Angoria Bölüm
11: Test (1)
Kung Lao bir
anda ortaya çıkan çukurun içine düşmüş olan Tengri Mei’ye ağzı açık bir şekilde
bakakalmıştı.
‘’KYAAA!!!’’
Diyerek Kung
Lao’ya doğru yankı sayesinde oluşan çığlık ile birlikte Kung Lao’nun ciğerinden
bir parça kopmuş ve kendisini çukurun yanına doğru gitmişti. Çukurun içini
inceleyen Kung Lao ilerisinin karanlık olduğunu fark etmiş ve çukurun girişinde
bulunan irili ufaklı sembollerin bir araya gelerek bir bütün oluşturduğunu fark
etmişti. İşlemelerin bir figürünü bir yerde gördüğünü fark eden Kung Lao
nereden olduğunu çıkaramamış ve merak içerisinde kendisini çukura doğru
bırakmıştı.
Biraz önce
gönderdiği korumaları göndermemeyi düşünen Kung Lao keşkenin onu
kurtarmayacağını bildiği için önemsememiş ve çukurdan bir çeşit huninin içine
doğru düşmüştü. O kadar hızlı ilerliyordu ki Kung Lao’nun etrafına bakmaya
fırsatı olmuyordu. En sonunda büyük bir kuş figürü gören Kung Lao nerede
olduğunu anlamaya çalışmış ancak bu konuda başarısız olmuştu.
Tengri
Mei’nin yardım çığlıkları sürekli olarak etrafta yankılanıyordu. Kung Lao bu
yardım çığlıklarına en sonunda tarafsız kalamamış ve ‘’GELİYORUM!!’’ diye
bağırmıştı. Tengri Mei’nin şuan için kendisine şükürler ettiğini düşünen Kung
Lao sırıtmış ve ‘’İstediğim bir göz iken bana verilen iki göz’’ diyerek
sevincini kelimelere dökmüştü.
Bu sırada ise
Tengri Mei tekrar bağırmış ve kaymakta olan Kung Lao’nun kulaklarını tekrar
sağır etmişti. Kung Lao bu kadar büyük
çaplı bir çığlığın neyden kaynaklandığını pek bilmiyordu. Açıkçası bu kadar
korkulası bir çığlık ancak ölüm korkusuyla atılabilirdi. Onun için Kung Lao’nun
aklına ilk olarak Tengri Mei’nin büyük bir güç tarafından esir alındığı
gelmişti, ancak bunu hemen aklından çıkarmıştı.
Huni gibi
yapının en sonunda içinden geçen Kung Lao kendisini bir anda bir kaydırağın
üstünde bulmuş ve tekrar kaymaya başlamıştı. Bu esnada ise geldiği noktanın
belirsiz olduğu bir ışık kaynağı tarafından ortalık aydınlanmış ve duvar
üstündeki motifler çok daha belirgin hale gelmişti. Hiçbir harfini okuyamadığı
bir yazının altında bulunan tekrar bir kuş motifi ile birlikte Kung Lao bunun
ne anlama geldiğini tekrar kendisine sormuş ve bir şekilde bunu öğrenmeyi
kafasına not etmişti.
Kaydırağın
sonsuzluğa açıldığı fikrini iyice benimseyen Kung Lao bir tütsü süresi boyunca
kaymış ve en sonunda ise sert bir zemine kıç üstü düşmüştü. Sert zemine bir
anda değen kalçasından ötürü kısa bir acı duyan Kung Lao ayağa güçlükle kalkmış
ve kıçını ovalamıştı. Kıçındaki ağrının en sonunda azaldığını hisseden Kung Lao
etrafına bakmış ve büyüleyici manzara karşısında şoke olmuştu.
Devasa
büyüklükte bir oda içerisinde duran Kung Lao dört bir yanını çevreleyen yazılar
ve motiflerle dolu odanın her boş köşesine işlenmiş olan kuş motifinin ne
anlama geldiğini az çok sonunda anlamaya başlamıştı.
Eski
hayatında okumuş olduğu binlerce kitaptan birisini hatırlayan Kung Lao bu tip
mezarların bulunduğunu işitmiş ve bu motiflerin ölen kişiyi sonsuzluğa daha
rahat bir şekilde ulaştıracağına inanan bir topluluğa ait olduğunu hatırlamıştı.
Bu topluluk
öylesine derin bir alt kültüre sahipti ki neredeyse kimse bilmiyordu. Kung
Lao’nun okuduğu kitap ise bu kültürün vahametini anlayarak bunu gelecek
nesillere anlatmaya çalışmış olan eski bir topluluk üyesine ait bir kitaptı.
Bu kitapta
ölen kişilerin sonsuz bir yaşam kazandığını ve bir sonraki dünyalarında
kendilerine eşsiz yeteneklerin bahşedildiğine inanıyorlardı. Kuşlar gibi özgür
olacaklarını ve kendilerine düşen görevi tamamladıklarını düşünüyorlardı.
Kung Lao bu
kitabı ilk kez okuduğunda aklında hemen bir soru belirmişti. ‘’Hangi görevi
tamamlamışlardı?’’
Bunun üstüne
defalarca düşünen Kung Lao bir cevap bulamamış ve en sonunda ise unutmaya yüz
tutmuştu. Şuan bile sadece motifler ile aklına geldiğini fark eden Kung Lao gerçekten
de bu kadar derinlere böylesi bir bilgiyi nasıl ittiğini anlayamamıştı.
Kung Lao bu
düşüncelerdeyken bir anda kolundan birisi tutmuş ve çekmişti. Kung Lao ne
olduğunu bile anlayamadan Tengri Mei’nin çekiştirmesi ile ona doğru dönmüş ve
Tengri Mei’nin kuvvetli sarılması ile birlikte kendisini boğulmanın eşiğinde
bulmuştu. Kung Lao neredeyse nefes alamaz hale gelmişti. Öyle güçlü bir
sarılmaydı ki en sonunda Kung Lao, Tengri Mei’nin kaynak gücünü kullanarak
sarıldığını fark etmiş ve öksürerek ‘’Kaynak gücünü birazcık da olsa çeksen?
Öldürüyorsun beni…’’ diyerek girmiş olduğu durumu anlatmıştı.
Tengri Mei,
karşısındaki Kung Lao’nun kızaran suratını gördüğünde hemen kendisini geri
çekmiş ve ‘’Be-Ben Ço- Çok korktuğum için… Bilemiyorum, özür dilerim.’’ Diyerek
kafasını mahcubiyetle eğmiş ve kızaran yanaklarını elleri ile örtmüştü.
Kung Lao bir
kez daha zora düşmüşlüğün insanı ne denli değiştireceğine şahit olmuştu. Kim
derdi ki Tengri Mei denen güzelliğin boynuna sarılacağını? Dudaklarında bir
gülümseme ile arkasını dönmüş ‘’Beni takip et bakalım buradan nasıl
çıkacağız…’’ diyerek ağır adımlar ile ilerlemeye başlamıştı.
Bir anda
kullanabildiği tek el olan sol eline sarılan Tengri Mei ‘’Lütfen bu şekilde
durmamıza izin ver… Ben… kendimi biraz iyi hissetmiyorum.’’ Diyerek zorunluluk
olarak gördüğü eli sıkmıştı. Devasa büyüklükteki taştan salonda motifler
dışında sadece tek bir nesne duruyordu. Bu nesne ahşaptan bir kadehti ve Kung
Lao bu kadehin neden orada olduğunu bilmiyordu. Kadehin üstünde, havada süzülen
mavi renkli bir ateş tüm odayı aydınlatıyor ve iç ısıtıyordu.
Kung Lao
bütün bedeninin ateşe doğru yavaşça çekilmeye başladığını hissediyordu. Bedenindeki
tüm kan sanki o ateşten ufacık bir parça istiyordu. Ateşe doğru attığı her
adımda tüylerinin ürperdiğini damarlarının ise özlem ile dolu olan kanı, şevk
ile tekrar pompalamaya başladığını hissediyordu. Vücudunun ısındığını hisseden
Kung Lao aynı şekilde mi hissediyor diye Tengri Mei’ye baktığında ise bir şeyin
farkına varmıştı.
Tengri
Mei’nin suratı adeta kül rengine dönüşmüştü. Bütün vücudunun kaskatı kesildiğin
ve en son attığı adımla birlikte bir ayağının havada kaldığını fark eden Kung
Lao, kızın elini eli ile dürtmüş ancak tek bir tepki dahi almamıştı. ‘’Hey hadi
uyan Mei!! Ne bekliyorsun!’’ diye bağıran Kung Lao’nun sesi sadece devasa
büyüklükteki odada yankılanmış ancak bu yankılanma bile Tengri Mei’nin hareket
etmesine yardımcı olmamıştı.
‘’İşte bir
hırsız daha karşımızda…’’
Bıkkın bir
sesle söylenen bu sözlerden sonra kafasını Kung Lao hızlıca çevirmiş ve
karşısında tıpkı kendisi gibi beyaz renkli bir erkek ile karşı karşıya
bulmuştu. Kung Lao karşısındaki adamı gördüğü anda hızlıca bir adım geriye
doğru gitmiş ve tek elini havaya kaldırarak hareket etmeyen Tengri Mei’yi
korumaya çalışmıştı.
Karşısındaki
adamın suratında herhangi bir duygu izi bulunmuyordu. Ettiği kelimelerden sonra
hiçbir kelime söylememiş olan adama karşı en sonunda Kung Lao dayanamamış ve
‘’Sende kimsin!’’ diye bağırmıştı.
‘’Ben mi
kimim? Ha-ha ben sadece bir haberciyim. Buraya seni uyarmak için gönderildim.’’
‘’Ha? Uyarmak
mı? Ne için uyarasın ki beni?’’
‘’Yanındaki
kız hareket etmiyor değil mi? Neden biliyor musun?’’
Kung Lao
gerçekten de neden hareket etmediğini öğrenmek istiyordu. ‘’Neden? Ona ne
yaptın!’’
Adamın suratında
herhangi bir değişim gerçekleşmemişti. Suratı tıpkı eskisi gibi sert bir
ifadeye sahipti ve platin saçları ile kırmızı dudaklarında tek bir oynama bile
yoktu ve bu durum Kung Lao’nun karşısındaki adamı bir kukla olarak görmesine
neden oluyordu.
‘’Tabellarius,
vücudunda saklananın ne olduğunu bildiğini umuyorum. Bilmiyorsan bile ileride
kesinlikle öğrenecek ve lanetler okuyacaksın. Şuan burada bulunmanın sebebi
gördüğün kadeh olmalı değil mi? ‘’
Kung Lao
adama doğru bakmıştı. İkisinin de aynı şekilde olan surat ifadesi iki buz
bloğunun birbiri ile karşılaşmasına benziyordu. ‘’Buraya sadece bu kızı
kurtarmaya gelmiştim.’’
Adam bu
sözlerden sonra ilk kez bir ifade göstermiş ve ‘’Çok ilginç…’’ mırıldanmıştı.
Mırıldanması ile birlikte arkasındaki alanda bir hareketlenme meydana gelmiş ve
hemen ardından ise durmuştu.
‘’Madem sen
buraya tesadüf eseri geldin… O zaman bunu kader olarak görelim ve sende beni bu
anıtın test edici ruhu olarak düşün. Sende buraya gelen test edilecek
kişisin.’’
Kung Lao’nun
aklı biraz karışmıştı suratına yansıtmış olduğu bu akıl karışıklığını
karşısındaki adam fark etmiş olmalıydı ki, ‘’Bu kadehin içindeki için
uygunmusun değilmisin onu test edeceğiz…’’ diyerek cümlesini tamamlamıştı.
‘’Peki ya bu
kıza ne olacak ölmeyecek değil mi?!’’
‘’Ah o kız
mı… Onu merak etme burada açılan mekânsal boyuta kabul edilmedi sadece olan bu,
burada işin bittiğinde derhal uyanacak ve geldiğiniz gibi gidebilmeniz için yol
açılacak.’’
Kung Lao bu
sözleri duyduğunda derin bir nefes bıraktı. Tengri Mei’nin yaşayacak olması çok
iyi bir şeydi. Eğer ölmüş olursa bu klanlar arası savaşı kaçınılmaz yapardı ve
bu olursa güçsüz Kung klanı sadece bir gün içinde kaybolup giderdi…
Kung Lao’nun
rahatlamasıyla birlikte karşısındaki adam bir adım geriye çekilmiş ve ‘’O halde
ilk testin başlasın!’’ diyerek ortadan kaybolmuştu. Kung Lao kendisine verilen
ilk testin ne olacağı hakkında en ufak bir fikre sahip bile değildi. Ta ki bir
anda bacaklarına gelen yoğun bir acıya maruz kalana kadar.
Bacaklarının
aşağıya doğru çekiliğini hisseden Kung Lao bir an paniklemiş ve kendisine ne
olacağını merak etmişti. Hemen ardından ise bunun sadece bir test olduğunu
düşünmüş ve ayakta kalmaya çalışarak kendisini dik tutmuştu.
Kung Lao bu
hareketi ile birlikte bedenini büyük bir kaya tarafından yavaş yavaş ezildiğini
hissetmişti. Sadece bir tütsü süresi sonunda ise bacaklarında titremeler ortaya
çıkmış ve bir milim hareket edemez hale gelmişti. Sıktığı dişlerinin arasından
çıkan salyalar ağzının iki tarafından da akmış ve yere damlamıştı.
Bir yemek
süresi kadar vakit geçtiğinde ise Kung Lao’nun bacakları isyan edercesine
sallanmaya başlamış ve dişlerinin acımasından ötürü ağzını açık bırakan Kung
Lao’nun baskıdan ötürü boğazından ağzına doğru kan gelmeye başlamıştı. Kung
Lao’nun tüm iradesi neredeyse kaybolmuştu. Öyle bir durumdaydı ki çenesini bile
kapatamıyordu. Ağzına doğru gelen kan doğrudan yere doğru inişe geçmiş ve
kıyafetine doğru akan birkaç parça kan ise elbisesinin kirlenmesine sebebiyet
vermişti.
Kung Lao bu
testin daha ne kadar devam edeceğini bilmiyordu ancak, buna dayanması
gerektiğini çok iyi biliyordu. Dayanmasına yardım eden en büyük etken ise kadeh
ve içindekiydi.
İkinci yemek
süresinin içine girdiğinde Kung Lao’nun tüm bedeni titrer haldeydi. Normalde
bir insanın bu kadar dayanması bile mucizeydi. Eklemleri kütürüyordu ve bu Kung
Lao’ya daha büyük bir acı veriyordu. Kendini yere çeken şeyin ne olduğunu da
merak ediyor ve bir an evvel bitmesi için artık yalvarıyordu.
Üçüncü yemek
süresine girildiğinde Kung Lao’nun bacaklarından birisinden eşsiz bir ses
ortaya çıkmıştı. Bu ses o kadar güçlü bir şekilde ortaya çıkmıştı ki devasa
büyüklükteki odanın her yerine yayılmış ve yankılanarak daha kasvet verici bir
şekilde Kung Lao’ya dönmüştü. Kung Lao bu ses ile birlikte acının daha da
arttığını hissetmiş ve çığlık atmıştı.
Atmış olduğu
çığlık ile birlikte ise acısı azalacağına daha da yürek burkan br şekilde
artmış ve Kung Lao’nun neredeyse bayılma noktasına gelmesine olanak sağlamıştı.
Tam bu sırada ise karşısına tekrar beyaz suratlı, platin saçlı ve kırmızı
dudaklı adam gelmiş ve ellerini çırparak Kung Lao’yu alkışlamıştı.
‘’Xi
Wangmu’nun ilk testini geçmeyi başardın genç çocuk! Tebrik ederim. İkinci test
bir yemek süresi sonrasında başlayacak. Hazır olman dileğiyle…’’ demiş ve
doğrudan geldiği gibi tekrar kaybolmuştu.
[1645]
***
Bu bölümü
normalde dün gece atacaktım ancak, uyku çok ağır bastı ve yarısında bırakmak
zorunda kaldım. Uyandığımda saat çoktan öğlenin 3 ü olduğu için ancak şimdi
yollayabiliyorum. Ancak idare edin :D
Xi Wangmu
denen kişi kim?
Testin ikinci
aşamasında neler olacak?
Kung Lao bu
testlere dayanabilecek mi?
Merak mı
ediyorsunuz?
Comment Now
0 yorum