Angoria Bölüm 14: Şuan neyi hak ediyorsun ?
Bir gün öncesinde…
Shogun Kenshi her tokatı ile birlikte, ağabeyi Kung Frut’un yanına yaklaşıyor ve dedesinin kendine vermiş olduğu görevi her tokatı ile bir miktar daha başarıya götürüyordu. Neşe ve gurur ile üretmiş olduğu sandalın yakının tokatlayan Shogun Kenshi en sonunda Tengri Frut’un bulunmuş olduğu küçük kara parçasına ulaştığında ise neşe içinde yerinden sıçramıştı… Sonunda görevinin ilk aşamasını gurur ile bitirmişti.
Dedesi olan Tengri Bo’nun söylemiş olduğu git bul ve bana getir görevinin ‘’Bulma’’ kısmını tamamlamış ve bunun sonucunda havalara uçmuş olan Shogun Kenshi, daha fazla sevinmesinin bir anlamı olmadığını çok iyi biliyordu. En çok sevineceği an dedesinin kendisine görevi tamamladığı için verecek olduğu küçük şekerlemer ile başlayacaktı. Dedesi bunu her zaman yapardı. Hatta sırf bu sayede tuvaleti kullanmasını öğrenebilmişti, gerçi her tuvaletten sonra şeker istemişti bir süre ancak o günleri de atlatmıştı.
Ellerini hızlıca Tengri Frut’un omuzlarına koyan Shogun Kenshi, bir anda elinin alev aldığını hissetmiş ve ‘’Kyaa!!!’’ diye bir çığlık attıktan sonra elini hızlıca geri çekmişti. Avuç içlerini kontrol eden Shogun Kenshi iki elinin de balığın eti gibi pembeleştiğini fark etmiş ve istemsiz olarak dudaklarını kıvırarak gözlerinin yağmur damlası akıtmasına izin vermişti. Shogun Kenshi canı bu kadar yanmış ve göz yaşlarının akmasına izin vermiş olsa bile sadece yirmi beş nefes süresi kadar sürmüştü. Ardından ise Shogun Kenshi’nin elleri normale dönmüş ve içi rahatlamıştı…
Bu sırada ise Tengri Frut’un çevresinde beyaz bir sis ortaya çıkmış ve sonrasında ise beyaz sis doğruca Kung frut’un içine doğru girmişti. Girdiği anda gözlerini açan Tengri Frut net ve keskin bir şekilde kahkaha atmış ve zaten bir papağan kadar kötü olan sesini artık tecavüze uğramış bir kargaya dönüştürmüştü…
Shogun Kenshi ağabeyinin bu derecedeki kötü sesine karşı istemsiz olarak elleri ile kulaklarını tıkamış ve ‘’Ağabey gülmeyi kes lütfen!!’’ diye ince ve kısılmış sesi ile bağırmıştı. Kung Furt bu ince ses ile bir anda irkilmiş ve arkasını dönmüş sonrasında ise ‘’Ah… sende mi buradaydın yeğenim!’’ diye heyecanını belirterek ağaya kalktığı gibi bir yaprağın havada süzülme edasıyla ilerlemiş ve Shogun Kenshi’yi kucaklamıştı.
Yanağından bir makas aldıktan sonra ‘’Şuna bak… En fazla iki,üç gün ortalıkta gözükmüyorum ve birde bakıyorum ki büyümüşsün!! Sadece bir yıl uzaklarda olmuş olsam geri döndüğümde yaşlı bir adamın ben senin yeğeninim demesinden korkuyorum’’ demiş ve sonrasında ise Shogun Kenshi’nin yanağından uzun bir nefes çekerek öpmüştü.
Shogun Kenshi ağabeyi olan Tengri Frut’un yanağından öpmesi ile birlikte öyle mutlu olmuştu ki, aklından bir anlığına dedesinin kendisine şekerleme vereceğini unutmuş ve almış olduğu öpücük ile birlikte mükafatlandırıldığını düşünmüştü. Sebebi ise basitti, ağabeyi Kung Frut kendisine karşı son derece katı kalpli davranır ve mecbur kalmadıkça asla kendisine yaklaştırmazdı.
‘’De bakalım bana, senin gibi bücürün oldukça zorlanacağı bu alana seni hangi rüzgar attı böyle? ‘’ diye mutluluğunun arasına girmiş olan Tengri Frut’un sözleri ile birlikte Shogun Kenshi bir anda görevinin ne olduğunu hatırlamış ve dedesinin verecek olduğu şekerlemenin ağzında eriyişini kısa bir süreliğine aklına getirmişti. Sonrasında ise kafasını sallayan Shogun Kenshi ‘’Dedem, seni görmek istiyor ağabey…’’ diyebilmişti.
Söylediği sözler karşısında bir anlığına donakalan Kung Frut, şaşkınlığını gösterdiği gibi yok etmiş ve sahte bir gülümseme ile birlikte ‘’Öylemi.. eh o zaman ne yapmalız. Hadi gidelim ve klan liderimizi görelim.’’ dedikten sonra kucağında bulunan Shogun Kenshi’yi bir an bile bırakmadan tek bir sıçrayış ile birlikte adacığın etrafında çevrili olan kara parçasına inişlerini gerçekleştirmişlerdi.
‘’Whoooo!!’’
Yere indikleri anda Shogun Kenshi ‘’Bir daha, Tengri Frut ağabey lütfen bir kez daha yap!! ‘’ diye bağırmıştı. Tengri Frut yüzüne yerleştirmiş olduğu sahte gülümsemeyi bir kez daha göstermiş ve ‘’Seni afacan bücür. Madem öyle… Al bakalım!! ‘’ diye bağırmış ve sonrasında ise bacaklarını gerdirdiği gibi uzun bir sıçrayış daha yapmıştı.
Havada süzülürlerken Shogun Kenshi kahkahalar atmış, çok eğlenmiş ve yere indiklerinde bile ‘’ Tekrar yap ağabey tekrar!! ‘’ diye sayıklamıştı…
Tengri Frut sinirlerine hakim olmuştu ve Shogun Kenshi’yi omuzlarından tutarak ‘’Bu ağabeyinin işleri var, bir başka zamana ne dersin ? Ağabeyin işlerini hallettikten sonra senin yanına gelecek ve bol bol zıplayacak. Hem bu sırada sen ise ağabeyin dönene kadar oyunlar oynar ve arkadaşların ile eğlenmiş olursun değil mi? ‘’ demişti.
Shogun Kenshi bu sözlerden sonra dudaklarını büzmüş olsa da sesini çıkarmamış ve sonrasında ise ‘’Söz mü? ‘’ diye mırıldanmıştı. Tengri Frut ise bu sırada karşısında bulunan küçük çocuğun sözlerini çok tatlı bulmuş ve gerçekçi bir gülümseme ile ‘’Söz ulan söz hahahaha!!’’ diye gülmüştü.
Almış olduğu söz ile birlikte daha fazla Tengri Frut’un yakınında bulunmasının gereksiz olduğunu düşünen Shogun Kenshi ise ‘’Tamam o zaman, ben burada ayrılıyorum. İşin bittiği anda yakınımda olsan iyi edersin. Yoksa söz perisi seni sözünü tutmadığın için cezalandırabilir.’’ demiş ve hızlıca koşarak en yakında ki çocukların bulunduğu alana doğru ilerlemişti.
Bu sırada ise ensesini kaşıyan Tengri Frut daha fazla beklemenin anlamsız olduğunu düşünmüş ve doğruca babasının yanına doğru ilerlemişti…
***
Ertesi gün akşam vakti…
Kung Liu bahçe içerisinde geçerken çiçeklere selam veriyor, onları öpüyor ve yeri geldiğinde ise şiirler söyleyerek kendisinden emin bir şekilde kur yapıyordu. İnsanlar ne kadar fazla görürse görsün klan liderlerinin bu tutumu karşısında her seferinde hayrete düşüyor ve her hareketi ile birlikte Kung Liu’nun yerine utanıyorlardı.
Kung Liu zaman zaman durgunlaşıyor ve çimenlerin üzerine oturuyor, Kimi zaman ise kıkır kıkır gülerek mırıldanıyordu.
En sesli olanı ise ‘’geldiklerinde onlara…’’ diye bağırdığı ve sonrasında ise minik fısıltılar ile ‘’göstereceğim’’ dediği kelimelerdi. Diğer kelimeleri ne uzağındaki insanlar nede yakınında olup sırf meraktan ötürü kaynak güçlerini bile kullanan insanlar duyabilmişti...
Yine durgunlaşıp mırıldandığı sırada Kung Liu bir anda ayaklanmış ve kendisini klan şefinin tahtına adeta ışınlar bir pozisyonda taşımış sonrasında ise klan şefi tahtına oturup bacaklarından birisini tahtın kollarından birisine atmış ve bir dolu ile ise kafasına destek olmaya başlamıştı. Kaç nefes süreceğini bile hesaplayan Kung Liu beklemeye başlamış ve tahtın koluna doğru uzatmış oluğu bacağını ileri geri sallamaya koyulmuştu. altı yüzüncü nefesi sırasında bir anda kapısı tıklanmıştı. ‘’Girin!’’ diye seslenen Kung Liu bacağını sallamaya devam etmiş ve karşısına çıkan kapı bekçisi ‘’Revesoal’’ adında ki küçük kapı bekçisi ile karşılaşmıştı.
‘’Efendim sizleri görmek isteyen kardeşiniz ve yanında ise yaklaşık bir düzine adam var içeri girmelerine izin vereyim mi? ‘' diye sormuştu. Soru aslında formaliteden ibaretti, bunu hem Kung Liu hemde Revesoal çok iyi biliyordu. Bu formaliteden soru karşısında ise Kung Lİu gülümsemiş ve ‘’Tabi ki lütfen içeriye buyur et’’ diye konuşmuştu.
Bu sözlerden sonra Revesoal denilen kız fazla durmamış ve doğruca dışarıya çıkarak gelmek isteyen kardeşi ile korumaları için güzel bir vakit geçirtmek isteyen Kung Liu ise sadece gülümsemek ile yetinmişti.
Kapı iki kez tıklanmış ve sonrasında ise bir anda sessizliğe bürünmüştü. Kung Liu kendisinin bir talimat vermek için beklendiğinin farkındaydı. ‘’GİRİN!!’’ diye tok bir ses ile bağırmış ve odasına gelen kişilerin kimin ile konuştuklarını hatırlatmıştı.
Kapı ardına kadar açılmıştı. Ardına kadar açılan kapının içerisine ağır ve korku dolu adımlar ile yürüyen on altı kişi girmişti. Kung Liu odasına dolan adamların kokan vücutlarına aldırış etmeden titreyen bacaklarına baktı ve ‘’Eee!! Oğlumu, tahtımın tek varisini, Kung Lao’yu buldunuz değil mi? ‘’ diye incecik bir ses ile sormuştu. Gözlerinde ki perişanlığı herkesin görmesini istiyordu.
Korumalar karşısında bulunan Kung Liu’nun bir ayda ayaklanıp söylediği sözler karşısında afallamış, sonrasında ise hüzün dolu bakışlar ile kafalarını yere indirmişlerdi. Kung Liu yapmış olduğu bu rolün hemen işe yaradığını çok iyi biliyordu. Tek bir kişi dışında hepsi öyle çok içten etkilenmişti ki birisi neredeyse olanları yumurtlayacaktı. Tek bir kişi dışında! O kişide Kung Drof’dan başkası değildi.
‘’Söyle bana Drof kardeşim. Yeğenini, biricik kardeşinin oğlunu bulabildin değil mi? Ne olur bulduğunu söyle!!!’’ demiş ve ardından ise gözlerinden yaşların akmasını sağlamıştı.
Kung Drof’un bu tepkiye karşı hiç bir savunması yoktu. Zaten deli olan abisi ne yapsa haklı olduğu için kendisini koruyabilmesini sağlayan bir gram söz bulamıyordu. İşin garip tarafı ise Kung Liu başından sonuna kadar rolü ile öyle iç içeydi ki, insanları sinir ile öldürmüş olsa bile kimse bunun isteyerek yapılmış bir eylem olmayacağını çok iyi bilirdi. Kung Drof bir an düşündü ve sonrasında ise buz kesmiş bir palamut gibi yerine mıhlanmış halde bulmuştu kendisini…
Daha Kung Drof konuşmaya başlayamadan korumalardan birisi öne fırlamış ve ‘’Klan Lideri Kung Lİu, aramamız göle kadar olmuştur. Göle kadar Kung Lao’ya ait olduğuna emin olduğumuz iki adet eşya bulduk efendim. Bunlar Kung Lao’nun gömleği ile pantolonu idi. Ancak... ‘’
Kung Liu hızlıca kafasını sallamıştı, suratında oluşturduğu umut dolu ifade ile kormaya bakıyordu. ‘’Devam et koruma!! Ancak ne?!!’’ diye sayıklamıştı. Koruma dudağını ısırmaya başlamış ve nasıl söylemesi gerektiği ile ilgili düşüncelere dalmıştı. Tam bu sırada ise içlerinden bir diğeri ‘’Anla artık seni mankafalı çöp parçası!! Senin o böcek oğlun o boklu yere gittiği anda öldü!! Biz bile canımızı zor kurtardık o yaratıktan!! ki senin o aptal oğlunun orada hayatta kalmasına imkan yok!!’’ diye bağırmış ve her sözü ile Kung Liu’nun yüzü titremişti.
Kung Liu bir anda kendisini yıkılmış olarak göstermiş ve ayakta zar zor yürüyerek tahına doğru ilerlemiş ve ondan destek alarak zar zor ayakta dikilebilmişti. Bu sırada ise Kung Drof ağzı yer ile tavanı destekleyen bir kiriş gibi açılmış ve sadece abisinin yapmış olduğu hareketleri izlemeye devam etmişti. Abisinden korktuğu için tek bir kelime bile konuşamıyor sadece susmak ile yetiniyordu. Ancak bu aptallar daha bunu bile göremeden abisinin yapmış olduğu ağlara yapışmış ve ölümü bekleyen sinekler gibi sadece çırpınıyorlardı.
Kung Liu bir anda kafasını eğdi ve destek aldığı tahtın kolunu bırakarak vücudunun düşmesini izin verdi. Titreyen sesi ile birlikte ‘’Benim oğlum, bir tanecik oğlum… Öldü!!!! Öldü!!!’’ diye sayıklamış ardından ise hıçkırarak ağlamaya başlamıştı…
Koruma bir anda göğsünün kabardığını hissetmiş ve ‘’Eh ne derler bilirsin güçsüzsen çabuk öldürsün !! ‘’ demiş ve elini yumruk yapıp göğsüne götürmüş ardından ise ‘’Sende güçsüzsün değil mi? Sende ölmelisin Kung Liu!! ‘’ diyerek belinde bulunan kılıcı hızlıca çekmiş ve doğruca ağlamakta olan Kung Liu’ya doğru ilerlemişti.
Kung Drof daha koruma kılıcını çektiği anda olacakları bildiği için bir adım atmıştı ancak bir anda karanlık bir gecedeki sise benzer bir çift göz ile karşılaştığı anda susmuş ve hareketleri buna karşılık olarak tekrardan donmuş bir palamut gibi ifadesiz hale gelmişti. Kung Lİu halen ağlamaya devam ediyor ve kendisine doğru gelen kılıcı görmezde geliyordu.
“Ahhh!!!!! Geber ULAN!!!’’ diye bağıran korumanın kılıcı, Kung Lİu ile sadece beş parmak kalacak bir mesafede kalmıştı. Kung Liu bir anda ağlamayı kesmiş ve ‘’Güçsüzüm ve ölmeliyim öyle mi? Sırf klan liderin güçsüz diye ölmeli ha? Klan liderini öldürdükten sonra ne olacak peki? Sen mi olacaksın Klan Lideri? ‘’ diye mırıldanmıştı. Sadece işaret parmağının ucu ile tutmuş olduğu kılıç yaklaşık otuz beş kilo kadar ağır olsa bile parmağında bir zorlanma veyahut bir titremenin belirtileri bile görünmüyordu.
Koruma bir anda Kung Lİu’nun yapmış olduğu hareketi önemsememiş ve kaynak gücü ile gücünü destekleyerek kılıcı daha fazla ittirmeye başlamıştı. Ancak ne kadar ittirse de ittirsin asla bir dağı ittiremeyecek olan bir eşekten fazlası olmayan koruma bunu nasıl bilebilirdi ki? Koruma tüm gücünü kullandığı halde karşısındakinin bir santim bile kıpırdamamış olduğunu fark eden koruma, korkmuş ve kendisini geri çekmek istemişti. Ancak ne kadar denerse denesin asla bacakları bir adım bile hareket edemiyordu. Hatta o kadar çok titriyordu ki ayakta bile zar zor durabildiğini fark etmişti.
Kung Lİu oturmuş olduğu yerden işaret parmağıyla tuttuğu kılıç ile kalkmış ve sonrasında ise korumaya o şeytani bakış ile bakarak ‘’Ne demiştin? Zayıflar ölmeli değil mi? O zaman sana tek bir soru şuan neyi hak ediyorsun? ‘’ diye sorusunu sormuş ardından ise serbest olan eli ile karşındaki korumanın boğazından tutmuştu.
Daha koruma af dilemeye bile zaman bulamamışken Kung Liu boğazını kaynak gücünün çeyreği kadar güç ile sıkmış ve kafatasından gözlerinin fırlamasına sebebiyet olmuştu. Sadece yarım nefeslik süre sonunda ise kafası bir su kabağı testisinin patlaması gibi patlamış ve içinde bulunan beyin odanın dört bir yanına fışkırmıştı. Patlayan kafanın şiddeti o kadar güçlüydü ki kırılan kemiğin bir parçası bir başka korumanın boğazına girmiş ve daha sonra çıkmış, ardından ise duvara saplanmıştı.
Kung Liu elinde kalan cesedi bir çöp gibi fırlatmış ve daha sonra ise korumalara avına pür dikkat bakan bir puma gibi bakarak ‘’ Madem güçsüzler bu hayatı hak etmiyor? O zaman ölün..‘’ diye fısıldamıştı.
Daha Kung Drof haricinde kimse ne olduğunu hakkında bir fikre sahip değilken yerdeki kılıcı kaynak gücü ile eline alan Kung Liu kılıcı önündeki ilk korumaya fırlatmıştı. Zaman adeta donmuş gibiydi, ancak kılıcı sanki zaman etkilemiyordu.
Kılıç Kung Liu’nun elinden fırladığı anda önündeki korumanın kafasına doğru ışık olarak gitmiş ve kan olarak dışarıya çıkmıştı. Ancak durması beklenirken kılıç, kana susamış yakut zebranın hislerini ele geçirmiş gibi hiç durmamış ve hemen arkasındaki hedefe ilerlemişti. Daha sonrasında ise yanındaki hedefe ilerlemişti…
Kung Drof yanında bulunan on dört adamın kafalarının patlaması ile öyle korkmuştu ki bacağından aşağıya inen sıvıyı fark edememişti bile. İşte kendisine şeytan diyenlerin abisini gördüğü anda yapacakları tek şey bu oluyordu…
Kılıç bir sonraki hedefe doğru atılırken bir anda durmuş ve yere düşmüştü. Kafası patlayan tanıtamına on dört cesetten sonra durmuş olduğu kişi ise ilk etapta konuşup sonrasında ise susup dudağını kemiren çocuktan başkası değildi. Kung Liu çocuğun yakınına doğru yürümüş ve kafasını okşayarak ‘’Aferim çocuk! Kibirli değilsin, iyi kalpli ve saygılısın asla bu özelliklerini kaybetme.’’ demiş ve sonrasında ise gözlerini Kung Drof’a doğru dikmişti…
Comment Now
0 yorum