Angoria Bölüm 27:Yalvar!
Mirza Bo elde ettiği bitki karşısında istemsiz olarak sırıtmış idi. Bulmuş olduğu bitki en önemli bitkiler arasında yirminci sırada bulunan ''Kayıp Çiçeği'' idi. Narin zayıf yaprakları bir gelini andırır ince taç noktası ise dünyanın en güzel kokularını kendisinde toplamış bir parfümü andırırdı. Gövdesi son derece narin olan bir bayanın ellerine benzer ve doğru bir şekilde tutmazsanız elinizden kayıp giderdi. Kökü ise savaşçının elinde bulunan kılıcı tuttuğu gibi inatçı ve güçlü idi. Böylesine eşsiz bir bitkiyi bulmak insanlar arasında bile son derece nadir olur ve bulan kişi için bu bitki bir lütfun işareti olarak sayılırdı.
Mirza Bo arkasında bulunan yıldırım kaplanlarına baktı. Sadece gücünün yarısını harcaması gerekmişti, gülümsemiş ve bu civardaki kaynak canavarlarının zayıflıkları hakkında düşünmeye başlamıştı. ''Bilmeyen birisini anında yok eder bunlar...'' diye içinden geçirdi. Zayıflıkları çok aşırı derece azdı. Öyle güçlü zekaları vardı ki kendilerinden çok güçlü canlılar için planlar oluşturur ve ona göre hareket ederlerdi. Bir eksikliğin bile olmadığı bu planları ise tabii ki liderleri yapardı.
Ancak bu sefer hiçbir plan yapamamışlardı. Sebebi ise şuan elinde narin bir şekilde tutmuş olduğu kayıp çiçeğinden başkası değildi. Onlar için son derece olan bu bitkiyi bilen Mirza Bo onlara fark ettirmeden yakına geldiği için aşırır sinirlenmişler ve yüksek zekalarını kullanamaz hale gelmişlerdi.
Üç dehşet verici hayvan cesedinin arasından geçen Mirza Bo elinde bulunan bitkiyi hızlıca mekânsal yüzüğünün içine koymuş ve dağda dışarıya çıkmıştı. Hedefinde ise gidebileceği en yakın yer olan kasaba vardı.
Kasaba içerisinde sokağın birisinde...
Mirza Bo dükkanın kapısını açtığı sırada çalan zil ile birlikte sessiz ortamın sessizliği bozulmuş ve etrafta yankılanmasına izin vermişti. Sesin vermiş olduğu yankılanma ile birlikte içeriden yükselen tıkırtılar ve küfürler burada birilerinin bulunduğuna işaret etmişti. Mirza Bo burada bulunan yüksek ihtimalle dükkanın sahibinin kendisine gözükmesini beklemiş bu sırada ise etrafta bulunan eşyalara gözünü dikerek incelemeye çalışmıştı.
Orta boylu göbekli üzerinde bulunan atletin üstünden fırlamış gibi bulunan kırarmış göğüs kıllarına sahip burnu patatese benzeyen demirci içeriden çıkmış ve doğruca tezgahına doğru yönelmişti. Karşısında bulunan kapüşonlu ve fakir görünümlü adama bakarak ''Ne istiyorsun! Burada senin gibilere para veremeyecek kadar fakir olduğumu göremiyor musun!?'' diye tıslama eşliğinde konuşmuştu.
Mirza Bo kapüşonunu çıkarmış ve karşısında bulunan adama doğru eğilerek ''Senden bir iyilik yapmanı istiyorum demirci...'' diye aynı ses tonu ile konuşmuştu. Yüzüğünü tezgahın hemen üstünde okşayarak tezgahın üzerine bir düzine kadar taş çıkarmış ve ''Bunlar ne taşıdır söyle bakalım demirci!'' diye fısıldamıştı.
Demirci taşların yüzüğün içinden çıktığı gördüğü anda karşısındakinin bir dilenci olmadığını anlayacak kadar zekaya sahipti. Bu görmüş olduğu durum karşısında, kafasının geçmişe giderek elinde sopa ile onu kovalayan babasını aklına getirmesine neden olmuştu. Babası çok yetenekli bir demirciydi ve oldukça da alçakgönüllü bir insandı, bazen sinirlerine hakim olamaz ve deliye dönerdi ancak çoğu zaman nazik iyilik ile dolu bir insandı.
Bir gün kendisini karşısına çekmiş ve ''Evlat... Şunu asla aklından çıkarma! Kapüşonlu her insan dilenci değildir. İnsan bazen karşısında dilenci olduğunu anlamış olsa bile iyi davranmalı ve istediği ürünü sormalıdır. '' halen daha anlam çıkarmakta başarılı olamasa da bu cümlelerden ufak nasihatleri almıştı.
Karşısında bulunan adamın çıkarmış olduğu taşa bakan demircinin ise gözleri fal taşına dönmüştü. ''Bu- Bunlar 'Dede Taşı' söylesene bana nereden buldun sen bunları!! Kimden çaldın!!'' diye haykırırcasına küfürler eden demirci daha karşısındakinin savunma yapmasına bile imkan tanımadan boğazından tutarak kendisine yakınlaştırmıştı.
Mirza Bo kendisine yapılan bu hareket ile birlikte sinirlerinin son damlasının da taştığını hissetmiş ve karşısında bulunan adamın eline doğru elini nazikçe uzatmıştı. Daha sonrasında ise phialamından almış olduğu güç ile ufak çaplı şoklar göndererek demircinin gücünü anlamasını sağlamıştı.
Kapüşonunu çıkarak hırsızın bir hırsız değil de şifacı olduğunu gördüğü anda yüz hatları değişmiş olan demirci ''Ben size öyle saygısızlık ettiğim için özür dilerim...'' diye korkuyla dolu saygılarını sunmuştu. Mirza Bo daha demin yaşanan olayları elinin bir hareketi ile ittirir gibi yapmış ve karşısındakinin rahatlamasını sağlamıştı. '' Senden iki ufak isteğim bulunacaktı demirci...'' diye seslenmişti. Sesine özellikle kaynak enerjisini katmıştı ki kudretlenmesini sağlamıştı.
Çıkan ses ile birlikte iyice korkan demirci ''Söyleyin efendim siz saygı değer şifacı için elimden ne gelirse yapmaya hazırım!!'' diye konuşan demircinin söylediklerini duyduğu anda gülümseyen şifacı ''Güzel... öncelikle bu gördüğün taşlar nedir ve ne işe yarar? Söyle bakalım...'' diyerek cübbesinin altında bulunan piposunu doldurmaya koyulmuştu.
Demirci kendisine sorulan soru ile birlikte hazır ola geçmiş ve bildiği tüm her şeyi kelimelere dökmeye başlamıştı. Aradan geçen iki tütsü süresi vakitten sonra kelimelerini bitiren demirci karşısında bulunan ve dudaklarının arasından beyaz bir duman halkası çıkmakta olan şifacıya saygı ile bakmaya başlamıştı. Mirza Bo dudaklarının kenarına getirmiş olduğu piposunundan bir nefes daha dışarıya bıraktıktan sonra ''Demek bu işe yarıyor... Güzel! Şimdi isteğimin sayısı çoğaldı sanırım...'' diye mırıldanmış ve ''Pekala senden bu taşlardan ağır ancak küt bir kılıç yapmanı istiyorum. Boyu bir buçuk metre civarında kilosu ise beş yüz kilodan fazla olacak şekilde ayarlama getireceksin.'' Demiş ve piposundan bir nefes daha dışarıya doğru üflemişti.
Demirci tüm isteklerin bu olmadığını çok iyi bildiği için susmuş ve bir sonraki istek için kulaklarını sonuna kadar açmıştı. ''Bir sonraki isteği ise...'' yüzüğünü okşayan Mirza Bo iki nesne daha çıkarmış ve tezgahın üstüne koymuştu. ''Bu ikisini o kılıcın üstünde kullanacaksın.''
Demirci hızlı bir şekilde iç geçirmiş ve gördüğü nesneleri sindirmeye çalışmıştı. İİlk gördüğü nesne bir kılıç sapıydı ve bakırdan yapılmıştı. Son derece esnek ve kırılmaya müsait bir metal olan bakırın iki yanına da yılan figürleri işlenmişti. Tutamaç tarafı ise kauçuk ile sarılmıştı, bunu eğer o kılıca montelerse oldukça dayanıksız olacağı çok aşikardı en iyi kullanımda bile sadece yüz kez savrulmayla birlikte kırılacaktı...
Ancak demirci karşısında ki şifacının bir şeyler bildiğini ve sorgulaması gerektiğini çok iyi biliyordu ancak bir sonraki görmüş olduğu nesne ile dilinin bağı adeta düşüvermişti. ''Bu bu... Kırmızı renkli... Mekânsal Yüzük!! Ben ben...'' daha sonrasında ise söyleyecek bir şey bulamayan demirci daha fazla konuşamamış ve çenesi titremeye başlamıştı.
Mirza Bo söylenenlerin düşündüğü kadar sesli olmadığını umarak demircinin yüzüne kızgın bir ifade ile bakmış ve ''Salakça bağırıp durma seni geri zekalı!! Bu yüzüğü sana al sen kullanasın diye vermiyorum herhalde!! Görmüş olduğun sapa bu yüzüğün üstüne bulunan taşı ekleyeceksin!! Ayrıca birden fazla bu şekilde delikler açacaksın!! Duyduğunu umuyorum! İki hafta süren var... Sonrasında'' demiş ve gözlerini şimşekler çakacak şekilde demircinin gözlerine kilitlemişti. ''Ayrıca kılıcın teslimatını yaparken ben burada olmayacağım onun yerine...'' diye konuşarak demircinin dükkanından dışarıya çıkmıştı.
Demirci ise dudaklarının titremesine halen hakim olamıyordu. ''Nasıl bir manyak böylesine bir istekte bulunur ki...'' diye mırıldanarak yeni almış olduğu işine hızlıca girişmeye koyulmuştu...
***
Gözlerini yavaşça aralayan Kung Lao karşısında Mirza Bo'yu ve elinde tutmuş olduğu kaşığı gördüğü anda ürkek gözlerle bakmıştı. Vücudu yatmasının vermiş olduğu uyuşukluk ile yeni yeni kendisine geliyordu ve kolunu kaldıracak mecalinin kalmadığını çok ama çok iyi biliyordu.
Mirza Bo kendisine ürkek gözler ile bakmakta olan Kung Lao'yu gördüğü anda ''Korkmana gerek yok çocuk sana zarar vermeyeceğim...'' diye fısıldamış ve ''Şimdi ağzını açmanı ve bu ilacı yutmanı istiyorum. Seni daha iyi yapacağına emin olabilirsin.'' Diyerek ağzını açmasını sağlamıştı.
Bir hafta sonra...
Günün ilk ışıkları ile birlikte gözlerini açan Kung Lao en sonunda kendini ayağa kalkabilecek güçte hissetmiş ve yatak ile birleşmiş olan vücudunu en sonunda ayırmıştı. Gülümseyen Kung Lao, odanın içerisinde daha fazla kalmak istememiş ve kendisini doğruca dışarıya atmıştı. Üstünde bulunan gecelik ile dışarıya adım attığı için bacakları üşümüş olsa da umursamamış ve çimenlerin üstünde canının istediği gibi koşturarak mutluluğunu etrafa da yaymıştı.
İyi hissettiğini ve vücudunun da iyi olduğunu onaylayan Kung Lao sonrasında ise iç görüş ile Phialam'ını kontrol etmiş ve gücünün büyük kısmının yerine geldiğini gördüğünde yüzünde güllerin açılmasına izin vermişti.
''Yuppi!!''
Zıplamasıyla birlikte dalgalanan uzun beyaza kaçan sarı saçları güneşin çarpması ile birlikte ufak bir gökkuşağının oluşmasına izin vermiş ve hemen arkasında bulunan Mirza Bo'nun imrenmesine neden olmuştu.
''Uyandığını görüyorum...'' diye heybetli bir ses ile konuşmayı seçen Mirza Bo, Kung Lao'nun arkasını dönerek gülümsediği suratı ile ''Evet'' demesiyle içinde bir miktar mutluluğun yeşerdiğini fark etmiş olsa da umursamamış ve üstüne basarak geçmişti.
Bu sırada çocuk ise halen gülüyor ve etrafta sıçrıyordu. 'Eh onu suçlayamam sanırım... Yaşamak iste bu yüzden güzel bir şey...' diye düşünen Mirza Bo bir miktar daha oynamasına izin vermenin daha doğru olacağını düşünmüştü.
Bu şekilde akşamı yapan Kung Lao en sonunda kulübenin içine girmiş ve kendisi için yemek yapan Mirza Bo'ya teşekkür ederek yemeği yemeye koyulmuştu. Mirza Bo karşısında bulunan çocuğun yemeğini iştah ile yemesini izlemiş ve sonrasında ise suyunu içirmişti ve en sonunda ise dudaklarını açmasın gerektiğini düşünmüştü.
''Kung Lao söyle bana elinde güç olmuş olsa ne yaparsın? ''
Kung Lao söylenenler karşısında bir miktar şaşırmış olsa da sonrasında toparlamış ve düşünmeye başlamıştı. Hangisini söylemeliydi? Sevdiklerini korumayı mı yoksa tüm gezegeni elde etmeyi mi? Kendisi için uzun sürek ancak sadece üç veyahut beş nefes süresi geçen soruya en sonunda kararsız kalmış ve konuşması gerektiğini düşünerek ''Her şeyin bana ait olmasını istiyorum ve biliyorum ki buna çok güç gerekiyor...'' derin bir nefes alan Kung Lao sözlerine devam ederek '' Ancak aynı zamanda sevdiklerimi de korumak istiyorum ve bunun içinde güçlü olmam gerekli biliyorum size garip geliyor ancak tek bir neden söyleyerek sizi kandırmak istemedim. Gücü arzulamamın sebepleri bu...'' dedikten sonra elinde bulundurduğu su bardağını kafasına dikmişti.
Mirza Bo söylenenler karşısında hayretini tutamamıştı. Tüm dünyayı ele geçirmek? Ve aynı zaman da sevdiklerini korumak? Bu çocuğun neden her seferinde bir hareketi absürt olmak zorundaydı ki? Üstelik bu hayali sadece hayal olsun diye bile söylemediği apaçık ortadaydı. Nasıl bir aç gözlülüktü bu?
Mirza Bo bütün bunları düşünürken bir yandan da böylesi bir çocuk ile karşılaştığı için şanslı olduğunu düşünüyordu...
Sebebi ise bu zamana kadar kendisine gelen çocukların hepsinin tozpembe hayalleri olmasıydı, hiç birisi böylesine ciddi ve açgözlülük ile dolu hayal ile gelmemişti.
''Demek sebeplerin bunlar demek çocuk!''
Kung Lao söylenen sözler karşısında sadece kafasını sallamak ile yetinmişti.
''Güzel... Biliyor musun? Şuan aşağıda bulunan o küçük kızı kurtarabilirsin...''
Kung Lao bu söylenen sözler karşısında pür dikkat gözlerini açmış ve gelecek olan diğer sözcükleri can kulağı ile dinlemeye koyulmuştu. Siyah Tavşanı kurtarabilecek miydi? Nasıl olduğunun bir önemi olmadığını çok iyi biliyordu Kung Lao zihni ve bedeni ne olursa olsun razıydı...
''Ancak sana hemen söyleyeceğimi nereden çıkardın çocuk!!''
Kung Lao sinirlendiğini hissediyordu içinde bir volkan ağır ancak kuvvetli bir şekilde yukarıya doğru sıçramaya başlamıştı. ''Söyle bana ihtiyar nasıl kurtarabilirim!!'' diye bir miktar yüksek bir ses ile seslenmişti.
Mirza Bo vermiş olduğu bu tepki ile birlikte oldukça eğlenmişti. ''Ne yani sana bu bilgiyi karşılıksız vermemi mi istiyorsun ? Ne kadar da safsın...'' diyerek hayal kırıklığına uğramış ir surat ifadesi ile söylenmişti.
''Ne istiyorsun söyle bana ! '' diye hızlıca atılan Kung Lao, Mirza Bo'nun dudaklarını kıvrarak gülümsemesi karşısında bir miktar ürkse de tepkisini değiştirmemişti. ''ahh... Siz çocuklar ne kadar da saf olmaya meyillisiniz... Keşke her insan sizin gibi olabilse...'' diye konuşmuştu. Daha sonra ise ciddi bir surat ifadesi takınan Mirza Bo ''Sende şuan şimdi secdeye yatmanı ve öğrencim olmak için yalvarmanı istiyorum!'' demişti.
Comment Now
0 yorum