Angoria Bölüm 18: Çabuk Uzaklaş Buradan!
Kung Lao sert bir haykırış ile birlikte sağ yumruğu üzerinde biriktirmiş olduğun kırmızıya çalan renkteki Qi’sini dışarıya doğru biriktirmiş ve yumruğunu bir katman ile sarmasını sağlamıştı. Hiç vakit kaybetmeden Kung Lao yumruğunu Han Nıgza’nın sırtına doğru vurmuş ve yumruğunun üstünde bulunan kırmızı renkli Qi katmanının Han Nıgza’nın bedeninin içine akmasını sağlamıştı.
Yumruğun şiddeti ile bembeyaz bir sis bulutu ikisinin arasında belirmiş ve iki nefes süresi boyunca ortalıkta kalmıştı. Sis bulutunun çıkmış olduğu sırada yumruğun vücuduna değmiş olduğunu hisseden Han Nıgza bir anda binlerce yıldırımı yemiş gibi hissetmiş ve sonrasında ise dengesini kaybederek elli adım ayaklarının yerden kesilmesini sağlamıştı. Kendisine vurulan yumruğun şiddetini düşünen Han Nıgza daha yere inemeden ‘’Ne vurdu be…’’ diye mırıldanmış ve düştüğü anda ise vücudunun hasar görmesini engellemek için kaynak gücünü kullanmaya çalışmıştı.
Ancak kaynak gücü ve bu gücü sağlayan phialamı ne hikmetse bir türlü bu eylem için kaynak gücünü yönlendirmeyi redediyor ve gücünün bir kırıntısını dahi hissedemiyordu. Bu durum karşısında ise yere indiği anda adeta bir varilin yuvarlanması gibi yuvarlanmaya başlayan Han Nıgza ne kadar yuvarlandığı hatırlayamayacak kadar çok yuvarlandığını fark etmişti.
Gözlerinin kapanmasına izin veren Han Nıgra bir anda yaşanan bütün bu olayları düşünmüş ve neden kaynak gücünü kullanamadığını anlamak için kafa yormuştu. Ancak ne kadar kafa yorarsa yorsun bir türlü bunun nedenini anlayamamıştı.Bu sırada ise Kung Lao hızlıca Siyah Tavşanın yanına doğru ilerlemiş ve dizlerinin üstüne çökerek ‘’Yaptığım şey çok büyük bir ayıptı. Özürlerimi sunarım…’’ diye suçluluk dolu bir ses ile seslenmişti.
Olaylardan ve en son ne olduğu ile ilgili şokun etkisinden kurtulamamış olan Siyah Tavşan daha neler olduğunu anlayamadan sadece kafasını sallayabilmişti. Yaşamış olduğu olaylar onu öyle çok korkutmuştu ki elinden hiçbir şey gelmez olmuş, tıpkı balığın su içerisinde ki davranışlarını sergiler olmuştu.
Kung Lao kendisinde olmayan Siyah Tavşanın durumunu anladığı anda kaftanının iki yakasını omuzlarına doğru yükseltmiş ve ardından ise ne kadar bitkin olduğunun anlamı olmadan Siyah Tavşanı bir korumanın prensesi taşıdığı gibi taşımaya başlamış ve uzun ve hızlı adımlar ile uzun uzun koşmuştu.
Yaklaşık otuz beş nefes koştuktan sonra durmuş ve kollarında bulunan Siyah tavşanı hızlı ancak nazir bir şekilde bir ağacın dibinde bırakmıştı. Halen şokun etkisinde olan Siyah Tavşan daha kendisine gelememiş ve ufak ancak o kadar sessiz bir şekilde sayıklıyordu ki Kung Lao ancak yere koyarken bir kaç sözcük duyabilmişti. Duydukları sadece ‘’Lütfen, yapma, anneciğim…’’ gibi tek kelimelik sözcükler olduğu için önemsememiş sonrasında ise ‘’ Shimao Che, yardım, ihanet’’ gibi bir kaç sözcük daha söylemiş ve bu kelimeler sonrasında ise Kung Lao’nun tüyleri diken gibi olmuştu.
‘’Lütfen burada biraz dinlen endişelenme çok hızlı bir şekilde geri dönecek ve seni evine geri götüreceğim’’ demiş ve Kung Lao bir şimşek gibi hız ile koşmaya başlamıştı.Kung Lao koşarken içinden ise halen Siyah Tavşandan özür dilemekteydi. Ancak bunun şuan için bir anlam ifade etmediğini bile Kung Lao fazla üstelemedi ve onu döndüğü zaman yapması gerektiğini düşündü.
Ancak şuan yapması gereken başka bir konu söz konusu idi. Konunun içeriği ise basitti ‘’Göze göz, dişe diş’’ ve bu yasalarda bile Kung Lao’nun üst düzey bir yasası vardı. Oda şu idi, kimse onun eşyasına veyahut ona ait olan bir şeye zarar veremez zarar vermeyi bırakın dokunamazdı bile!!
Sinirinden köpüren Kung Lao daha düşüncelerinin yarısına gelmeden hedefine ulaşmış ve yerde gözleri kapalı bir şekilde yatmakta olan Han Nıgza’nın dibine gelmişti. Ölmediğini çok iyi bir şekilde bilen Kung Lao tüm gücünü toplayarak Han Nıgza’nın beline doğru bir tekme vurmuş ve hem uyanmasını hemde hareket etmsesini sağlamıştı. Tekmeyi vurduğu anda Han Nıgza’dan büyük bir ‘’Uvaa!!!’’ diye çığlık göğe doğru yükselmiş ve sonrasında ise dişlerini sıkmasına neden olmuştu.
Kung Lao hiç konuşmadan omuzlarına kadar düşmüş siyah saçlarından yakaladığı Han Nıgza’yı tüm gücü ile çekiştirmiş ve ayağı kalkmasını sağlamıştı. Kendisinden bir boy büyük olmasını bile önemsemeyen Kung Lao ayağa kalktığı anda ise doğruca karnına doğru bir yumruk daha vurmuş ve sonrasında ise bir yılanın tıslamasını andıran bir ses ile ‘’Benim olana dokunmak... ‘’ diye fısıldamıştı. Daha Han Nıgza neler olduğunu anlayamadan ikinci kez yere düşmüştü. Karnı anlatamayacağı kadar çok acıyordu ki. Bunu hepi topu on döngüden az yaşamış birisi olarak anlatmasının hiç bir anlamı bulunmuyordu.
yumruğu yediği anda yere düşmüş ve ağzından ufak bir şelaleyi andıran kan öksürüğünün çıkmasına engel olamamış olan Han Nıgza sinirlenmiş ve tekrar kaynak gücüne güvenerek ayağa kalktığı anda Kung Lau’nun suratına doğru bir yumruk atmaya çalışmıştı!
Yumruk kaynak enerjisi ile zenginleşmiş olsa Kung Lao’nun zemini üç veyahut beş kez öpeceği kadar sağlam atılmıştı. Ancak, Kung Lao çok iyi biliyordu ki kaynak enerjisini önündeki en az üç yemek saati boyunca kullanamayacak olan önündeki bedenin atmış olduğu yumruk ancak bir bebeği etkileyecek sertlikte idi.
Kung Lao önemsememiş ve tek eli ile yumruğu kolaylıkla engellemişti. Ardıdan ise eline gönderdiği kaynak gücü ile yumruğu sıkmaya başlamış ve iki elinde beyaz boğumlarının çıkmasına neden olmuştu.
han Nıgra’nın ağzından dışarıya tükürük ile birlikte kan gelmeye devam ediyordu. Yumruğunun gücü o kadar zayıftı ki daha demin neredeyse bir yumrukta öldüreceği çocuk şuan önünde bir kral kesilmiş ve şuan tek eli ile yumruğunu sıkmaya başlamış ve elinin acımasına neden olmakta idi.
Kung Lao daha ancak kaynak gücünün sadece yarısını kullanmaya başlamıştı ki elindeki yumruğun kendisini kurtarma çabasının geldiğini fark etmiştı ve kurtulmasını engellemek için parmaklarının gücünü daha fazla arttırmıştı.
Çıngıraklı yılan çıngırağını andıran bir ses ile tekrar konuşan Kung Lao ‘’Daha öncesinde hiç kana kan, dişe diş ve göze göz lafını duymuş muydun? Çok ağır bir cezalandırma sistemi olduğundan bahsedilir. Ah!.. Nasıl bilmezsin bu zamana kadar sen hep yargıç konumunda olan o acınası asillerdendin değil mi? Sizin için sadece kan, diş ve göz diye çalışan bu sistemi, ben nasıl olurda hatırlayamam… ‘’ demiş ve tüm gücünü yumruğu sıkmaya odaklamıştı.
Yumruktan gelen derin bir ‘’Krak!!’’ sesi ile birlikte adeta bir orkestranın eş zamanlı çalmasını andıran ‘’Uvaa!!!!...’’ diye çığlığın derin sesi ile birlikte konuşma isteğini tekrar kazanan Kung Lao aynı ses tonunda ‘’ Ancak, güçlü olanın kazandığı bir dünyada senin üstünde de birilerinin olduğunu unutalı döngüler olmuş…’’ diye seslenmiş ve kırılan eli hızlıca bırakmıştı.
İlk kez kırılmış ve dağların sallanması gibi zonklayan eline bakan Han Nıgza ‘’Sen!!... Sen öleceksin seni adi orospu çocuğu!!’’ diye bağırmış ve diğer yumruğu ile harekete geçmişti. Ancak yumruğun etkisi bir diğerinden de hafif olmuş ve Kung Lao eli ile tuttuğu anın nefesi ile birlikte sadece sıkmış ve elin içinden ‘’Krack!!’’ diye bir sesin havaya yükselmesini sağlamıştı.
İkinci kırılan eli ile gözlerinden yaş akmaya başlayan Han Nıgza tekrar tekrar çığlık atmış ve acının dinmesini umduğu için yerde yuvarlanmaya başlamıştı. Ancak yuvarlanması acısını dindirmemiş sadece kesik yaraya tuz basmasına neden olmuştu.
‘’OROSPU ÇOCUĞU!!!!!, BİTTİN ULAN SEN!!!’’ diye bağıran Han Nıgza’nın söylemiş olduğu tehditleri önemsemeyen Kung Lao daha sonrasında ise doğruca atılmış ve Han Nıgza’nın bacağını eline almıştı.
‘’Bittim değil mi?’’ diye sırıtarak soran Kung Lao elinde tutmuş olduğu bacağın ayak bileğini hızlıca çevirmiş ve bir başka kırılma sesinin çıkmasına neden olmuştu. Ardından ise gelen çığlıklar çileğin üstüne eklenen dondurma olmuştu. Gelen çığlıkların bir ninni gibi geldiğini düşünen Kung Lao sırıtmaya devam etmiş ve ‘’Söyle bana bir sonraki neresi olsun? Seçenek vereyim mi? Omurilik ve Göğüs kafesi seçim sana ait ‘’ demiş ve buna cevaben ise Han Nıgza ‘’ Orospu Çocuğu!!’’ diye bağırmak ile yetinmişti.
Kung Lao sırıtmış ve ‘’Biliyormusun bunu eskiden söylesen sinirlenirdim ama… Şuan da değil…’’ demiş ve sırıtarak kırılmış olan bilekten çevirmek kaidesi ile Han Nıgza’yı yüz üstü çevirmişti.
Yüz üstü çevrilen Han Nıgza öyle çok korkuyordu ki ne söylediğinin bile farkında değildi. Aklından her ne kadar yalvarma düşüncesi geçmiş olduğu halde ağzından çıkanlara engel olamamış ve her küfrü ile birlikte bir başka kemiği kırılmıştı. En sonunda ağzına hakim olduğunu düşündüğü sırada ise saçlarından metalden bir el tutmuş yukarıya doğru kaldırmaya başlamıştı. Aynı zamanda ise belinde beliren bir başka metal bloğu aşağıya doğru bastırmaya başlamıştı.
‘’Dur!!... Yalvarırım dur!! Özür dilerim, yaptığım şey çok yanlıştı. Küçük..Yani Ağabey!! Ne olur bırak beni!! ‘’ diye ağlamaya başlamış ve yaptığı şeyden ötürü utanmaya bile vakit bulamamıştı. Kung Lao ise sırıtmış ve kaynak gücünü kullanarak bacağı ile beline bastırmaya devam etmiş bu esnada ise kolu ile de boynu yukarıya doğru sabitlemişti.
Han Nıgza oluşan durumda bir hilal görünümünü almış ve sonrasında ise doğrudan dolunay görüntüsüne kucak açmıştı.
‘’KRACKK!!!’’
‘’UVAAAA!!!!’’ diye bağırmış olan Han Nıgza daha sonra bir pelte gibi yere düşmüş ve kendisinde konuşacak bir güç bile bulamamıştı. Çimlere yan olarak yaslanmış olan kafasının burun bölgesinden aşağıya bir şelale gibi akan göz yaşları gerekli olan herşeyi açıklamaya yetmişti.
‘’Bu gün burada olmamayı isteyeceksin ancak, çok geç…’’ diye fısıldayan Kung Lao ardından ise belindeki kumaş kemerden çıkardığı bıçağı almış ve aşınmış olan ucuna parmağını yaslamış ve sürttürmüştü. Sürtünen parmağından nokta kadar kan çıktığında keskinliğinden emin olan Kung Lao sonrasında ise bir kartalın avını öldürmek için yaptığı son hamleyi yapar gibi atılmış ve Sırt üstü çevirdiği bedenin parmaklarını yavaş yavaş kesmeye koyuldu.
Kopan her parmak ile birlikte akan oluk oluk kan ile birlikte gözlerinden adeta bir nehir akan Han Nıgza’nın ise yapacağı tek şey sessizce beklemek ve ölümün bir an önce gelmesini beklemekti.
Ellerinde ki tüm parmakları kesmeyi tamamlayan Kung Lao parmakları bir noktaya toplamıştı. Ardından ise elleri bedenin yüzüne doğru ilerlemiş ve elinde tutmuş olduğu bıçağı ile iki hamlede bir çift muazzam parlaklıktaki iki adet bilyeyi ellerinde tutuyordu. Kaftanının kan olmasını bir miktar bile umursamaya Kung Lao elde etmiş olduğu. Bu iki bilyeyi de parmakların bulunduğu yere narince koymuştu.
Ardından ise bir anda yüz üstü çeviren Kung Lao, Han Nıgza’nın kafanını yukarıya doğru sıyırmış ve iki yarım küreye benzeyen kalçalarının ay ışığında parıldamasını sağlamıştı. Bir saniye bile vakit kaybetmeyen Kung Lao kırık omurgasına rağmen bir şekilde kalçasını dikmiş ve iki top ile ince bir sopaya benzeyen yapıları da kemişti. Kesiklerden akan kanın zerre önemi yoktu ve dışarıdan gören birisi şuan Kung Lao’nun kasaptan herhangi bir farkının olduğunu nasıl düşünebilirdi ?
Kung Lao elde ettiği bütün malzemeleri bir araya toplamış ve bir şey olmamaları elinden geldiğince en iyisini yapmıştı. Daha sonrasında ise elindeki bıçak ile iki yarım küre üzerinde irili ufaklı kesikler açmaya başlayan Kung Lao işi bittiğinde alnındaki teri silmiş ve malzemeleri tek tek yerleştirmeye koyulmuştu.
‘’On parmağın beşi bir loba beşi diğer loba, İki gözün ikisi de ayrı loba, Toplar ise iki gözün altına ikiside ayrı loba, Çubuk ise… Tam ortaya!!’’ diye mırıldanmış ve histerik bir kahkaha ile yapmış olduğu şahesere bakmıştı. Ardından ise son anlarını yaşamakta olan Han Nıgza’ya doğru ‘’ Eh… ne yaparsın güçlüler kazanıyor işte…’’ demiş ve iç çekerek arkasını döndüğü gibi uzun adımlar ile koşmaya başlamıştı. Sadece on nefes sürecinde Siyah Tavşanı bırakmış olduğu noktaya geri dönen Kung Lao, Siyah Tavşanın gayet sağlıklı ve yerinde durduğunu gördüğünde derin bir nefes vermiş ve geldiği anda dizlerinin üstüne çökerek Siyah Tavşan ile aynı hizaya kendisini getirmişti.
Elleri ile Siyah Tavşanın ellerini tutan Kung Lao dudaklarına götürmüş ve ‘’Geçti artık… Sana zarar vermeye çalışan o mikrobun bu diyarı terk etmesini sağladım Siyah Tavşanım rahatlayabilirsin.’’ demiş ve sonrasında ise kafasını yere eğerek ‘’Bu ise benim sana yapmış olduğum adiliğin bedeli affet’’ demişti.
Siyah Tavşan’ın suratında ufak bir tebessüm oluşmuş bunun dışında ise hiç bir şey söylememişti. Kung Lao bunun bile bir gelişme olduğunu düşünerek üstelememiş ve bir şimşeğin bile kıskanacağı hız ile Siyah Tavşanı kollarına almıştı. ‘’Nereden gitmemiz gerektiğini ellerin ile gösterirmisin? ‘’ soru sormuş ve karşılığında ise rotasını bilmediği bir noktaya doğru bir işaret almıştı.
Adımları hızlı fakat emin bir şekilde ilerler iken bir anda yaprakların anormal bir şekilde savrulduğunu hissetmiş ve kollarından siyah tavşanı bırakmıştı! ‘’ÇABUK!! UZAKLAŞ BURADAN!!’’ diye bağırmış ve ona verdiği talimattan sonra ise etrafı izlemeye başlamıştı.
Kulaklarına gönderdiği kaynak gücü ile etrafı dinleyen Kung Lao bir anda bir ıslık sesi duymuştu.
Vücudu istemsiz olarak harekete geçmiş ve daha bir adım kadar bile hareket edememiş olan Siyah Tavşanın önüne doğru zıplayarak geçmişti. Ancak geçtiği anda ise… Göğüsünde hissettiği sıcaklık ile birlikte yere kapaklanmıştı.
Göğsüne giren ok öyle derine inmişti ki. Kung Lao sadece bir tütsü süresi içerisinde öleceğine emindi. Ancak ölmeden önce yapması gerek başka bir görevi olduğu kafasında bir beliriyor bir kayboluyordu. Yapması gereken görevin ne olduğunu çok iyi bir şekilde anlamış olan Kung Lao ise gözüne ilk çarpan sivri bir uca sahip tahta parçasını, yakaladığı gibi bir an bile düşünmeden mızrak fırlatır gibi fırlatmış ve oku atan kişinin boğazına girmesini zevk ile izlemişti.
Boğazındaki tahta parçası ile ağaçtan aşağıya düşen okçuyu gördüğünde ise Kung Lao istemsizce gülümsemiş ve gözlerini memnun bir şekilde kapatmıştı…
Comment Now
0 yorum