Angoria Bölüm
13: Xi Wangmu (3)
Aynı esnada
Angoria’nın bir diğer ucundaki krallıkların birisinde…
Sarayda
bizzat krala hizmet etmek ile yükümlü olan üç uşak koşturarak saray içerisinde
farklı bölgelere doğru ilerliyorlardı. İlki sarayın yemekhanesine gitmiş ve
aşçıbaşını bularak yakasına yapışmıştı. Genç kralın anlık rahatsızlığı
kendisini öyle panik ettirmişti ki, ne yaptığını bile bilemez hale gelmişti.
Aşçıbaşının
yakasından kavrayan uşak ‘’Yemekte neler vardı!!’’ diye bağırmış ve hemen
ardından ise suratına vurmuş olduğu bir tokat ile kaslı aşçıbaşının suratını
sağa doğru çevirtmişti. Ne olduğundan bir haber olan aşçıbaşı ise yemiş olduğu
tokat ile birlikte uşağa, alevli gözler ile bakmış ve ‘’Normal bir yemekti
işte!’’ diyerek yakasından tuttuğu gibi mutfağın dışına doğru fırlatmıştı.
İkinci uşak
ise doğrudan generalin yanına doğru gitmişti. Bunu yapmasının sebebi ise
krallarının bir çok düşmana sahip olmasıydı ve onu koruyabilecek olan tek kişi
generalden başkası değildi. Generalin yanına resmi bir saygı ile giren ikinci
uşak selamını vermiş ve kudretli generalin konuşmasına izin vermesini beklemişti.
En sonunda ise bütün olayları anlatmış ve saygı ile kralın odasına gelmesini
istemişti.
Üçüncü uşak
ise yıldırım gibi bir hız ile saraydan dışarıya çıkmış ve sık ağaçlıkların
arasına doğru ilerlemişti. Bunu yaparken bir daha asla o saraya geri dönemeyeceğini
bilen uşak alnındaki teri silmiş ve kendisine verilen yalancı görevin
sorumluluğunun bittiğini fark ettiğinde ise gülümseyerek neşe içinde
ilerleyişini sürdürmüştü.
Ağaçlık
arazinin sonuna geldiğinde kısacık açıklık bir alanın varlığını fark etmiş ve
doğru yerin burası olduğunu düşünerek kendisini açık alana doğru ittirmişti.
Açıklığın ortasına doğru yürümüş ve etrafına bakınmaya başlamıştı. Söz edilen
yere geldiğine emin olan uşak kimsenin olmamasıyla birlikte endişelenmiş ve
kendisine işaret edilen yolların hepsini zihninde canlandırarak geçtiğinden
emin olmuştu.
En sonunda
uşağın hemen üstünden bir hışırtı duyulmuş ve hemen karşısında siyahlar
içerisinde bir kadın ortaya çıkmıştı. Tüm vücudunu kaplayan kumaş çok
farklıydı. Karşısındaki insanın kadın olduğunu ancak göğüslerinin çıkık
olmasından fark edilebiliyordu. Kumaşın dik durmasını sağlayan göğüsleri ile
fazlalık olan kumaşı ağzına doğru götürmüş ve bu sayede de ağzını kapatmıştı.
Mavi gözleri ile karşısındaki adamı delercesine bakmış ve adamın konuşmasını
bekleyerek tek bir kelime etmemişti.
Adam
karşısındaki kadının oldukça güçlü olduğunu çok ama çok iyi biliyordu.
Gözlerinden yaymış olduğu vahşi öldürme arzusu adamı yerine mıhlamıştı. Dili on
sekiz nefes süresi zaman sonrasında açılmış ve bunun ile birlikte
heyecanlanarak karşısındaki kadına saygı ile selam vermişti. Kadının kendisine
karşı tek bir davranışının bile olmadığını fark eden adam hemen konuya girme
isteğini içinde bulmuş ve bunu diline yönlendirerek konuşmaya başlamıştı.
‘’Tıpkı
benden istediğiniz gibi vermiş olduğunuz iksiri tamamen döktüm. Genç, yani
eskiden genç olan kral şimdi büyük bir hız ile çöküyor…’’ demiş ve hemen
ardından ise susmuştu. Düşünceleri arasında kadın için bu kadar bilginin
yeterli olduğunu düşünmüş ve hemen ardından ise tekrar selam vererek mekandan
ayrılmak istemişti.
Bunu gören
kadın ‘’Bekle bakalım küçük fare…’’ mırıldanmıştı, dudaklarından çıkan her ses
tıpkı bir melodiyi andırıyordu ve bu adamı büyülemeye neredeyse yetmişti.
Kadının sadece sesi ile birlikte katlanarak artan cazibesi o kadar baştan
çıkarıcıydı ki adam durmuş ve tekrar önünü kadına dönmüştü. Kadının sadece bir
konuşma ise kendisini bu hale getirdiğini fark eden adam ‘’Ne kadın ama…’’ diye
düşünmüş ve kendisine doğru gelen kadın ile birlikte boğazında biriken yumruyu
aşağıya doğru göndermişti. Bir kadının kendisini bu kadar cezbetmeyeli ne kadar
zaman geçmişti? Kralın uşaklığını yaptığı kısacık bir dönem olan bir döngülük
zamanda bile onlarca kez yüzlerce farklı kadının kral için çarpıştığını
görmüştü. Haremin her gün büyümesi ile birlikte içeriye giren sayısız kadının
arasında krala hizmet yaparken bile hiçbir kadın onu tahrik edememişti. Ancak
karşısındaki kadın sadece kısacık bir aşağılama ile bile kendisini cezbetmeyi
başarmış ve neredeyse salyalarını akıtacak bir köpek haline dönüştürmüştü.
Adam suratını
kadına doğru döndürdüğünde kadının bir anda kaybolduğunu fark etmiş ve kafasını
yukarıya doğru çevirmişti. Kadının bir anda havaya doğru yükselmesi ve havada
süzülerek kendisine doğru gelmesi ile birlikte adamın hayal gücü tavan yapmış
ve kafasındaki görüntü ile birlikte gözleri büyümüştü.
Adam hayal
dünyasının engin denizlerine yelken açmış, ilerlerken kadın ise adamı
elbisesinin iki yakasından tutarak tekrar havaya yükselmiş ve aşağılık adamı
biraz taşıdıktan sonra ise uçurumdan aşağıya bırakarak süzülmesini sürdürmüştü…
***
Kung Lao
ayaklarının daha yeni buzdan zemine basmasına karşısın yavaş yavaş donması ile
birlikte işinin çok sıkıntılı olduğunu anlamış ve elini bir an önce çabuk
tutması gerektiğinin farkına varmıştı. Kendisi için her saniye çok önemliydi,
kafasında kendisi için özel olarak çevrilmiş cümle sürekli olarak dolanıp
duruyordu. Burada buz kendisi karşısındaki ise bir kordu.
Kafasındaki
düşünceler oluşurken aynı zamanda içinde kupaya doğru ilerleme isteği
uyanmıştı. Üstünde bulunan mavi renkli ateş öylesine parlak ve canlı bir
görünüm kazanmıştı ki Kung Lao’nun benliği direkt olarak harekete geçmiş ve
‘’benim olmalı!’’ diye düşünmesine neden olmuştu.
Ancak tek bir
sıkıntısının olduğunu çok iyi biliyordu Kung Lao oda hemen karşısında bulunan
ve bir heykele benzeyen kırmızılar içerisindeki kendisine benzeyen insan
kopyasıydı. Kung Lao buz tutmaya mahkum olmuş ayakkabısının içinden ayaklarına
doğru akın eden soğukluğu hissettiğinde artık hareket etmesi gerektiğini fark
etmiş ve sismik adımlar ile derhal koşarak ilerlemişti.
Mevcut kaynak
enerjisinin büyük çoğunluğunu bacaklarına yönlendirmiş ve hızına hız katmış
olan Kung Lao doğrudan ateşe doğru koşmuş ve neredeyse ateşe dokunacak kadar
yakınlaşmıştı.
Tam bu esnada
ise kendisine gelen bir başka tekmenin varlığını fark etmiş ve hızlıca geriye
doğru takla atmış olan Kung Lao, Xi Wangmu‘nun gözlerindeki öldürme açlığını
fark etmiş ve korkunun bacaklarına işlemesine engel olamamıştı.
Bacaklarındaki
korkunun oldukça kısa süreli etki etmesi için Kung Lao hemen derin nefes
tekniğini kullanmaya başlamış ve her nefeste rahatlayan vücudunun içindeki
gerilmeyi kısa sürede yok denecek kadar azaltmıştı. Ayaklarının sinir uçlarına
dürtme yapan soğukluk ile birlikte Kung Lao üşümeye başlamış ve ayaklarının bu
kısacık sürede şimdiden karıncalandığını fark ettiğinde ise hareket etmesi
gerektiğin anlamıştı.
Bu sefer
farklı bir yöntem izlemek isteyen Kung Lao tekrardan ateşe doğru koşmuş ve
kendisine bir saldırı gerçekleşeceğini bildiği için tüm gücü ile ani bir
manevra yaparak Xi Wangmu’nun üstüne doğru koşmuştu. Xi Wangmu’nun surat
ifadesinde bir an bile bir değişiklik olmamıştı. Suratındaki sert mizaç
öylesine ürkütücüydü ki, bir an için Kung Lao adamı sadece güldürmeye
çalışacaktı.
Adamın
ifadesizliği ve hareketsizliği öyle can sıkıcı boyuttaydı ki Kung Lao adamın
yanına son üç adım kaldığında zıplamış ve hemen ardından ise bir bacağı ile
adamı hedefleyerek süzülmüştü.
Adamın ne bir
surat ifadesinde değişiklik olmuş nede hareketlerinde bir bozulma meydana
gelmişti. Sadece Kung Lao’nun kendisine saldırdığını fark ettiğinde bir kolunu
hızlıca havya kaldırmış ve tek bir tokat hareketi ile bacağını engellemişti.
Kung Lao kukla gibi duran adamın tekrar suratına bakmış ve yerdeki elinin
verdiği acısı ile kafasını hızlıca yere indirerek eline bakmıştı.
Derhal
toparlanmış olsa da elinin üstünde oluşan anlık siyahlık, bir mürekkebin kağıt
üstünde dağılması gibi anında dağılmış ve elinin parmak uçlarından avuç içine
doğru yaylmaya başlamıştı.
Kung Lao bu
dağılma ile birlikte çığlık atmış ve bağırmıştı. Derisinin adeta dağlandığını
ve alev aldığını hissetmiş ve elindeki acı gitsin diye sallamıştı. Sallamış
olduğu elindeki acı kaybolmak yerine daha da fazla artmış ve eline bulaşan
siyahlık savrulma ile birlikte parmakların birbirine çarpmasından ötürü
çatlamalara neden olmuştu.
Çatlamalar
gerçekleştiğinde ise Kung Lao’nun bütün bedeni devasa bir kılıcı yutmuş gibi
dik bir pozisyona gelmiş ve bütün zihnindeki düşüncelerin sadece
parmaklarındaki ve ayağındaki acıya yoğunlaşmıştı. Dişleri birbirine tıklamış
ve arada kalan masum dili, al ve üst çenesi tarafından sıkıştırılarak kan
ağlatmasına neden olmuştu.
Dilinden
çıkan kanın kontrolünü kendisinde bulamayan Kung Lao tek yapabildiği şeyi
yapmış ve ağzındaki kanla karışık tükürüğü hızlıca yere tükürmüştü.
Daha
tükürdüğü anda donan tükürüğü içi kan ile dolmuş bir kristale benzemişti. Kanın
yapısında en ufak bir değişiklik olmamış ve en son bırakıldığında oluşturduğu
leylak çiçeğine benzer bir figür ile büyüleyici bir manzaranın oluşmasına
yardımcı olmuştu. Ancak Kung Lao bunları görebilecek kadar rahat bir durumda
değildi. Nasıl olurdu da, elleri siyahlar içerisinde yanarken, ayaklarının
üşümesi ile can acısını bir kenara bırakıp oluşturduğu manzaraya bakabilirdi
ki.
Kung Lao’nun
kafasında sürekli olarak bilmece gibi olan çeviri dönüp dolaşıyordu. Aklına
hangi düşünceyi getirmiş olsa her seferinde yanlışı bulduğunu fark ediyor ve
tekrar en başa dönüyordu. Bu esnada ise sürekli hareket ederek üşüyen bedenini
ısıtmaya çalışıyor ve ısıtabilmek için siyaha tıpkı kömüre dönmüş olan eline
hava üfleyerek ısıtmaya çalışıyordu. Ancak ne kadar üflemiş olursa olsun bir türlü
kendi nefesini elinde hissedemiyordu. Elinin vahameti öyle bir durumdaydı ki
parmak uçlarını hissediyor ancak bir türlü hareket ettiremiyordu. Ayrıca
yanarak canını acıtması da ayrı bir dertti. Tüm benliğini içten dışa doğru
çürütüyor ve yok ediyordu. Kung Lao adım atmayı sürdürüyordu ancak bu bile
kendisine artık sadece bir acı veriyordu. Kung Lao’nun yürümekten ötürü ilk acı
çekişiydi ve bu durum narin ayaklarının yavaş yavaş yarılmasına ve donmuş
ayakkabısının içine doğru kanın akmasına neden olmuştu.
Akan kan
donmuş ayakkabı ile birleştiği anda donmuş ve bu durum ayağının ayakkabıya
yapışmasına neden olmuştu. Bunu fark edemeyen Kung Lao ise ilk adımı ile
birlikte derisinin vücudundan ayrıldığını hissetmiş ve tekrar dişlerini sıkarak
acının azalmasını beklemişti.
Düşünme
süresi acı aldığı her saniye daha da köreliyordu. Öylesi bir körelmeydi ki en
sonunda Kung Lao’nun kafasında sadece tek bir soru kalmıştı. Bilmece neydi?
Düşüncelerinin
teker bedeninin den ayrıldığını hisseden Kung Lao vücudunu daha fazla hareket
ettirmiş ve buna karşın vücudu daha fazla enerji salınımı yaparak üşümüştü.
Ancak bunun nedenini az hareket ediyormuş gibi düşünen Kung Lao her seferinde
daha fazla hareket etmiş ve bedenindeki enerjiyi her seferinde daha da fazla
tüketmişti. Bacaklarındaki hareketlilik azalmış ve yavaş yavaş göz kapakları
ağırlaşmıştı.
Her nefesinde
çıkan buhar miktarı azalmış ve neredeyse yok olma noktasına gelmişti.
Bedenindeki ısı öylesi bir hız ile düşüyordu ki, Kung Lao değil de bir başkası
olmuş olsa şuan çoktan donarak ölmüştü. Kung Lao için ise bunların hepsi sadece
amacına ulaşmak için çekmiş olduğu ufak yokuşlardı.
İradesinin bu
kadar kuvvetli olmasını sağlayan şey ise kuşkusuz ki açgözlülüğüydü. Öyle çok
açgözlüydü ki, onun dışında başka hangi insan tüm Angoria’yı ele geçirmek
isterdi?
Kung Lao’nun
bilinci yavaş yavaş faaliyetini yitiriyordu. Bedeninin her köşesi ustası ile
antrenman yapar gibi acıyor ve ağrıyordu. O zamanlarda bile Kung Lao bu ağrıyı
geçirmek için uyumaya çalışırdı, ancak ustası her seferinde kafasına bir tokat
patlatmış ve ‘’uyuma gevşe!’’ diyerek bağırmıştı.
Bu iki kelime
kendisine bir anda enerji vermişti. Kung Lao’nun çarpık vücudu bir anda
düzleşmiş ve karşısındaki Xi Wangmu gibi bir surat ifadesine bürünmüştü. İşte o
anda bilmecenin cevabını da bulan Kung Lao kafasında cevabı yankılandırdı.
‘’Buzun bir duygusu yokki…’’
Üzerinde
dikilmiş olduğu buz sanki bunu bekliyormuş gibi bir anda üzerinden soğukluğunu
kaldırdı, Kung Lao’nun vücut sıcaklığı tekrar eski haline dönmeye başlamıştı.
Bedenindeki yaralanmalar kapanmıyordu ancak en azında eskisi gibi buz ile
donarak kendisine büyük miktarda hasar vermiyordu. Kung Lao’nun tüm bedeni buzu
içinde hissetmiş ve hemen ardından ise buz kaybolmuştu. Kung Lao kendisine bir
şey olduğuna emin olamadığı için Kaynak Enerjisini hem zihnine hem de iç
organlarına yönlendirmiş derin bir nefes almıştı.
İç
organlarına hiçbir zarar verilmemişti ve sadece kırık göğüs kafesinin ince
dokunuşları kendisine acı vermişti. Kung Lao aklına geldiği anda hızlıca yere
çökmüş ve kafasındakileri boşaltarak tek odak noktasını göğüs kafesi haline
getirdi.
Aziz
Yordan’ın taş bitkisinin kudreti öyle fazlaydı ki Kung Lao sadece bir tütsü
süresi boyunca meditasyonda kalmış ancak bu bile kemiklerinin kaynamasına yetip
artmıştı. Gözlerini tekrar açan Kung Lao hemen dibinde Xi Wangmu’yu görmüş ve
korkarak kendisini iki adım geriye doğru tek eli ile sürüklemişti. Xi Wangmu
ise sadece gülümsemiş ve bu gülümsemesi Kung Lao’yu şaşkınlıktan öldürecek
derecede bırakmıştı.
Elini Kung
Lao’ya uzatan Xi Wangmu ‘’Tebrikler, bana verilen testlerin ikisinide başarıyla
tamamladın. Sana daha fazla test uygulamak isterdim ancak… Bunu yapabilecek bir
yetkim yok.’’
Kung Lao
testleri başarı ile bitirdiğinde gülümsemesine kendi gülümsemesi ile karşılık
vermiş ve ‘’Keşke…’’ diye mırıldanmıştı. Kung Lao’nun kafası bu mırıldanma ile
birlikte istemsiz olarak kadehe gitmiş ve doğrudan bakışlarını ona doğru
kitlemişti. Xi Wangmu bir anda gözden kaybolmuş ve tekrar görünmüşü. Giderken
ki halinden tek bir farklılık dışında hiçbir farklılık yoktu.
O farklılık
ise elinde tutmuş olduğu kadehti…
[1905]
***
Kelime sayısı
ilginçtir ki Galatasaray’ın kuruluş yılı çıktı. (Takım tutmuyorum) Bende o
yüzden bu bölümü Galatasaraylı olan tüm okurlarıma armağan ediyorum. İyi
okumalar.
Bir sonraki
bölümü merak mı ediyorsun?
O zaman
bekle, oku ve öğren :D
Comment Now
0 yorum