Angoria Bölüm 67

Angoria Bölüm 12: Xi Wangmu


Kung Lao testin sahibinin ismini duyduğu anda ağzı bir karış açık kalmıştı. Xi Wangmu’nun ismini duymayan kim vardı ki? O ki batının fatihi ve sonsuz yaşamın sırrına sahip olan yegane kişi… O ki tüm yaraları ve sakatlıkları tek bir dokunuşla iyileştiren kişi. Yücelerin yücesi bir şifacı…

Dünya üzerinde bulunan bütün şifacılar onun varlığından haberdardır. Üç bin yıl önce Buji Dağlarında kaybolmuş olduğu rivayet edilse bile; şuan yaşadıkları günlerde bile halen onun öğretileri diğer insanlara geçirilir. Hatta yaradılış destanının bir numaralı kişisi olduğu bile söylenen Xi Wangmu’nun gücü tüm dünyaya bedel bir haldedir. Efsanelerin bile efsanesinde olan kişinin tek bir bakışı ile dağların yarıldığını ve yine tek bir tokadı ile birlikte nehirleri kuruttuğu söylenir.

Sadece yok etmek ile kalmaz aynı zamanda var da ederdi Xi Wangmu, Efsanelere göre Angoria içerisinde hayatın yaşanabilir olmasının sebebi odur. Ondan daha üstün bir canlının olmadığı bile söylenir. Öylesine ihtişamlıdır ki, rivayete göre saçından bir tel koparan kişi ömrünün sonuna kadar mutluluk ile yaşar. Kolu olmayan birisine sadece dokunarak yeni bir kol çıkartabilir. İstediği kişileri ölümsüz yaparak doğrudan kendisi gibi onları da efsaneleştirebilirdi.

Kung Lao bu hikayeyi geçmiş ve şimdiki yaşamlarında binlerce kez okumuş ve dinlemişti. Şifa kitaplarında sürekli olarak ismi geçtiği için arkın iyice kafasına kazınmış ve kendi isminden önce onun ismi gelecek kadar çok tekrarlamıştı. Tüm bildiklerini kafasından hızlıca geçiren Kung Lao’nun dikkatini bir şey çekmişti. Bu zamana kadar öğrenmiş olduğu her şey sadece Xi Wangmu’nun keşfetmiş olduğu bilgilerdi. Onun dışında hiçbir bilgiyi kendisine katamamıştı…

Üzülmüş olsa bile Kung Lao’nun kendisini hazırlaması gerektiğini bildiği için hemen lotus pozisyonuna geçmişti. Bu pozisyona en son ne zaman geçtiğini dahi hatırlayamıyordu Kung Lao…

Bütün iç enerjisini acıdan kıvranan ve yavaşça morarmaya başlayan bacağına odaklayan Kung Lao derin nefesler alarak Aziz Yordan’ın taş bitkisinin mucizelerini tekrar görmeyi amaçlamıştı. Bütün kemikleri sertleşmiş olmasına rağmen halen kırılabilmesi vücudunun bir et yığını olduğunu hatırlatıyordu. Kung Lao kırılan kemiğine doğru göndermiş olduğu kaynak gücü ile birlikte aynı anda çalışmaya başlayan Taş Bitkisinin gücünü kullanarak son derece etkili bir şekilde bacağının iyileşmesini sağlamıştı. İyileşen her kemik dokusu ile birlikte kendisine geldiğini düşünen Kung Lao için bu adeta çölde su bulmaya eş değer nitelikteydi.

Kung Lao son nefes verişi ile birlikte meditasyonunu tamamladığında derin bir nefes almış ve gözlerini açmıştı. Gözü ile gördüğü manzara son derece tatmin ediciydi. Taş bitkisinin gücü ölçülemezdi ve eşsiz özelliği sayesinde çok kısa sürede kırık bacağını iyileştirebilmişti. Eğer şuan Taş Bitkisini yememiş olsaydı kim bilir kaç defa ölüm döşeğinde olacaktı ve bu her seferinde sonu haline gelecekti. Bunun olduğunu hayal eden Kung Lao hemen kafasını sallamış ve tekrardan o mağarada bulunan bitkilere şükretmişti.

Tekrar ayağa sağlam bir şekilde kalktığında Kung Lao’nun kafasında bir tek üzüntü vardı. Sadece birkaç saat öncesinde ne yaparsa yapsın asla hareket etmeyen koluna çok üzülüyordu. Kılıcını kullandığı eli sağ eli olduğu için kılıcını kullanmayı bile düşünmemişti. Sağ kolu normalden daha fazla kaslıydı ve bu yüzden kullanacaksa sadece sağ kolu ile kullanmalıydı. Aksi takdirde çok zor olacaktı kaldırması…

Kung Lao boşa sallanan sağ koluna bakarak bir iç çekti ve ‘’En azından halen yaşıyorum…’’ diye kendisine moral verdi. En azından yaşıyordu ve sefil bir şekilde ölmemişti. Halen bunu kendisine yapan kişiye karşı intikam alabilecek gücü vardı ve bunu kullanmaktan asla çekinmeyecekti.

Kung Lao ne kadar meditasyon yaptığını bilmiyordu. Bu yüzden kendisi gibi platin saçlı ve mermer yüzlü adamın gelerek ona haber vermesini bekliyordu. Bu süre zarfında ise Kung Lao etrafına bakınmış ve her yerde bulunan kuş figürünün anlamını çözmeye çalışmıştı. Ancak bunu ne zaman yapmaya kalkışsa başına büyük bir ağrı girmiş ve bir tütsü süresinin sonucunda ise bunu yapmaktan vazgeçmişti. Dudaklarının kuruluğu ile kendisini vaha arayan bir gezgine benzeten Kung Lao hemen mekânsal yüzüğünden bir matara çıkarmış ve yudumlamıştı.

Mekansal yüzüğüne su ve bir çok yiyecek maddesini depolaması onun en büyük şansıydı. Kim bilebilirdi ki böylesine bir teste tabi tutulacağını. Kung Lao’nun geçmiş yaşamında öğrenmiş olduğu derin nefes tekniği sayesinde ciğer kapasitesi öylesine çok artmıştı ki, canı sıkılan Kung Lao en sonunda nefesini tutmaya karar vermiş ve üç yüz nefes süresi boyunca nefesini ciğerlerinde tutmuştu. Daha da tutabileceğini fark eden Kung Lao ciğerlerinin bu kadar gelişmiş olacağını aklının ucundan bile geçirmemiş ve görmüş olduğu sonuç ile birlikte son derece mutlu olmuştu.

Gözlerini Tengri Mei’ye çeviren Kung Lao, hem ona karşı mahcup; Hem de ona karşı minnettar bir surat ifadesi ortaya koymuştu. Mahcuptu çünkü buraya onun sayesinde gelmişti ve bu sırada ona kötülük yapıyordu. Minnettardı çünkü onun sayesinde böylesine antik bir yerin varlığından haberdar olmuştu. Hemen Tengri Mei’nin arkasındaki duvarda bir anda birkaç yazının değiştiğini fark eden Kung Lao dikkatini direkt olarak o noktaya yönlendirmiş ve değişen yazıları hiç vakit kaybetmeden okumuştu.

“Buz bir kez kalbini açtığında içine düşen kor onu sonsuz soğukluğundan koparmış, Engin nehirlere doğru akmasını sağlamıştı. Ancak… Buz bunu istemişmiydi?’’

Kung Lao bunu okuduğu anda yazı tekrar eski anlaşılmaz yazısına tekrar dönmüş ve Kung Lao’nun tekrar okumasına izin vermemişti. Kung Lao iyi ki çok iyi bir okuyucuydu ve okuduğu bir şeyi kolay, kolay asla unutmazdı. Hemen hafızasına kazımış ve zihninde bu iki cümleyi defalarca kez kafasından okumuştu.

Kafasında her canlandırışı ile anlamının değiştiğini fark eden Kung Lao defalarca kez tekrar etmiş ve bu sonunun anlamını kendisine sorar olmuştu. Nitekim sorduğu sorular her seferinde başka bir sonuca çıkmış ve Buzun niyetini asla fark edememişti. Buz tam olarak ne istemişti? Kendisini özgür bırakan kor parçacığının yapmış olduğu iyiliği nasıl olurda anlamamıştı?

Kung Lao bunları düşündüğü sırada bir anda karşısında; platin saçlı, kırmızı dudaklı, mermer gibi bir renge sahip adam karşısına çıkmıştı. Sadece bir yemek süresi kadar önce giydiği kıyafetten eser kalmamış ve kırmızının en göz alıcı kıyafetini üstüne geçirerek Kung Lao’nun dibinde bitmişti.

Kung Lao gelen adam ile birlikte testin az sonra başlayacağını anlamış ve tekrar derin bir nefes alarak kendisini hazırlamıştı. Adam ona bakmış ve tek kaşını havaya kaldırmıştı, ‘’senin için bizzat izin alarak tercüme ettiğim metni okumuşsundur umarım.’’

Kung Lao hızlıca kafasını sallamıştı, ‘’Okudum, okumama izin verdiğiniz için teşekkür ederim…’’

Kung Lao sözlerine devam edememişti, bunun sebebi ise karşısındaki adamın ismini bilmemesiydi. Karşısındaki adam Kung Lao’nun bir anlık olarak donarak kalmasına tebessüm ile karşılık vermiş ve ‘’Bana Xi Wangmu diyebilirsin…’’ diyerek kendisini tanıtmıştı.

Kung Lao ismi duyduğu anda gözlerini pür dikkat açmış ve ‘’Siz… Lütfen beni bağışlayın kıdemli Xi Wangmu!’’ diyerek secde etmişti. Kung Lao’nun bu ani hareketi ile kendisi görmemiş olsa da Xi Wangmu ellerini kaldırmış ve iki yana sallayarak ‘’Lütfen kalkınız, benim adım Xi Wangmu olabilir ancak ben sadece bir test görevlisiyim. Asıl olan Xi Wangmu’nun sadece bir kopyasıyım. Amacım buraya teste gelenlere yol, çalmaya gelenlere ise ölümü göstermek.’’

Kung Lao kafasını kaldırmıştı ki karşısında dikilen adamın suratından hiçbir ifadenin okunmadığını fark etmiş ve ürkmüştü. Demin çıkan ses gerçekten kendisine mi aitti? Kung Lao bunu asla bilemeyeceğini fark etmişti. Xi Wangmu’nun böylesi bir konuşmasından sonra Kung Lao testin ne zaman başlayacağını merak etmiş ve doğrudan Xi Wangmu’ya bakmıştı. Gözlerini bir saniye bile ayırmamaya özen gösteriyordu.

Ancak saniyenin onda biri kadar bir süre gözlerini kapatmıştı ki bir anda göğsüne doğru bir tekme süzülmüştü.

Kung Lao tekmeyi göğsüne yediği anda bir kayanın üstüne oturduğunu hissetmişti. Tekmenin etkisi ile birlikte bacaklarının zemin ile olan bağlantısı kesilmiş ve kendi boyunun iki katı kadar uzağa uçmuş hemen ardından ise yuvarlanmıştı. Devasa büyüklükteki odanın bir ucundan diğer ucuna yarım kilometrelik mesafe kaldığında Kung Lao durmuş ve ağzına gelen kanı elinin tersi ile silmişti.

“Eğer bir kopya bunu yapabiliyorsa, aslı beni yok eder…’’ diye düşünen Kung Lao ciğerlerine batan kemik parçasını hissettiği anda ufak bir inleme gerçekleştirdi. Kafasını tekrar havaya kaldıran Kung Lao hızlıca doğrulmuş ve zeminin bir anda masmavi olduğunu görmüştü. Mavi olmasının en büyük sebebi ise kendisini bir anda gösteren dondurucu soğuktu. O kadar hızlı bir şekilde ortalığı dondurmuştu ki, kalın bir buz tabakası yerden yükselmiş ve geniş bir alan içerisinde etkisini sürdürmeye devam etmişti.

Kung Lao şimdi işin aslını çözmüştü. Duvarda yazan yazı bizzat kendisi içindi ve en sonucunda ise içine düşen kor Xi Wangmu’dan başkası değildi. Ancak Kung Lao bir konuda bilmecenin yanıldığını hissetmişti. Karşısındaki kişi bir kor parçası değil adeta her an patlamaya hazır bir yanardağdan başkası değildi.

Kung Lao adamın duygusuz suratına baktığında, testinin bu adam olduğunu anlamıştı. Yapabileceği tek şey olan dövüşme eğilimini gerçekleştirecek ve ne olursa olsun bu adamı yenmeye çalışacaktı.

Kung Lao bir adım attığı anda göğsüne batan kemik ile birlikte anında durmuş ve zincirlenmiş gibi bir surat ifadesi ile tek kolu sayesinde göğsünü tutmuştu. Sadece tek bir adım bile bu kadar acı yaşamasına neden oluyorsa Kung Lao’nun dövüşmesi imkansıza yakın gibi bir şeydi.

Kung Lao buna kaybedecek birisi değildi ve sırf bu yüzden inatçılığı bütün gözeneklerinden çıkmış ve vücudunu dik tutarak ilerlemesini sürdürmüştü. Her nefes ile birlikte akciğeri acımış olsa da Kung Lao önemsememiş ve mekânsal yüzüğünden çıkarmış olduğu kan donduran hapını tek lokmada yutmuştu.

Bütün vücuduna etki eden hap anında Phialamına doğru gitmiş ve oradan ise ruhsal damarları ile vücuda dağılmaya başlamıştı. Kılcal damarların içinden dışarıya akan kanın akışını kesmiş ve o damarlardan daha az kan akmasını sağlayarak ilerdeki kanamalarında önüne geçmişti.

Kung Lao’nun acısından bir gram bile azalma gerçekleşmemişti. Ancak sadece ağzına gelen kan kesilmiş ve bu sayede kendisini daha rahat hissetmişti. Kung Lao’nun bu rahatlığı sayesinde kolayca buz kalıbının üstüne çıkmış ve iki korunaklı adım atarak durmuştu.

Ne kadar soğuk olacağını düşünemeyen Kung Lao daha attığı iki adımla birlikte ayaklarındaki ayakkabının çoktan donmaya başladığını hissetmiş ve bir an önce buradan inmesi gerektiğini o anda anlamıştı. Ancak tek bir sıkıntı vardı, kendisine doğru ağır ancak son derece göz korkutucu adımlar atarak gelen Xi Wangmu’yu nasıl geriye püskürtecekti?

[1555]

***
İtiraf etmem gerekiyor ki bu iki bölümdür çok zorlanıyorum. Elimdeki gerçek bilgileri bu seriye uyarlaması cidden ama cidden bayağı zormuş bunu anlamış bulunuyorum. Usta yazarlara buradan saygılarımı sunuyor ve biraz beni kutsayın demeyide eksik etmiyorum.

Ayrıca biraz eksik bir dilim olduğunu fark ettim. Yani iyi yazamıyorum, eh bundan ötürü sanırım çoğunuz beğenmiyor… Daha iyi yapacağım yazı dilimi.

Bu günlük bu kadar iyi geceler.

Posted by
Facebook Twitter Google+

Comment Now

0 yorum