Angoria İkinci Kitap Bölüm 1: Hizmet
Kung Klanının içerisinde sevinçli bir panik söz konuydu.
Neredeyse delirme aşamasına gelen ve bu haliyle bile son derece etkili kararlar
vererek klanın iyileşmesini sağlamış olan Kung Liu’nun biricik oğlu en sonunda
evine geri dönmüştü.
Klan sakinleri Kung Liu’nun kucaklarında duran bembeyaz
çocuğa bakakalmıştı. Önlerinde ki inci tanesine benzeyen küçük çocuk kırmızı
dudaklarını hafifçe aralamış ve tatlı tatlı nefes alarak uyuyordu ve suratında
büyük bir kederin izleri okunuyordu.
Kung Liu’nun ise hemen arkasından tıpkı bir kuyruğun sahibi
olan köpeği takip etmesine eş değer bir takip ile bir kadın ilerliyor ve
mesafesini asla bozmayacak bir şekilde adılarını Kung Liu’ya uyduruyordu.
Klan sakinleri kadının kim olduğunu bilmiyordu. Suratında
daha yeni yeni kabuk bağlamaya başlamış olan kötü bir yara ile birlikte takip
eden kadının iyi bir fiziğe dolgun sayılabilecek göğüslere ve kaçlara sahip
olmasıyla birlikte Klanın erkek kesiminin suratında ufak bir kızarma oluşmuş ve
kimisinin gözlerinde ufak bir ışıltı parlar olmuştu.
Kung Liu ve arkasındaki kadın ise sanki hiçbir şey olmamış
hiçbir şey görülmemiş gibi ilerlemeye devam etmişler ve en sonunda ise onlarca
binanın arasından geçerek klan liderinin malikanesine başarı ile girişlerini
sağlamışlardı. Kung Liu arkasındaki kadının kendisini neden takip ettiğini
başlarda merak etmiş ve sormuş, ne zaman sorarsa sorsun cevap alamadığı için
bir süre sonrasında ise sıkılmıştı. Kung Liu malikanesine girdiği anda
‘’şifacıyı çağırın.’’ Diye net bir emir ile hizmetçilerine seslenmiş sonrasında
ise doğruca Kung Lao’nun odasına doğru ilerlemeye koyulmuştu.
Malikanenin üç adet katı bulunuyordu. Üçüncü kat bizzat klan
liderine ait bölümlerdi onun hemen altında ise elderlerin çocukları ve Kung
Lao’nun odası bulunuyordu. Bütün bir koridorun sonunda bulunan Kung Lao’nun
odası diğer odalara göre bir miktar daha büyüktü ve içerisini Kung Lao son
derece sade istediği için sade döşenmiş bir haldeydi.
Kung Lao odasına taşınıp neredeyse yarım döngü sonra
yatağına yattığında ufak bir mutluluk suratında görülmüş ve hemen geldiği gibi
kaybolmuştu. Dudakları tekrar düz bir çizgi halini almış ve uyumaya devam
etmişti. Kung Liu en sonunda oğlunu güvenle eve getirmişti ve bununla birlikte
sessizlik yemini bittiği için kadının bileğinden apar topar çekerek Kung
Lao’nun odasından çıkartmış ve kapıyı hızlıca kapattıktan sonra boşalan eli ile
kadının boynunu tutmuştu. Gözlerinde bir vahşi hayvanın avına saldırmadan
önceki göz pırıltısı dolanıyordu ve Duan Morphia bu ışıltıyı daha önce Kung
Lao’da gördüğü için hiç de şaşırmamıştı.
‘’Bana kim olduğunu anlatman için üç saniyen var.’’ Diye
tehdit etmiş bu sırada ise eline bir mikar güç uygulayarak kadının boğazını
sıkmaya başlamıştı. ‘’Aksi halde…’’ diye tehdidinin son kelimelerini de
söyleyen Kung Liu en sonunda gözleri ile birlikte derin bir nefes çekmişti.
Bu Kung Liu’nun saymaya başladığı ile ilgiliydi her derin
nefes bir saniyeye eş değerdi. Duan Morphia ne yaparsa yapsın bu ellerden
kurtulamayacağını çok iyi bildiği için ‘’Ben Duan Morphia, eskiden bir
hayduttum. Çok kısa zaman öncesinde bir iddiayı kaybettim…’’ demiş ve
sonrasında susmuştu. Nasıl olurdu da ‘köle’ kelimesini söyleyebilirdi ki? Ancak
Kung Liu kadının bir anda susmasından ötürü sinirlenmiş ve parmaklarındaki
kuvveti bir miktar daha arttırmıştı.
Kuvvetin artması ile birlikte Duan Morphia’nın nefes
alabilme aralığı da kısalmış ve bu yüzden her nefesi tıpkı bir kaplanın
hırlamasına dönüşmüştü. Suratının kızardığını hisseden Duan Morphia işte bu
anda öleceğini düşünmüş ve sırf bu yüzden de gözlerini sımsıkı kapatarak
ölümünün gelmesini beklemişti.
Kung Liu ikinci nefesini aldığında parmaklarındaki baskıyı
daha da arttırmış ve Duan Morphia’nın tamamen
nefes almasını engellemişti. Duan Morphia nefes alamadığı için paniklemiş ve
boğazındaki eli tüm gücü ile boğazından çekmeye çalışmıştı. Ancak bunu ne kadar
denerse denesin bir faydası olmamış ve en sonunda gözlerinin kenarlarında ufak
kararmalar baş göstermeye başlamıştı.
‘’Son kez soruyorum. Sen kimsin? Seni kim gönderdi.’’ Diye
son derece keskin bir sesle soran Kung Liu gözlerinden adeta ateş
çıkartırcasına bakıyordu ve suratında bir damarın şiştiği belli oluyordu. O
kadar sinirlenmişti ki şuan karşısında bir dağ olmuş olsa dağı ikiye bölmeyi
düşünür haldeydi. Son derin nefesi burnundan ciğerlerine doğru çektiğinde ise
Duan Morphia çoktan havasızlıktan bayıldı bayılacak haldeydi. Öleceğini
biliyordu zihninde daha ne kadar alçalabilirim ki diye soru dönüyordu. Önce
köle olmuştu, sonrasında ise bu küçük koridorun birisinde birisi tarafından
tutulmuş bir şekilde ölüme terk edilmişti. Keşke en azından savaşarak ölseydim
diye düşünen Duan Morphia en sonunda tamamen kendisini bırakmıştı.
Kung Liu tam anlamıyla bu halden ötürü sinirlenmiş ve
parmaklarına gücünün çeyreğini vermişti. Boğazın tuttuğu bölümü bembeyaz olmuş
onun üstü ise tıpkı bir kırmızı turpun rengini almıştı. Sadece biraz daha
sıkarsa boyun kemiği baskıdan ötürü kırılacak ve çok basit bir şekilde ölmüş
olacaktı. İşte tam bu sırada Kung Liu kolunda bir el hissetmiş ve hızlıca
kafasını o yöne doğru döndürmüştü.
Karşsında görmüş olduğu mermer beyazlıkta tene sahip oğlunun
duygusuz gözleri ona doğru bakıyordu. Dudakları hafifçe aralandığında ise
‘’Benim malıma nasıl olurda zarar verirsin… Baba.’’ Diye duygusuzca kelimeler
çıkıyordu.
Kung Liu oğlunun bir anda uyanması ve ‘’Benim malım’’
demesiyle birlikte neler olduğunu anlamıştı. Kızın suratına doğru bir bakış
atmış ve elinin kuvvetini azaltarak ‘’Bu işaret sana mı ait evlat?’’ Kung Lao
bu soru ardından sadece kafasını bir kez sallamış ve hemen ardından ise ‘’Çek o
ellerini malımın üstünden.’’ Diyerek duygusuz ses tonunu korumuş ve ilk kez
babasına bir emir vermişti.
Kung Liu oğlunun kendisine tutumu karşısında sinirlenmiş
ancak sinirini hemen bastırmıştı. Oğlunda bir şeyler garipti ve bu o kadar
büyük bir değişim göstermişti ki bir an karşısında başka birisi var
zannetmişti. Büyüyor sanırım diye düşünen Kung Liu, Duan Morphia’yı bırakmış ve
‘’Hekimi çağırayım’’ demişti.
Kung Lao kafasını olumsu anlamında tekrar sallamış ve
‘’Gerek yok ben hallederim diyerek kadını kucakladığı gibi odasından içeriye
doğru süzülmüş hemen ardından ise kapıyı kapatarak Kung Liu’nun daha fazla şeyi
görmesini engellemişti. Kung Lao kitaplarını karıştırmaya başlamış ve bir tütsü
süresi sonrasında bir merhem tarifini bulmuştu. Odasının içinde gerekli
malzemeler var mı diye bakmış ve sonrasında ise eksik olanları kafasını
sallayarak onaylamıştı.
Kafasını kapıdan dışarıya doğru çıkartan Kung Lao ‘’KİM
GÖNDERİYOR BİLMİYORUM AMA BANA BİR CEZVE BİR BIÇAK VE BİRDE UFAK VE BARDAK
KALINLIĞINDA BİR ODUN LAZIM!!!!!!’’ diye bağırmış hemen ardından ise kapısını
kapatarak yüzüğündeki malzemeleri dışarıya doğru çıkarmış ve masanın üstüne
koymuştu. Şöminenin hemen yanında bulunan kalın kütükleri şömineye dizmiş
ardından ise yanıcı yağı üstlerine dökmüştü. Daha sonrasında ise şöminenin
üstünde bulunan iki taşı almış ve birbirlerine çarpıştırarak kıvılcım çıkartmış
ve çıkan kıvılcım ile birlikte yanıcı gaz tepkimeye girerek bir anda alev
almıştı.
Kung Lao bunun da tamam olduğuna emin olduktan sonra ise
yatağına tekrar uzanmış ve malzemelerin gelmesini beklemeye koyulmuştu.
***
Xiao Xiulan hanın kirli yatağında uyandığı anda vücudunu
kontrol etmiş ve vücudunun hiçbir yerinde tek bir yaranın bulunmamasına
sevinmişti. Yataktan hemen hızlıca kalkmış ve bu yüzden oluşan şiddetli baş
ağrısıyla dengesini bir iki saniyeliğine kaybetmişti. Dudaklarından çıkardığı
ince bir küfür ile birlikte hanın kapısına doğru ilerlemiş ve hemen ardından
ise handan dışarıya çıkmıştı. Son üç gündür Demir Su şehrinde dolaşmaktan son
derece sıkılmıştı, kendisine sarkıntılık yapan erkeklerin sayısı sürekli
artıyordu ve buda onun güç kullanmasına neden oluyordu.
Çeşitli binanın arasından geçen Xiao Xiulan en sonunda çok
derinlerdeki bir arka sokaklardan birisine doğru ilerlemiş ve hemen ardından
ise ilk görmüş olduğu binanın içine girmişti. İçeriye girdiği anda insanlar ona
baksa da aldırış etmemiş ve kapıya görüşü olan bir masaya geçerek beklemeye
koyulmuştu. Bu sırada ise ‘’Arpa suyu getir.’’ Diye bina sahibine seslenmiş ve
yanına gelmesine engel olmuştu.
İnsanlar kızın tek başına olduğunu fark ettikleri anda
ağızlarının suyu akmış ve hepsi birbirine Xiao Xiulan ile ilgili dürtükleyerek
fısıldamaya başlamıştı. İçlerinden birisi bu fısıltılar ile gaza gelmiş ve
arkadaşlarının gözünde bir kahramana dönüşmek için Xiao Xiulan’ın masasına
doğru ilerlemişti.
Adam iyice Xiau Xiulan’nın yanına yaklaştığında bir elini
masaya koymuş ve diğer elini ise saçlarının arasında gezdirerek ‘’Senin gibi
bir güzelliğin buralarda heba olmasını istemeyiz, hem bak buradaki insanların
hepsi son derece tehlikeli adamlardır ne dersin? Seni koruyayım mı?’’ demiş ve
kendince güven veren bir gülümseme öne sürmüştü.
Xiao Xiulan gülümsemeye bir kez bakmış ve ‘’Defol.’’
Demişti. Şuan çok önemli bir görevin tam ortasındaydı ve sırf bu aptal yüzünden
heba olmasını istemiyordu.
Adam Xiao Xiulan’a bakmış ve ‘’Sen kime defol diyorsun lan
sürtük!!’’ diye bağırarak boşta bulunan elini havaya kaldırarak Xiao Xiulan’a
doğru indirmişti. Xiao Xiulan kendisine doğru gelen tokadı gördüğünde derin bir
nefes almış ve tek bir parmağı ile tokadın geliş yerine doğru dokunmuştu. Tokat
ilahı bir güç tarafından durdurulmuş gibi havada asılı kalmıştı. Adam bu
hareket ile birlikte ağzının açılmasını engelleyememiş ve ‘’S-sen… Ne yaptın
lan önce!!’’ diyerek bu seferde diğer eli ile yumruk hazırlayarak Xiao Xiulan’a
doğru göndermişti.
Xiao Xiulan kendisine doğru gelen yumruğa önemsiz bir
şekilde bakmış ve tek parmağını yumruk hale getirerek adamın eline ufak bir
yumruk atmıştı. Ufak bir yumruk gibi gelse de içindeki güçten ötürü bir kaya
kadar sağlam bir darbe indirmiş ve adamın elindeki kemikler bir anda bört
parçaya ayrılmıştı. Kırılan kemikler ile birlikte adamın dengesi de kaybolmuş
ve yumruğunu ıskalayarak yere düşmüştü. Xiao Xiulan ayağının dibine düşen adama
doğru tek bir bakış atmış ve adamın bu haldeyken bile kaftanının altına bakmaya
çalıştığını anladığı için çok sinirlenmişti. Dudakları düz bir çizgi halini
almış ve tüm gücü ile birlikte topuğunu havaya kaldırıp adamın kafasına
geçirmişti.
Adam topuğun darbesini yediği anda bir şeylerin ters
gittiğini anlamıştı. Nitekim hemen sonrasında ise topuk kafatasından içeriye
doğru gömülmüş ve kafasının patlamasına yol açmıştı…
İnsanların hepsi yerde ölü bir halde duran adama bakmış ve
yutkunmuşlardı, işte o zaman anlamışlardı bu kız bulaşmayacakları bir kızdı.
Tam bu sırada ise kapı açılmış ve içeriye tamamen siyahlarla örtülü bir başka
kadın girmişti. Ağzına takmış olduğu peçe ile birlikte tüm vücudunun üstü
siyahlarla kaplıydı ve bu yüzden vücut hatlarını seçmek zorlaşıyordu. Dışarıdan
gören insanların hepsi sadece tek bir noktadan kadın olduğunu anlamıştı.
Göğsünün üstünde bulunan çıkıntıdan…
Kadın yerde kafası patlamış bir halde bulunan adama doğru
bir bakış atmış hemen sonrasında ise ilerleyerek Xiao Xiulan’nın olduğu yere doğru
oturmuştu. Gözleri ile bir çok şeyi sormuş ve en sonunda Xiao Xiulan ayağa
kalkarak selam vermişti. Çok kısa bir süre süren bu selamlama ile birlikte
yerine oturmuş ve hemen ardından ise ‘’İstediğiniz gibi birisini buldum…’’ diye
mırıldanmıştı. Direkt olarak konuya geçen Xiao Xiulan’nın ne söylediğini sadece
önündeki siyahlar içerisindeki kadın anlamıştı. Gerisi ise ürperti ile birlikte
korkudan tek kelime dahi çıkartamaz hale gelmiş pür dikkat onlar ile ilgilenir
olmuşlardı.
Yaymış oldukları aura ile birlikte mekan içerisinde o kadar
sessizlik hakimdi ki kimse kıpırdamaya cesaret edeme haldeydi. Önlerindeki arpa
suyu’nun asiti kaçıyordu ve tamamen idrara benziyordu. Bu sırada ise siyahlı
kadın sadece kafasını sallamış ve susmuştu. ‘’Üç hayvan ayından sonra tamamen
istediğimizi alabileceğiz. Söylenene göre bir turnuva daha varmış…’’ diye
mırıldanan Xiao Xiulan kadının bir cevap vermesini beklemiş ancak yine olduğu
gibi sadece ufak bir kafa sallamayla kadın geçiştirmişti.
Bildiği her şeyi rapor eden Xiao Xiulan en sonunda ‘’Sizlere
hizmet etmek benim için onurdur…’’ diye tekrar selamını vermiş ve kadının ayağa
kalkmasını izlemişti. Kadın ayağa kalktıktan sonra tek bir bakış atmış ve ‘’Bu
ceseti yok et ismimize leke sürülsün istemem…’’ diye konuşmuş ve geldiği gibi
tekrar gözden kaybolmuştu.
Bu sırada ise erkeklerin hepsi adeta büyülenmiş gibi kapıyı
seyretmekteydi.
Comment Now
0 yorum