Angoria BÖlüm 68

Angoria Bölüm 13: Xi Wangmu (3)


Aynı esnada Angoria’nın bir diğer ucundaki krallıkların birisinde…

Sarayda bizzat krala hizmet etmek ile yükümlü olan üç uşak koşturarak saray içerisinde farklı bölgelere doğru ilerliyorlardı. İlki sarayın yemekhanesine gitmiş ve aşçıbaşını bularak yakasına yapışmıştı. Genç kralın anlık rahatsızlığı kendisini öyle panik ettirmişti ki, ne yaptığını bile bilemez hale gelmişti.

Aşçıbaşının yakasından kavrayan uşak ‘’Yemekte neler vardı!!’’ diye bağırmış ve hemen ardından ise suratına vurmuş olduğu bir tokat ile kaslı aşçıbaşının suratını sağa doğru çevirtmişti. Ne olduğundan bir haber olan aşçıbaşı ise yemiş olduğu tokat ile birlikte uşağa, alevli gözler ile bakmış ve ‘’Normal bir yemekti işte!’’ diyerek yakasından tuttuğu gibi mutfağın dışına doğru fırlatmıştı.

İkinci uşak ise doğrudan generalin yanına doğru gitmişti. Bunu yapmasının sebebi ise krallarının bir çok düşmana sahip olmasıydı ve onu koruyabilecek olan tek kişi generalden başkası değildi. Generalin yanına resmi bir saygı ile giren ikinci uşak selamını vermiş ve kudretli generalin konuşmasına izin vermesini beklemişti. En sonunda ise bütün olayları anlatmış ve saygı ile kralın odasına gelmesini istemişti.

Üçüncü uşak ise yıldırım gibi bir hız ile saraydan dışarıya çıkmış ve sık ağaçlıkların arasına doğru ilerlemişti. Bunu yaparken bir daha asla o saraya geri dönemeyeceğini bilen uşak alnındaki teri silmiş ve kendisine verilen yalancı görevin sorumluluğunun bittiğini fark ettiğinde ise gülümseyerek neşe içinde ilerleyişini sürdürmüştü.

Ağaçlık arazinin sonuna geldiğinde kısacık açıklık bir alanın varlığını fark etmiş ve doğru yerin burası olduğunu düşünerek kendisini açık alana doğru ittirmişti. Açıklığın ortasına doğru yürümüş ve etrafına bakınmaya başlamıştı. Söz edilen yere geldiğine emin olan uşak kimsenin olmamasıyla birlikte endişelenmiş ve kendisine işaret edilen yolların hepsini zihninde canlandırarak geçtiğinden emin olmuştu.

En sonunda uşağın hemen üstünden bir hışırtı duyulmuş ve hemen karşısında siyahlar içerisinde bir kadın ortaya çıkmıştı. Tüm vücudunu kaplayan kumaş çok farklıydı. Karşısındaki insanın kadın olduğunu ancak göğüslerinin çıkık olmasından fark edilebiliyordu. Kumaşın dik durmasını sağlayan göğüsleri ile fazlalık olan kumaşı ağzına doğru götürmüş ve bu sayede de ağzını kapatmıştı. Mavi gözleri ile karşısındaki adamı delercesine bakmış ve adamın konuşmasını bekleyerek tek bir kelime etmemişti.

Adam karşısındaki kadının oldukça güçlü olduğunu çok ama çok iyi biliyordu. Gözlerinden yaymış olduğu vahşi öldürme arzusu adamı yerine mıhlamıştı. Dili on sekiz nefes süresi zaman sonrasında açılmış ve bunun ile birlikte heyecanlanarak karşısındaki kadına saygı ile selam vermişti. Kadının kendisine karşı tek bir davranışının bile olmadığını fark eden adam hemen konuya girme isteğini içinde bulmuş ve bunu diline yönlendirerek konuşmaya başlamıştı.

‘’Tıpkı benden istediğiniz gibi vermiş olduğunuz iksiri tamamen döktüm. Genç, yani eskiden genç olan kral şimdi büyük bir hız ile çöküyor…’’ demiş ve hemen ardından ise susmuştu. Düşünceleri arasında kadın için bu kadar bilginin yeterli olduğunu düşünmüş ve hemen ardından ise tekrar selam vererek mekandan ayrılmak istemişti.

Bunu gören kadın ‘’Bekle bakalım küçük fare…’’ mırıldanmıştı, dudaklarından çıkan her ses tıpkı bir melodiyi andırıyordu ve bu adamı büyülemeye neredeyse yetmişti. Kadının sadece sesi ile birlikte katlanarak artan cazibesi o kadar baştan çıkarıcıydı ki adam durmuş ve tekrar önünü kadına dönmüştü. Kadının sadece bir konuşma ise kendisini bu hale getirdiğini fark eden adam ‘’Ne kadın ama…’’ diye düşünmüş ve kendisine doğru gelen kadın ile birlikte boğazında biriken yumruyu aşağıya doğru göndermişti. Bir kadının kendisini bu kadar cezbetmeyeli ne kadar zaman geçmişti? Kralın uşaklığını yaptığı kısacık bir dönem olan bir döngülük zamanda bile onlarca kez yüzlerce farklı kadının kral için çarpıştığını görmüştü. Haremin her gün büyümesi ile birlikte içeriye giren sayısız kadının arasında krala hizmet yaparken bile hiçbir kadın onu tahrik edememişti. Ancak karşısındaki kadın sadece kısacık bir aşağılama ile bile kendisini cezbetmeyi başarmış ve neredeyse salyalarını akıtacak bir köpek haline dönüştürmüştü.

Adam suratını kadına doğru döndürdüğünde kadının bir anda kaybolduğunu fark etmiş ve kafasını yukarıya doğru çevirmişti. Kadının bir anda havaya doğru yükselmesi ve havada süzülerek kendisine doğru gelmesi ile birlikte adamın hayal gücü tavan yapmış ve kafasındaki görüntü ile birlikte gözleri büyümüştü.

Adam hayal dünyasının engin denizlerine yelken açmış, ilerlerken kadın ise adamı elbisesinin iki yakasından tutarak tekrar havaya yükselmiş ve aşağılık adamı biraz taşıdıktan sonra ise uçurumdan aşağıya bırakarak süzülmesini sürdürmüştü…

***

Kung Lao ayaklarının daha yeni buzdan zemine basmasına karşısın yavaş yavaş donması ile birlikte işinin çok sıkıntılı olduğunu anlamış ve elini bir an önce çabuk tutması gerektiğinin farkına varmıştı. Kendisi için her saniye çok önemliydi, kafasında kendisi için özel olarak çevrilmiş cümle sürekli olarak dolanıp duruyordu. Burada buz kendisi karşısındaki ise bir kordu.

Kafasındaki düşünceler oluşurken aynı zamanda içinde kupaya doğru ilerleme isteği uyanmıştı. Üstünde bulunan mavi renkli ateş öylesine parlak ve canlı bir görünüm kazanmıştı ki Kung Lao’nun benliği direkt olarak harekete geçmiş ve ‘’benim olmalı!’’ diye düşünmesine neden olmuştu.

Ancak tek bir sıkıntısının olduğunu çok iyi biliyordu Kung Lao oda hemen karşısında bulunan ve bir heykele benzeyen kırmızılar içerisindeki kendisine benzeyen insan kopyasıydı. Kung Lao buz tutmaya mahkum olmuş ayakkabısının içinden ayaklarına doğru akın eden soğukluğu hissettiğinde artık hareket etmesi gerektiğini fark etmiş ve sismik adımlar ile derhal koşarak ilerlemişti.

Mevcut kaynak enerjisinin büyük çoğunluğunu bacaklarına yönlendirmiş ve hızına hız katmış olan Kung Lao doğrudan ateşe doğru koşmuş ve neredeyse ateşe dokunacak kadar yakınlaşmıştı.

Tam bu esnada ise kendisine gelen bir başka tekmenin varlığını fark etmiş ve hızlıca geriye doğru takla atmış olan Kung Lao, Xi Wangmu‘nun gözlerindeki öldürme açlığını fark etmiş ve korkunun bacaklarına işlemesine engel olamamıştı.

Bacaklarındaki korkunun oldukça kısa süreli etki etmesi için Kung Lao hemen derin nefes tekniğini kullanmaya başlamış ve her nefeste rahatlayan vücudunun içindeki gerilmeyi kısa sürede yok denecek kadar azaltmıştı. Ayaklarının sinir uçlarına dürtme yapan soğukluk ile birlikte Kung Lao üşümeye başlamış ve ayaklarının bu kısacık sürede şimdiden karıncalandığını fark ettiğinde ise hareket etmesi gerektiğin anlamıştı.

Bu sefer farklı bir yöntem izlemek isteyen Kung Lao tekrardan ateşe doğru koşmuş ve kendisine bir saldırı gerçekleşeceğini bildiği için tüm gücü ile ani bir manevra yaparak Xi Wangmu’nun üstüne doğru koşmuştu. Xi Wangmu’nun surat ifadesinde bir an bile bir değişiklik olmamıştı. Suratındaki sert mizaç öylesine ürkütücüydü ki, bir an için Kung Lao adamı sadece güldürmeye çalışacaktı.

Adamın ifadesizliği ve hareketsizliği öyle can sıkıcı boyuttaydı ki Kung Lao adamın yanına son üç adım kaldığında zıplamış ve hemen ardından ise bir bacağı ile adamı hedefleyerek süzülmüştü.

Adamın ne bir surat ifadesinde değişiklik olmuş nede hareketlerinde bir bozulma meydana gelmişti. Sadece Kung Lao’nun kendisine saldırdığını fark ettiğinde bir kolunu hızlıca havya kaldırmış ve tek bir tokat hareketi ile bacağını engellemişti. Kung Lao kukla gibi duran adamın tekrar suratına bakmış ve yerdeki elinin verdiği acısı ile kafasını hızlıca yere indirerek eline bakmıştı.

Derhal toparlanmış olsa da elinin üstünde oluşan anlık siyahlık, bir mürekkebin kağıt üstünde dağılması gibi anında dağılmış ve elinin parmak uçlarından avuç içine doğru yaylmaya başlamıştı.

Kung Lao bu dağılma ile birlikte çığlık atmış ve bağırmıştı. Derisinin adeta dağlandığını ve alev aldığını hissetmiş ve elindeki acı gitsin diye sallamıştı. Sallamış olduğu elindeki acı kaybolmak yerine daha da fazla artmış ve eline bulaşan siyahlık savrulma ile birlikte parmakların birbirine çarpmasından ötürü çatlamalara neden olmuştu.

Çatlamalar gerçekleştiğinde ise Kung Lao’nun bütün bedeni devasa bir kılıcı yutmuş gibi dik bir pozisyona gelmiş ve bütün zihnindeki düşüncelerin sadece parmaklarındaki ve ayağındaki acıya yoğunlaşmıştı. Dişleri birbirine tıklamış ve arada kalan masum dili, al ve üst çenesi tarafından sıkıştırılarak kan ağlatmasına neden olmuştu.

Dilinden çıkan kanın kontrolünü kendisinde bulamayan Kung Lao tek yapabildiği şeyi yapmış ve ağzındaki kanla karışık tükürüğü hızlıca yere tükürmüştü.

Daha tükürdüğü anda donan tükürüğü içi kan ile dolmuş bir kristale benzemişti. Kanın yapısında en ufak bir değişiklik olmamış ve en son bırakıldığında oluşturduğu leylak çiçeğine benzer bir figür ile büyüleyici bir manzaranın oluşmasına yardımcı olmuştu. Ancak Kung Lao bunları görebilecek kadar rahat bir durumda değildi. Nasıl olurdu da, elleri siyahlar içerisinde yanarken, ayaklarının üşümesi ile can acısını bir kenara bırakıp oluşturduğu manzaraya bakabilirdi ki.

Kung Lao’nun kafasında sürekli olarak bilmece gibi olan çeviri dönüp dolaşıyordu. Aklına hangi düşünceyi getirmiş olsa her seferinde yanlışı bulduğunu fark ediyor ve tekrar en başa dönüyordu. Bu esnada ise sürekli hareket ederek üşüyen bedenini ısıtmaya çalışıyor ve ısıtabilmek için siyaha tıpkı kömüre dönmüş olan eline hava üfleyerek ısıtmaya çalışıyordu. Ancak ne kadar üflemiş olursa olsun bir türlü kendi nefesini elinde hissedemiyordu. Elinin vahameti öyle bir durumdaydı ki parmak uçlarını hissediyor ancak bir türlü hareket ettiremiyordu. Ayrıca yanarak canını acıtması da ayrı bir dertti. Tüm benliğini içten dışa doğru çürütüyor ve yok ediyordu. Kung Lao adım atmayı sürdürüyordu ancak bu bile kendisine artık sadece bir acı veriyordu. Kung Lao’nun yürümekten ötürü ilk acı çekişiydi ve bu durum narin ayaklarının yavaş yavaş yarılmasına ve donmuş ayakkabısının içine doğru kanın akmasına neden olmuştu.

Akan kan donmuş ayakkabı ile birleştiği anda donmuş ve bu durum ayağının ayakkabıya yapışmasına neden olmuştu. Bunu fark edemeyen Kung Lao ise ilk adımı ile birlikte derisinin vücudundan ayrıldığını hissetmiş ve tekrar dişlerini sıkarak acının azalmasını beklemişti.

Düşünme süresi acı aldığı her saniye daha da köreliyordu. Öylesi bir körelmeydi ki en sonunda Kung Lao’nun kafasında sadece tek bir soru kalmıştı. Bilmece neydi?

Düşüncelerinin teker bedeninin den ayrıldığını hisseden Kung Lao vücudunu daha fazla hareket ettirmiş ve buna karşın vücudu daha fazla enerji salınımı yaparak üşümüştü. Ancak bunun nedenini az hareket ediyormuş gibi düşünen Kung Lao her seferinde daha fazla hareket etmiş ve bedenindeki enerjiyi her seferinde daha da fazla tüketmişti. Bacaklarındaki hareketlilik azalmış ve yavaş yavaş göz kapakları ağırlaşmıştı.

Her nefesinde çıkan buhar miktarı azalmış ve neredeyse yok olma noktasına gelmişti. Bedenindeki ısı öylesi bir hız ile düşüyordu ki, Kung Lao değil de bir başkası olmuş olsa şuan çoktan donarak ölmüştü. Kung Lao için ise bunların hepsi sadece amacına ulaşmak için çekmiş olduğu ufak yokuşlardı.

İradesinin bu kadar kuvvetli olmasını sağlayan şey ise kuşkusuz ki açgözlülüğüydü. Öyle çok açgözlüydü ki, onun dışında başka hangi insan tüm Angoria’yı ele geçirmek isterdi?

Kung Lao’nun bilinci yavaş yavaş faaliyetini yitiriyordu. Bedeninin her köşesi ustası ile antrenman yapar gibi acıyor ve ağrıyordu. O zamanlarda bile Kung Lao bu ağrıyı geçirmek için uyumaya çalışırdı, ancak ustası her seferinde kafasına bir tokat patlatmış ve ‘’uyuma gevşe!’’ diyerek bağırmıştı.

Bu iki kelime kendisine bir anda enerji vermişti. Kung Lao’nun çarpık vücudu bir anda düzleşmiş ve karşısındaki Xi Wangmu gibi bir surat ifadesine bürünmüştü. İşte o anda bilmecenin cevabını da bulan Kung Lao kafasında cevabı yankılandırdı. ‘’Buzun bir duygusu yokki…’’

Üzerinde dikilmiş olduğu buz sanki bunu bekliyormuş gibi bir anda üzerinden soğukluğunu kaldırdı, Kung Lao’nun vücut sıcaklığı tekrar eski haline dönmeye başlamıştı. Bedenindeki yaralanmalar kapanmıyordu ancak en azında eskisi gibi buz ile donarak kendisine büyük miktarda hasar vermiyordu. Kung Lao’nun tüm bedeni buzu içinde hissetmiş ve hemen ardından ise buz kaybolmuştu. Kung Lao kendisine bir şey olduğuna emin olamadığı için Kaynak Enerjisini hem zihnine hem de iç organlarına yönlendirmiş derin bir nefes almıştı.

İç organlarına hiçbir zarar verilmemişti ve sadece kırık göğüs kafesinin ince dokunuşları kendisine acı vermişti. Kung Lao aklına geldiği anda hızlıca yere çökmüş ve kafasındakileri boşaltarak tek odak noktasını göğüs kafesi haline getirdi.

Aziz Yordan’ın taş bitkisinin kudreti öyle fazlaydı ki Kung Lao sadece bir tütsü süresi boyunca meditasyonda kalmış ancak bu bile kemiklerinin kaynamasına yetip artmıştı. Gözlerini tekrar açan Kung Lao hemen dibinde Xi Wangmu’yu görmüş ve korkarak kendisini iki adım geriye doğru tek eli ile sürüklemişti. Xi Wangmu ise sadece gülümsemiş ve bu gülümsemesi Kung Lao’yu şaşkınlıktan öldürecek derecede bırakmıştı.

Elini Kung Lao’ya uzatan Xi Wangmu ‘’Tebrikler, bana verilen testlerin ikisinide başarıyla tamamladın. Sana daha fazla test uygulamak isterdim ancak… Bunu yapabilecek bir yetkim yok.’’

Kung Lao testleri başarı ile bitirdiğinde gülümsemesine kendi gülümsemesi ile karşılık vermiş ve ‘’Keşke…’’ diye mırıldanmıştı. Kung Lao’nun kafası bu mırıldanma ile birlikte istemsiz olarak kadehe gitmiş ve doğrudan bakışlarını ona doğru kitlemişti. Xi Wangmu bir anda gözden kaybolmuş ve tekrar görünmüşü. Giderken ki halinden tek bir farklılık dışında hiçbir farklılık yoktu.

O farklılık ise elinde tutmuş olduğu kadehti…

[1905]

***
Kelime sayısı ilginçtir ki Galatasaray’ın kuruluş yılı çıktı. (Takım tutmuyorum) Bende o yüzden bu bölümü Galatasaraylı olan tüm okurlarıma armağan ediyorum. İyi okumalar.

Bir sonraki bölümü merak mı ediyorsun?

O zaman bekle, oku ve öğren :D

Posted by
Facebook Twitter Google+

Comment Now

0 yorum