Angoria Bölüm 47: Alınan Hediyeler
Kung Lao arenadan ağır adımlar ile çıkarken mekânsal yüzüğünü tokatlamış ve içerisinde kan donduran ilacını alarak bacaklarındaki kan akışını kesmek istemişti. Ustasının neden ona kök kaynak alemine kadar bu tekniği kullanma dediğini şimdi çok iyi anlamıştı. Bacağında bulunan damarları o kadar baskıyı halen kaldıramıyordu. Bir kez daha kullanmamak için sadece dua eden Kung Lao arkasından turnuvada bulunan hakemin ''KAZANAN!! XİAO XİULAN!!'' diye bağırdığını duyabiliyordu. Ancak bağırmış olmasına rağmen tek bir kimseden bile çıt çıkmıyordu...
Çünkü herkes haksız bir biçimde sadece Kung Lao'nun acıması ile kazandığını biliyordu yada öyle düşünüyordu. Kung Lao onları bu yüzden suçlayamazdı, bu sırada tekrar aklına final dövüşünden önce bir çocuk tarafından getirilen not gelmiş ve istemsiz olarak tekrar suratını buruşturmuştu. Okuduğu anda onu bu kadar telaşlandıran not ise gözlerinin önünden bir saniye bile gitmiyordu.
''Turnuvaya sadece ona ilaç alabilmek için gelen Kung Lao ilacı aldığın için tebrik ederim. Ancak ilacı sahibine ulaştırıp iyileşmesini istiyorsan Xiao Xiulan'a büyük bir şov yapacaksın ve sonrasında ise pes edeceksin! Unutma bunların hepsi senin Siyah Tavşanın için!!
Sırf bu yüzden o güzel maçta kazanmanın hazzını bile yaşayamamış olması Kung Lao'ya koymuştu ancak sadece vaz geçilecek bir başka şey olarak görmüştü. Onun için Siyah Tavşan bu olanlardan daha önemliydi...
Akşam vakti oldukça tenha bir manzaraya sahip olan Demir Su şehri insanların kendilerini ürkütecek kadar sadeliğe sahipti. Gecenin vermiş olduğu soğukluk yuvarlak şekildeki yapının taş duvarlarını daha soğuk ve nemli yapmış ve önünde su serpilmiş gibi bir görüntü oluşmasına sebep olmuştu. Kung Lao bu taşlara elini sürerek ıslanmasını sağlamış ve sonrasında ise burnuna götürerek bunca ''insanın kanı bu taşlara sıçramış ve sıçramaya devam edecek... '' diye mırıldanmıştı.
Gecenin karanlığında ateş böceklerinin ortalığı aydınlatmasıyla taştan yapılma sokaklar hafif bulanık olsa da aydınlanıyor ve insanı yaptığı her hareketten kuşku duymaya itiyordu. Eğer şuan Kung Lao'nun arkasından birisi izlemiş olsaydı Kung Lao onun varlığını bile fark edemezdi. Dudaklarını nemlendirmiş ve kendisine bin döngü gibi gelmiş olan sürenin geçmesini beklemişti.
Zaman kendisini tıpkı bir kum saatinde gibi hissettiriyordu. Ancak buradaki en büyük problemi kum tanelerinin hepsini aşırı büyük bir durumda olduğuydu. Sırf bu yüzden Kung Lao asla bitmeyeceğini düşünüyordu. İleri ve geriye volta atmaya başlamıştı, tam yirmi üçüncü voltasında bir adım sesi duyan Kung Lao bakışlarını sesin geldiği yöne doğru çevirmişti.
Kendisi yaşında olduğunu düşündüğü birisi önüne doğru ağır adımlar ile ilerliyordu Kung Lao bunun kim olduğunu bilmese de karşısındaki kişinin yırtık bir kaftana dağınık bir aça sahip olduğunu fark ettiğinde bir dilenci olarak görmüş ve içi acıdığı için yüzüğünden beş mor kaynak bakırı çıkarmış ve ''Kendinize iyi bir çorba alınız...'' diye nazik bir tebessüm ile dilenciye parasını uzatmıştı.
Dilenci parayı kabul etmiş ve sonrasında ise ''Acele et...'' diye mırıldandıktan sonra ağır adımlar ile ilerlemiş ve gözden kaybolmuştu. Kung Lao ise dileninin ne demek istediğini anlayamamış ve hana doğru ilerleyişini sürdürmüştü. Bu sırada aklından Siyah Tavşana ne hediye alması gerektiğini düşünüp duruyordu...
***
Kung Lao hana gediğinde kimsenin olmadığını fark etmiş ve pekte umursamamıştı. Buradaki insanların hepsi kirli işler ile meşguldü ve bundan ötürü nerede oldukları Kung Lao'yu ilgilendirmezdi. Odasının içerisine girdiğinde üstündeki kaftanı çıkaran Kung Lao pencerenin önünde ay ışığı altında suratının yansımasına yosun tutmuş tahtadan bir kova sayesinde bakmış ''Sadece biraz daha...'' diye mırıldanmıştı. Sadece beş gün sonrasında Siyah Tavşana ilacını sunabilecekti, bu düşünce onu bir miktar memnun etmiş ve vücudunun ne kadar süredir kasıldığını bilemediği bir şekilde rahatlamasına yardım etmişti.
Kung Lao daha fazla uyanık kalmak istemediği için yatağına doğru uzanmış ve gözlerini kapatmıştı. Daha ne kadar geçtiğini bile fark etmeden uyuyakalmış ve yüzünde rahatlayıcı bir ifadenin oluşmasını sağlamıştı. Bu sırada ise odasında loş bir ışıkla bir cisim parlamaya başlamıştı...
Kung Lao gözlerini açtığında kendisini tekrardan bir patikada koşarken bulmuş ve çevresine baktığında ise yine o garip rüyanın içinde bulunduğunu fark etmişti. Ne yapacağını bilemiyordu ve daha fazla korkmanın anlamsız olduğunu gördüğü için direkt olarak arkasını dönmüştü. Neden bilmiyordu ancak sanki bir miktar daha koşması gerekip daha sonrasında arkasını dönmesi gerektiğini düşünüyordu. Bütün bunların neden olduğunu bile bilmeyen Kung Lao geriye doğru koşarak ilerlemeye başlamıştı.
Ancak daha geriye doğru ilk adımını attığı anda etrafındaki ağaçlar tekrar teker teker alev almaya başlamış ve sanki alevler hiçlikten var olmuşlardı. Kung Lao geçen sefer ne yapacağı konusunda oldukça deneyimli olduğu için yerde bulunan toprağı en yakındaki ağaca aralıksız dökmeye başlamış ve onun yangından kurtulmasını sağlamıştı. Bunun hemen ardından ise alevler bir anda sönmüş ve bunu fırsat bilen Kung Lao koşarak ileriye doğru adımlarını atmayı sürdürmüştü. Ağaçların çam kokusu burnuna her nefes aldığında kokuyor ve zihninin derinliklerinden bir gürültünün bastırılmasına yardım ediyordu.
Koşarak en sonunda mağaraya ulaşan Kung Lao mağaranın dibinden yükselen kükremelerin adeta beyninde yankılandığını hissetmiş ve bu gürültüler ile hareket eden mağaranın duvarlarının adeta üzerine akın ettiğini hissetmişti. Kung Lao mağara içerisinde ne kadar ilerleyeceğini tam olarak kestiremiyordu bu yüzden sonuna kadar ilerlemeyi düşünmüştü.
Kung Lao mağara içerisinde ilerlemeye devam ettikçe duvarların taze kanlar ile sürekli tanımamış olduğu bir alfabe ile yazılar yazdığını fark etmiş ve bunları ne kadar kafasını yorsa da bir türlü okuyamamıştı. Her adımı ile görüşünde bir miktar daha netlik kazanan Kung Lao mağaranın uzun ve düz koridorunda birden sağa doğru dönen bir yol keşfetmiş ve koşarak sağa doğru dönen yolun yanına gelmiş ve sonrasında ise kafasını sağa doğru çevirerek içinde ne olduğunu öğrenmeye çalışmıştı.
İşte tam bu sırada gözlerini yakacak kadar büyük bir beyazlık ışıldamış ve hemen sonrasında ise kaybolmuştu. Kung Lao bu ani beyazlık yüzünden kör olmuş ve bakışlarını o yönden çevirmişti. Bu sırada ise omzunda bir elin varlığını hissetmiş ve geçici kör olan gözlerini elin oluğu yere doğru döndürmüştü. Bu sırada ise kulağında bir ses yankılandı, ''Daha değil...''
***
Kung Lao uyandığında güneş doğuyordu, güneşin kızıla kaçan doğuşu kimi evlerin çatılarına vuruyor kimisinin ise es geçiyordu. Üzerine gönderdiği ışıklar o kadar büyüleyiciydi ki ilk dokunulan evlerin kutsandığına inanmaya başlamıştı.
Kung Lao kendisini aşırı derecede enerjik hissetmiş ve yüzüğünü tokatlayarak içinden en güzel elbisesi olan siyah kaftanını çıkarmış ve yüzünü yosun tutmuş kovada yıkadıktan sonra, kıyafetini giyerek hiç yemek bile yemeden handan dışarıya çıkmıştı.
Demir Su şehri o kadar erken dükkan açardı ki daha güneşin bile varlığı hissedilmezdi. Kimi dükkanlar her saat hizmet verirdi. İçeriden giren ve çıkanları hiç eksik olmazdı. Kung Lao bu dükkanların kendisini bu kadar etkili bir şekilde pazarlamasını çok efsanevi bulurdu. Sonuçta kim her saat hizmet verebilecek kadar etkileyici olmayı yapabilirdi ki?
Kung Lao dükkanların içerisinde gezerken kendisine uygun bir terzi bulması gerektiğini fark etmiş ve arayışlarını o şekilde yönlendirmişti. En sonunda gezisini bitiren Kung Lao kıyafet diken üç adet dükkan keşfetmişti.
Hepsine sıra sıra giren Kung Lao içerideki kumaşlara bakmış ve renklerini beğenmeden dışarıya çıkmıştı. Hangi dükkana girmiş olsa tezgahtarlar kendisine seferber oluyor ve ''Efendim isterseniz bu var'' veyahut ''Efendim ilgilenirseniz bu şekilde bir ürünümüz bulunuyor.'' Diye kendisine yalakalık yapıyordu. Bunun tek sebebinin ise turnuvada kimliğinin açıklanmasından ötürü olduğunu çok ama çok iyi bilen Kung Lao sırrı açığa çıktığını için rahatsız olsa da elinden yapabileceği hiçbir şey olmadığı için sadece omuz silkmiş ve kıyafet arayışlarını sürdürmüştü.
***
Turnuvadan iki ay öncesinde...
Kung Liu, Kung Drof'a vermiş olduğu görevden üç ay geçmişti, bahçe içerisinde turunu gerçekleştiren Kung Liu etrafındaki çiçeklere bakıyordu ve güzellikleri hakkında bir aç kelime söylüyor ve sonrasında ise ilerleyişini sürdürüyordu.
Derin derin çektiği çiçek kokuları eşliğinde Kung Liu kimi zaman dans ediyor; kimi zaman ise kahkahalar ile yere yığılarak gülüyordu. Son yarım döngüdür bu hallere düşen Kung Liu'dan ötürü klan sakinleri endişeleniyor ve aynı zamanda korkuyordu. Gözlerindeki parıltı bazen son derece zeki birisinin varlığına işaretmiş gibi duruyor kimi zaman ise sadece delinin teki gibi düşünmelerine neden oluyordu.
Tengri Ailesine olan bağlılıklarının bir kısmını yok eden Kung Liu yapmış olduğu anlaşmalar ve konuşmalar ile insanları büyülemiş ve her döngüde dört sarı kaynak altını olan paralarını sadece 1 sarı kaynak altınına çevirtmişti. Bu bile onlar için büyük bir gelişmeydi, ayrıyeten klanın korumalarına sıkı bir eğitim veriyor ve gelişimlerini yükseltmeleri için kendilerine sürekli olarak Kaynak Yeniley Bitkisinden alarak kullanmalarını sağlıyordu.
Korumalar bu aniden değişen tutumlar karşısında ise eskisi gibi ne tarlalarına bakabiliyor nede dükkanlarını işletebiliyordu. Sabahları ve gündüzleri sadece ama sadece gelişim yapmak olmuştu. Kimi zaman küfürler etseler de bunu yaptığı için hepsinin gönlünde Kung Liu'nun değeri artmış ve insanların bir kısmının lider olarak saygısını kazanmıştı. Hatta korumalar o kadar iyi bir şekilde gelişimlerini arttırıyordu ki kimisi Temel Kaynak Aleminin zirvesine çıkmış ve Kök Kaynak Alemine yarım basamak bırakmıştı.
Bu gelişmelerden ötürü hepsi son derece mutlu ve neşeliydi. Tüccarlar ise ayrı bir sevinç içerisindeydi, Kung Liu'nun yapmış olduğu antlaşmalar sayesinde çevrelerindeki dört klanın içerisinde gönül rahatlığı ile satışlarını yapabiliyor ve bunu yaparken bile çok cüzi miktarda vergiler ödüyorlardı.
Kung Liu kendisine ait olan taht odasına çıkmış ve can sıkıntısından neler olup bittiğini öğrenmek istemişti. Kendisine gelen raporları tek tek okumaya başlamış ve beğendiklerinin olmasını beğenmediklerinin ise nasıl yapılması gerektiğini anlatmış ve hepsini göndermişti. Burada artık işinin bittiğini düşünen Kung Liu dışarı çıkmak için niyetlenmiş ve sandalyesinden kalkıp kollarını beline bağlayarak ağır adımlar ile ilerleyişini sürdürmüştü.
Tam bu sırada ise ''EFENDİ LİU!! EFENDİ LİU!!!'' diye bir bağıranın olduğunu görmüş ve oflayarak sandalyesine geri dönüp gelenin kim olduğunu görmeye çalışmıştı. Gelen kişi kapıdaki korumalar tarafından engellenmiş ve korumalardan birisi içeriye girerek ''Efendi Liu bir haberci sizi görmek ister çok mühim bir haber olduğunu ve iyiliklerle dolu sözler söyleyeceğine yemin eder. İçeriye alalım mı efendim?'' diye sormuş ve Kung Liu'dan gelen bir el hareketi ile dışarıya çıkmıştı. Yapılan el hareketi çok basit bir hareketti elini kendisine doğru çekmişti.
Koruma bu hareketin kabul et anlamını bildiği için sorgulamamış ve haberciyi içeriye sokmuştu. Haberci ise hemen selamını vermiş ve ''Efendi Liu size çok mühim bir hadiseyi söylemek isterim!!'' diyerek saygısını göstermişti. Kung Liu ''Söyleyebilirsin.'' Diye buyurmuş ve elini çenesine götürerek dinlemeye koyulmuştu. Haberci ise ''Efendim söylemiş olduğunuz gibi İndo Klanını ile yapacak olduğunuz antlaşmayı götürmek için İndo klanının merkezine doğru ilerliyordum. Görevimden başarılı bir şekilde döndüğümü size bildirmek isterim. Geri dönüş yolunda efendim birisinin varlığını keşfettim!!'' demişti. Kung Liu böyle konuşan haberciden ötürü meraklanmış ''Kim, kimin varlığını keşfettin!!'' diye çocuksu bir soru ile karşılık vermişti.
Haberci soluklanmış ve alnından koştuğu içinde akan terin burnundan yerdeki halıya düşmesini izlemişti. Düşüş gerçekleştiğinde ise tekrar derin bir nefes almış ve ''Efendi Liu dönüş yolunda tıpkı genç efendi Kung Lao'ya benzeyen ancak tamamen beyazlar içerisinde bir çocuk ile karşılaştım. O kadar beyaz bir vücuda sahipti ki karşımdakinin bir melek olduğunu düşündüm ve kısa süre şok geçirdim. Saçları beyaz altın rengindeydi ve dudakları ise tıpkı bir boya sürülmüş gibi kırmızıydı. Beline kadar inen saçlara sahipti ve cildi... Cildi o kadar parlak ve beyazdı ki bir insanın böyle olmasının imkansız olduğunu düşünmeme yetmişti. Suratının rengi tıpkı... Beyaz mermer rengindeydi!!'' demiş ve en sonunda susmuştu. Habercinin söylediği kelimelerden sonra meraklanmış olan Kung Liu ''Nerede gördün peki bu çocuğu?'' diye sormuş karşılığında ise haberci ''Efendim Bahçemizin yakınlarında bulunan ve Demir Su şehrine bağlı olan onuncu kasabada gördüm.'' Demişti.
(Not: Kasabaların belirli bir ismi olmadığı için insanlar saymak durumunda kalıyor ve bunu yaparken ise belli bir dayanak noktasını kendileri için gösterdiklerinde sürekli olarak numaraları değişiyor. Örnek vermek gerekirse Demir Su şehrindeki insanlar için Kung Lao'nun kasabası dokuzuncu ise Bahçeden sayarak ilerleyen insan için kasabanın numarası on )
***
Kung Lao en sonunda hediyelerini almayı bitirmiş ve günün ancak ortasına gelmişti. Güzel bir handa yemeğini yemiş ve insanların konuşmalarına kulak misafiri olmuştu. Bu konuşmaların arasında ''Kung Klanı lideri Liu, Tengri Klanından kız alacakmış...'' veyahut ''Kung Lao denen çocuk gerçekten Genç Efendi ise güçlü olmasına şaşmamalı elinde neredeyse sayısız kaynak var... Keşke o çocuğun elindeki güç bende olsaydı!!'' gibi konuşmalar sürüyordu. Bu sırada ise Kung Lao konuşmaları dinlerken hem gülüyor hem de sipariş ettiği Arannut Çorbasını içiyordu...
Yemeğini yedikten sonra Kung Lao şehirde yapacağı başka bir şeyin kalmadığını fark etmiş ve kendisini getiren At arabasının sahibi olan Yan Suo ile konuşmak için arayışını başlatmıştı. Elinde olan para kaynağının neredeyse tükettiğini fark eden Kung Lao en yakın zamanda para kazanması gerektiğini çok ama çok iyi bilir hale gelmişti...
***
At arabasının içine yerleşen Kung Lao yolculuğuna başlamıştı. Yan Suo yine kendisine eğlenceli hikayeler anlatıyor ve kimi zaman güldürüyordu. Süre gelen bu eğlenceli yolculukları sırasında ise Kung Lao kimi zaman üç yemek süresince meditasyonda oluyor kendisini geliştirmeyi ihmal etmiyordu.
Yan Suo tekrar şelaleyi gösterdiğinde Kung Lao'nun aklında tek bir sonuç ortaya çıkmıştı. Bir gün oraya gidecek ve kendisine ağır bir eğitim uygulayacaktı. Yolculukları ilerleyerek şelaleyi arkalarında bırakmışlar ve Kung Klanına ait olan bahçenin kenarından geçerek ilerleyişlerini sürdürmüşlerdi. Tam bu sırada ise Kung Lao meditasyon yapıyordu ve gözünü bir panik ile açmıştı. ''Çabuk arabanı durdur Yan Suo amca!'' diye bağıran Kung Lao'nun tepkisinden ötürü panikleyen Yan Suo ise direk olarak atlara asılmış ve durdurmuştu.
Kung Lao'nun ne yaptığını bilemeyen Yan Suo arabanın kapısının bir anda açıldığını fark etmiş ve ardından ise Kung Lao'yu yerde atların yanında görmüştü. ''Atlarından birisini ödünç alacağım Yan Suo amca!!'' Diye bağırmış ve sonrasında ise atın araba ile bağını çözüp üstüne atlamıştı. Arkasına bakarak ''Sadece altı yemek süresi sonra geri döneceğim!'' demiş ve atın yelelerinden tutunarak dört nala sürmeye başlamıştı...
Comment Now
0 yorum