyız…’’ diye iç geçiren Kung Lao etrafına bakmıştı. Ancak görebildiği tek şey etrafını kaplayan dümdüz arazinin üzerinde yetişen bozkırlar ve arkasında görülen ormandı. Şansının bu kadar kötü olmasından ötürü küfür eden Kung Lao aklına ilk gelen şehrin Demir Su şehri olduğunu fark etmiş ve ‘’Keşke demir su şehrine yakın olsaydık…’’ diye mırıldanmıştı. Ancak sadece hayalinde olduğunu çok iyi bilen Kung Lao hemen ardından ise bir iç geçirmiş ve kısa bir süre burada kalmaları gerektiğini anlamıştı. Ayağa kalkarak yakabileceği çalıları arayarak etrafı kolaçan etmişti.

4 saat sonra…

Derin bir muhabbetin tam ortasında Tengri Mei’nin tatlı kıkırtısı ortalığı doldurmuştu. ‘’İşte böylelikle eczacıdan neredeyse bedavaya ilaçları aldım.’’ Diye Kung Lao tekrar kıkırdamış ve sessiz geceleri ikisinin kıkırtıları doldurmuştu. İkisinin bu dört saatlik sohbeti sırasında son derece yakınlaşmışlar ve birbirlerine anılarını anlatır olmuşlardı. Tengri Mei elbette ki anılarının bir kısmını halen daha gizli tutuyordu ancak oda bir çok şeyi anlatmış ve kimi zaman Kung Lao’nun şaşırmasına kimi zaman ise sinirlenmesine ve gülmesine neden olmuştu.

‘’Küçükken Tengri Yan ile klan içerisindeki bir göle seyahate çıkmıştık. O zaman ikimizde heyecanlıydık, ilk kez yalnız seyahat ediyorduk ve bu bizim ilk maceramızdı…’’

Kung Lao hemen kafasını salladı ve devam etmesini işaret etti. ‘’Maceramız sırasında bir çok belaya bulaşmıştık elbet ancak bunların arasında en kötüsü ise Tengri Yan’nın yapmış olduğu hatadan kaynaklanmıştı.’’

‘’Ne yapmıştı ki?’’

‘’Göl içerisinde yaşaya ve son derece uysal olan kaynak canavarları vardı, ismi ise suskunluk timsahıydı. Kendi hallerinde yaşarlar ve göl içerisinde bulunan balıklardan başka hiçbir şey yemezlerdi. En büyük eğlenceleri ise sanırım çamur ile kaplanıp ağızlarını açarak beklemekti. Çamuru ağızlarına alırlar ve dişleri ve de ağız kapatmalarıyla ağızlarını yaydırırlardı. Tüm ağzı çamur ile kaplandığı ise ağzılarını sonuna kadar açar ve çamur ile bütünleşmiş bir halde beklerlerdi. Ancak Tengr Yan…’’

‘’Yolcuğumuz sırasında tuvaletini daha fazla tutmayacağını söylemiş ve idrarını timsahın ağzına yapmıştı…’’

Kung Lao bunu duyduğunda derin bir kahkaha patlattı. ‘’Eee… söyle bakalım sonrasında ne oldu?’’

‘’Sonrası ise hemen belli, timsah bu hareketinden sonra son derece sinirlenmişti. Derhal ağzını kapatmış ve çizgili mavi gözleri ile doğrudan Tengri Yan’a bakmıştı. Perdeli bacaklarını yere iki defa tüm gücü ile vurmuş ve derin bir ‘’Güm!’’ sesi ile birlikte koşmaya başlamıştı.’’

Gözlerinin yeşerdiğini hisseden Kung Lao ‘’Söylesene neden durdun devam et!!’’ diyerek gülmeye devam etmiş ve mekânsal yüzüğünde tutmuş olduğu dilimlenmiş etleri iki uzun çıtaya çevirtip ateşte piştikten sonra Tengri Mei’ye uzatmıştı. Tengri Mei kendisine verilen eti almış ve cahilliğinin verdiği aptallık ile direkt ısırmıştı.

‘’Ah!’’ direyerek dilini dışarıya çıkarmış ve sonrasında ise eli ile kısacık bir süre havalandırmıştı. ‘’Dikkat et son derece sıcaktır, izin ver biraz soğusun ki sende rahatça yiyebilesin.’’ Demiş ve bu haline içten bir kahkaha ile eşlik etmişti.

Bu hareketten sonra yanaklarının kızardığını hissede Tengri Mei ise kısa sürede kafasını yere gömmüş ve sessiz kalmıştı.

Kung Lao ve Tengri Mei’nin sohbeti bu olaydan sonra son bulmuştu. İkiside yemeklerinin hafif soğumasını beklemiş ardından ise yemeklerini yemişlerdi. Yemeklerini yeme işleminden sonra ise ikisinin de ağır bir şekilde uykusu gelmeye başlamış ve gözlerinin kapanmalarına ramak kalmıştı.

Bir anda irkilen Kung Lao derhal etrafına bakınmış ve ateşin karşısında uyuyakalmış olan Tengri Mei’yi uyandırmıştı. ‘’Tengri Mei derhal kalkman lazım, buraya birisi yada birileri geliyor.’’ Demiş ve hızlıca iki kez dürtmüştü.

Uyandığı anda panikleyen Tengri Mei ise hızlıca etrafına bakmış ve kimsenin olmadığını gördüğünde ise Kung Lao’ya doğru tedirgin gözler ile bakmıştı ‘’Emin misin?’’ diye soran Tengri Mei birkaç kısa bitkinin hışırdaması ile birlikte emin olmuştu. Gerçekten de gelmişlerdi.

‘’Kimseniz çıkan ortaya!’’

Sesinin geniş boşlukta yankılanmasını izleyen Kung Lao en sonunda hışırtıların daha da arttığını hissetmiş ve kendisini gösteren geniş bir figüre bakmıştı.

‘’Haha! Sonunda seni bulabildim çocuk! Kimse bana saldırıp daha sonrasında kaçamaz!’’ diyerek ilerlemesini sürdürmüştü.

Gelen kişi elbette ki Gun Chi’den başkası değildi. Ancak Kung Lao başka hışırtılar duymuş ve etrafına baktığında ise çevresini saran beş kişinin varlığından emin olmuştu.

‘’İşte şimdi öldün çocuk! Geçen sefer hızın sana yardım etti ancak bu sefer, seni tanrılar bile kurtaramayacak!’’

[1.661]

Posted by
Facebook Twitter Google+

Comment Now

0 yorum